Osmanlı İmparatorluğunun şu veya bu sebeplerle kendinden önceki bir çok imparatorluk gibi sonuçta kendi içine patladığını ve parçalara ayrıldığını biliyoruz. Parçalanmaya sebep, birinci dünya savaşındaki tercihlerimiz ve sonrasında yaşanan gelişmeler gibi gösterilse de, esasen ekonomik ve sosyal gerginliklerle hazırlanmış bir imparatorluk sosyolojisi vardı. Bu sosyoloji batı tarafından hazır hale getirirlince 1914'de vurucu darbe için harekete geçildi.
Yeni şafak yazarı Aydın Ünal'ın Tezgah isimli yazısındaki şu paragraf bu içe patlama durumunu çok güzel özetliyor. "Her şey, Şerif Hüseyin’in 1916’da Ortadoğu Pazarı’na tezgâhı kurmasıyla başladı: Önce İngilizler Şerif Hüseyin’e Büyük Arap Krallığı hayalini sattı, Şerif Hüseyin de hemen Osmanlı’yı sattı. Tam hayal gerçekleşecekti ki, Şerif Hüseyin’in oğulları Faysal ve Abdullah babalarını İngilizlere sattı....."
Aydın Ünal'ın çok özet belirttiği bu tablo, esasen 1898 İspanya-Amerika savaşı ile denizaşırı bir güç olan ve akabinde Pasifik'in içlerine kadar sokulan ABD'nin 1914 sonrası İslam coğrafyasına yerleşme sürecinin iç yüzüdür. Yani, önce içine patla, sonra tulumbacılarla müdahale et.
İçe patlatıp müdahale etme ve akabinde köleleştirme ABD ve batının bugüne kadar kusursuz yönettiği bir program olarak işleye geldi. Birkaç bin ABD askeri personeli ve memuru ile, milyonlarca kilometre kare alanı yöneten ABD ve batı, bu alışkanlığın devam etmesi için merkezinde Türkiye'nin, icrasında FETÖ, PKK/PYD ve DEAŞ'ın olduğu bir operasyona girişti. itiraf edelim dönemin kimi idarecilerinin meseleye bakışından dolayı plan kusursuz başladı ve hatta işledi. Aydın Ünal'ın yazısında belirttiği gibi ardarda satışlar gelmeye başladı. Ta ki bu satışların ağır faturası, 15 Temmuz gecesi olarak bu aziz milletin önüne gelinceye kadar devam etti. Ve o gece, Türkiye'nin olduğu kadar coğrafyamızın da kaderinde değişiklik oluşturacak bir öze dönüş yaşandı. Millet, olaya el koymakla kalmadı, görmeyen gözler, duymayan kulaklar ve hissetmeyen kalplere ABD/FETÖ/PKK ilişkisini deyim yerindeyse çaktı.
Buna rağmen halen içe dönük patlama talep eden ve "Gittikçe yükselen bir tepki var. Bu tepki şimdilik homurtu halinde ama 'kuvveden fiile çıkması' an meselesi" diyen Hakan Albayrak gibi yazarlar da, şahsi ihtiraslarından dolayı polemiklere girip, oluşturulan ve dönemsel olarak çok kıymetli olan siyasi paydaşlıkları dinamitlemeye çalışan kimi siyasiler de bu içe dönük patlama operasyonunun bilerek ya da bilmeyerek aleti olmuş figüranlarıdır. Türkiye'de AK Parti'nin iktidardan edilmesi ile coğrafyamızın yeniden 'içe patlat' operasyonlarıyla parçalanması ya aynı şeydir ya da birbirinin mütemmim cüz'üdür. Bunu 15 Temmuz gecesi meydanları dolduran ve çoğu asgari ücretle çalışan kadınlı, erkekli kitleler bilirken, bu yazar ve siyasilerin bilmediğine inanmamızı beklemeyin.
AK Parti, girdiği ilk seçim olan 3 Kasım 2002'den bu güne kadar ki tüm seçimlerde içe dönük patlamalara izin vermediği için kazanmış ve büyümüştür. Şimdi coğrafyamızın içe dönük patlamalarına müdahale etmek için kolları sıvamış ve II. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra dünya GSMH'sının yüzde 50'den fazlasını tek başına üreten ABD'nin en zayıf anını yakalayarak hem bizi hem coğrafyamızı bu küresel gücün etkinlik alanı olmaktan çıkarmak üzeredir.
Bu büyük bir kavga, kutsal bir mücadeledir. Milletimiz bu mücadeleyi ister belediye başkanı olsun ister il başkanı hiç bir siyasetçinin süfli arzularına harcatmayacak kadar bilinçlidir. İçe dönük patlama yapmaya çalışanların, Türkiye'nin yanında coğrafyayı da pazarladığının farkındadır.
3 Kasım 2019 seçimleri öncesi parti içindeki köklü değişim talebi, milletin talebidir. Karşı konulamaz bir taleptir. Treni patlatmadan inmesi gerekenleri durak durak indirip, hedefe kilitlenmek asli görevimizdir.
Haklı bir gerekçesi olsun ya da olmasın mütemadiyen Tayyip Erdoğan'ı eleştirerek bu ülkeye iyilik yaptığını zannedenler bilsinler ki, milletimiz olayın farkındadır. Karanlık eller artık ne Tayyip Erdoğan'ı ne de bu milleti kuşatamayacaktır.