Şu imtihan dünyasında bir Müslüman olarak hayatımızı sürdürürken, zaman zaman çeşitli korkularımız devreye girer ve bizi durdurur yahut yavaşlatır. Yapmamamız gerekenleri yapamaz oluruz, bunu örf bas edebilmek için de mazeretler üretir dururuz. Bunun temel sebebi ise önceliklerimizi, hedef ve beklentilerimizi tespit etmemektir. Zira biz bunları doğru tespit edebilirsek bizi yolumuzdan alıkoyan korkularımızı aşabileceğiz demektir. O halde nedir öncelik, hedef ve hayattan beklentilerimiz?
Önceliklerimiz.
Biz kimiz, kim için varız ve kim için yaşıyoruz? Cevaplayalım: Müslüman’ız, Allah için varız, O’nun rızasını kazanma adına sınava tabi tutulmuşuz. O’na bağımlıyız, O’nun ölçülerine göre yaşamalıyız. Plan ve programımızı buna göre yapmalıyız. O’nun hatırını herkesin ve her şeyin önüne geçirmeliyiz.
Hayat anlayışımız.
Hayat, ne sadece dünyadır ve ne de sadece ahirettir. Hayat, dünya ve ahiret bir bütündür. Kur’ân, hayatüd-dünya ve’lâhira, yani dünya ve ahiret hayatı ifadesini kullanır. Biz de iki dünyaya talip olmalı, hesabımızı iki dünyaya göre yapmalıyız. Bu dünya geçici ve sonludur. Sonunda biz bu dünya ve dünyalıkları bırakıp gideceğiz. Öteki dünya ise, kalıcı ve sonsuzdur. Bizim ebedî yurdumuz öteki dünyadır. O halde bizler, dünyaya dünya kadar değer vermeli; ahirete, ahiret kadar değer vermeliyiz.
Hedeflerimiz.
Biz, dualarımızın başına Allah’ın Rızasını koymalıyız. O’nun rızasını kazanmada mutluluğumuzu aramalıyız. Çünkü bizim kurtuluşumuz, huzur ve mutluluğumuz O’nun rızasındadır. Dünya ve Ahirette cennet huzuru da bunun içerisindedir. Nasıl ki abdest alırız, Allah rızası için. Namaz kılarız, Allah rızası için. Oruç tutarız Allah için… Tıpkı bunun gibi tüm söylem ve eylemlerimiz de O’nun için, Onun rızasını kazanmak için olmalıdır.
Beklentilerimiz.
Yüce Rabbimizin Rızası kazanmaktır. O’nun sevgi ve yardımına mazhar olmaktır. Allah’ın bizden razı olması, bizi sevmesi, bize de sevgisini vermesi, huzura erdirmesi ve iki dünyada da bize lütfetmesidir. O’nun bize gazaplanması ise, O’nun bizi yardımsız bırakması, stres-buhran ve azaplara terk etmesidir.
Endişelerimiz.
Asıl endişe, O’nun rızasını, sevgisi kaybetmek, O’nun rahmet ve mağfiretinden mahrum olmak olmalıdır. Bizse dünya ve içindekilerini kaybetme endişesi ile dopdoluyuz. Gayesi Allah olanın, başka endişesi olamaz, olmamalıdır. Onlar, kınayanın kınamasına aldırmadan doğru bildikleri hak yolda ne pahasına olursa olsun yollarına devam edenlerdir.
Korkularımız.
Sevgi ve bilgiye dayalı Allah korkusu, tüm korkuları yok eden bir duygudur. Allah’tan korkmayan, her şeyden korkar. Tüm korkulardan güvende olmak ise O’nun olmakla mümkündür. Kur’ân pek çok ayetinde insanlardan, ölümden, yoksulluktan değil yalnızca Allah’tan korkulması gereği üzerinde durur. (Bkz. 2/150, 3/173, 5/44, 9/13, 33/39) Kur’ân, Allah’tan korkar gibi insanlardan korkanları kınar. (Bkz. 4/77)
Rızık korkusu, fakirlik korkusu, ölüm korkusu, insan kokusu, kaybetme korkusu gibi korkular Allah inancı ve Marifetullah bilincinin zayıflığından kaynaklanır. Şöyle ki:
Rızık verici/Razzâk olarak Yüce Allah’ı kabul eden, O’nun asla kullarını mahrum etmeyeceğini bilir. O’nu tanıyan kimse, O’nun hesapsız bir şekilde rızıklandıracağına inanır ve O’na güvenir. O’nun ölçüleri doğrultusunda helalinden rızkını arar, kul olarak kendisine düşeni yerine getirir ve O’na tevekkül eder. Bundan sonrası O’na kalmıştır. O, üzerine düşen sorumlulukları yerine getiren hiçbir canlıyı asla rızıksız bırakmamıştır. Kuşları, böcekleri bile.
İman ve İslam adamı, üzerine düşenleri yaptıktan sonra fakirlik korkusundan da sıyrılır. Hele fakir düşeceğim korkusuyla haramları işlemez, helalleri terk etmez. Bu endişe ile çocuklarını öldürmez, neslini kurutmaya kalkmaz. Harama uçkur çözmez, dininden tavizler vermez.
Ahireti hesaba katarak yaşayanlar, Ahirette kendilerini bekleyen cennet yurduna inananlar, şu dünyanın geçici, sonlu ve cennete göre basit, sıradan evleri ve imkânları için ölümden korkmazlar. Ölümden ahiret hazırlığı olmayanlar, tüm hesaplarını dünyaya göre yapanlar, her şeyleri dünya olanlar korkarlar. Dünyalarını mamur, ahiretlerini harap bırakanlar ölümü istemez.
Allah dilemedikçe, tüm insan ve cinlerin kendisine bir yarar veya bir zarar veremeyeceğine inanan kimse, insanlardan korkar mı? Elbette korkmaz. Önemli olan bu inancı muhafaza etmek, Allah korkusu ile tüm korkuları yenmektir.
Ölümden korkarak dünyaya sarılmanın, insanlardan korkarak Allah’ın ölçülerini çiğnemenin, fakir düşmekten korkarak infaktan geri durmanın hiç kimseye bir faydası olmayacağına göre, Marifetullah bilinciyle tüm korkularımızı yenerek yola devam etmeliyiz. O zaman korkularımızdan emin olacak, korktuğumuz başımıza gelmeyecek ve umduklarımıza nail olacağız demektir.