Fernand Braudel, Uygarlıkların Grameri adlı eserinde, “İslam uygarlığının liderlik manasında hız kaybı XVIII. Yüzyılın sonlarından itibaren uygarlık düzleminde sona ermiştir. İslam uygarlığı, yalnızca maddi düzlemde Avrupa’nın 200 yıl gerisine düşmüştür” diye yazar. Dikkat edilirse bu çağdaş filozofun İslam uygarlığı hakkındaki yargısı ve tespiti, ‘maddi anlamla’ sınırlandırılmıştır. Yoksa bugün hala değerler alanında İslam uygarlığının insanlığa vereceği çok şeyler vardır. İnsanlığı mutlu eden salt maddi uygarlık değil, manevi uygarlıktır. İstenilirse bu manevi uygarlık yoluyla verilecek yeni bir heyecan maddi uygarlığı vücuda getirebilir. Burada önemli olan ‘aidiyet’ sorunudur. Bu işin öncülüğünü yapacak olanlar acaba kendilerini İslam uygarlığına nispet ediyorlar mı, ait hissediyorlar mı? Yoksa her ne kadar adı Ahmed, Mehmed ise de kafası, beyni, benliği Hans diye mi çarpıyor? Kendi uygarlığına ve değerlerine yabancılaşmış bir aydından aşağılık kompleksi duymaktan başka ne bekleyebiliriz ki!
Yaşadığımız yüzyılda medeniyetimizin yeniden inkişafı ve liderliği için yeni bir insan inşasına ihtiyaç vardır. İşte buna yatırım yapılmalıdır. Elbette bu yatırımların sürdürülür bir çaba olarak başarıya ulaşması kolay olmayacaktır. Çünkü uygarlıklar arasında bir rekabet vardır. Buna rağmen nasıl ki Allah Firavunun sarayında Fravun medeniyetini altüst edecek Hz. Musa’yı yetiştirmişse, bu işe ihlâsla eğilecek insanların çabaları da boşa gitmeyecektir. Yapacağımız eğitim seferberliğinde yeni nesle heyecan üfürmede geleneğimizin atardamarlarını iyi tespit edip mükemmel bir düzeyde tanıtmak gerekiyor. Bu ilmi ve harsî geleneğimizin yeniden diriltilmesinde güçlü programlara ve bu programları en güzel bir şekilde tatbik edecek uygulayıcılara ihtiyaç vardır. İslam âleminde sözünü ettiğimiz konularda çabalar var mıdır? Elbette deneyim aşamasında da olsa yeni çabalar ve gayretlerin söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.
İslam âleminde uygarlığımızın yeniden dirilişine işçilik ve ustalık yapacak elemanların yetiştirilmesi için Pakistan’da, Malezya’da, Kenya’da, S. Arabistan’da kurulan İslam Üniversiteleri vardır. Bugün bu üniversitelerde yetişen nesiller ne yapıyor? İslam âlemine ve insanlığa ilahiyat, ekonomi, sosyal ve fen bilimleri alanında katkıda bulunacak entelektüel, ilim ve din âlimlerini yetiştirebildiler mi? Bu konuda hala endişelerim var. Sebebine gelince, küresel ölçekte programlar yapan ve hocalar istihdam eden bu müesseseler belli bir süreçten sonra asıl ideallerinden vazgeçerek kendi milli ve ideolojik yapılarına uygun uyarlamalara dönüştürüldüler. Örneğin, isim vermeden ifade edecek olursak 1984 yılında ziyaret ettiğimiz bir İslam Üniversitesi’nde üç bilim dalının yasak ilimler kapsamında değerlendirilerek bu üniversitelere sokulmadığını gördük. Bunlar Tasavvuf, Kelam ve İslam/Din Felsefeleri’dir.
Hâlbuki bu üç ilim dalı İslam düşüncesinin üç saç ayağını oluşturmaktadır. Tabiri caizse, diğer ilimler bu üç ilme malzeme taşıyacak bu ilimler de o malzemeleri yoğurarak ekmek yapacaktır. Düşünce ve ilim özgürlüğü olmadan nasıl ilim yapılacaktır? Bu sebeple bu üniversiteler eğer imkânı varsa, müsaade edilirse, seçkin, ileriyi gören, medeniyetimizin ihyasında dertli entelektüel düzeyi yüksek insanlarımız tarafından bir defa daha masaya yatırılmalıdır. Mümkünse bu müesseselerdeki programlar ve eğitim kadrosu yeniden bir restorasyona tabi tutulmalı ya da başka seçenekler üzerinde durulmalıdır. Bu alanda kemmiyet değil keyfiyet önemlidir. Zaten Kur’an’da da sayısal çokluk müspet karşılanmaz. İnsanların çoğu bilmez, çoğu aklını kullanmaz, çoğu şuur sahibi değildir, diye ifade edilir. O halde toplumlara yol gösterecek her biri bir işaret taşı, çoban yıldızı gibi öncü entelektüellere ihtiyaç duyulmaktadır.
İslam ilim geleneğinde âlimlerin evleri çok önemlidir. Tarihte birçok âlim evlerini ‘medrese’ haline getirmiştir. Bugün de bu yapılarak geleneksel ve çağdaş ilimler birlikte harmanlanabilir. Düşünelim, kendi çağlarında peygamberler tek şahsiyetti, bazen aynı çağda iki peygamber de vardı. Yine tarihin yönünü değiştiren insanları bir düşünelim. Bunlar tek kişi idi. Ama görüş ve eylemleriyle kitleleri harekete geçiriyorlar, adeta suların yatağını yeniden değiştiriyorlardı. Buna tarihten birçok örnek verebiliriz. Bundan dolayı öncülerimiz birkaç öncü yetiştirmek pahasına da olsa yeniden büyük fedakârlıklara giremezler mi? Sürekli yakınmak yerine karanlığı aydınlatmak için ışık yakmak gerekmez mi? Bugün dünya çapında bir ilahiyatçımız, bir tarihicimiz, bir fizikçimiz, bir siyasetçimiz, bir filozofumuz, bir teologumuz vb. var mıdır? Elbette bu ilimlerle uğraşanlarımız vardır. Ama benim sözünü ettiklerim, kitleleri etkileyecek ve İslam düşüncesi alanında yeniden uygarlığımızın gerekliliğine dikkatleri çekecek, M. Akif’imizin dediği gibi, “asrın idraklerine” İslam’ı tasdik ettirecek birilerini kastediyorum. Ben ümitsiz değilim. Zaman teori yapmak değil, eylem zamanı. Bu projeleri gerçekleştirme zamanı. O halde Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar, bu sorumluluklarının da farkındadırlar mı? Gelin hep birlikte farklarımızı fark ettirme ve fark etme yoluna yeniden girelim ve bismillah diyelim.