Toroslar’da ilginç bir yerden bahsedeceğim bu yazıda size. Turkuazın hâkim olduğu kısımlar dışında, düzlük hiçbir alanın olmadığı bir yer burası.
Ermenek’ten bahsediyorum. Toroslar’ın tam kalbinden. Çok enteresan bir coğrafya; bir yandan mağaraları bir yandan bin bir türlü çeşitliliği ile yetişen bitkileri, bir yandan ormanlık alanları, devasa şelaleleri…
Herhalde gitmesem, sadece fotoğraflarını görmüş olsam, yabancı bir ülke olduğunu düşünürdüm. Kanyonları ile nehirleriyle, baktığım her yer sanki ünlü bir ressamın tablosu gibiydi.
Evet oradaydım!
Bir yandan Akdeniz havasını soluyorsunuz diğer yandan biraz İç Anadolu kokuyor. Ermenek’e varmaya çalışırken, olağanüstü dağ manzaraları güzel kareler yakalamanıza vesile olsa da, e tabii uzun ve epey bitmeyen, bol virajlı yolları var. Herhalde güzele ulaşmanın zor olmasıyla ilgili bir durum…
En azından ben öyle yorumluyorum.
Orada edindiğim bir diğer bilgi doğa yürüyüşleri, dağ tırmanışlarına elverişli olduğu. Eğer macerayı seviyorsanız çıkmanız için hazır; bin beş yüz, iki bin metre yükseklikte bir dolu zirve var o coğrafyada. Yalnız şimdiden söyleyeyim öncesinden antrenmanlı gitmekte fayda var. Sonra sıkıntı olabilir. Uyarmış olayım.
Torosların kayalıklarından fışkıran doğal pınarlar inanılmaz güzel. Baktığınız her yerden böyle ince bir şey sızıyor. Ve o sızıntının sesinin ne kadar keyif verebileceğini tahmin etmenizi isteyeceğim sizden.
Ermenek’in tarihine de girmeyi ummuştum lakin giremeyeceğim çünkü Persler’den Romalı’lara, onlardan Selçuklu ve Karamanoğulları’na sonra Osmanlıya ve tabii şimdiye uzanan geniş bir hikâyesi var. Merak edenler olursa onları da ayrı bir yazıda yazabilirim.
Kilise, camii, konak, çeşme, hamam ne ararsanız hepsini görebileceğiniz bir yer olduğunu da söyleyeyim. Gılgamış’tan gelen hikâyeleri var mesela. Evlerin kapıları, pencereleri, o taş duvarları hepsi konuşuyor sanki. Ve ayrı ayrı her biri bir yazıya konu olacak cinsten bakıyorlar insanın yüzüne.
Bilahare dinlemem gerek.
Vakit darlığından dolayı gidemediğim bir dolu özelliği olduğunu, eve gelip internette Ermenek’le ilgili bir şeyleri karıştırırken fark ettim. Daha görülecek çok güzel yer varmış. Benim gidemediğim o yerlere de siz gidin lütfen. Zira bu kendinize yapacağınız büyük iyiliklerden biri olur.
Elbette o kadar çeşit ağacın arasında, o çok güzel şelalelerin aktığı yerde boş durmadım. Ne mi yaptım? Bol bol fotoğraf çekindim, çektim. Ha bir de bu yazı için düşündüm tabi. Gezip görüp geldim.
Evet oradaydım.
Eğer boş bir hafta sonu yakalarsanız mutlaka gidin Ermenek’e. Unutmadan, tekne turuna çıkmadan dönmeyin. Turkuazın iyileştirici etkisinden mahrum kalmanızı istemem.
Yazının sonuna lezzetli bir şeyler sakladım. Ermenek’in pekmez helvasını da tadın mutlaka. Tahin, kuru üzüm pekmezi ve çöğen otunun karışımından yapılıyormuş bu dediğim helva. Benim gibi tatlıyla pek de arası olmayan biri bile beğendiyse, hak ettiği üne tez zamanda kavuşması lazım diyorum ben.
Bitirirken, elma büyüklüğünde ceviz gördüğümü söylemeden edemeyeceğim. Bana ilginç gelen bir bilgi; Ermenek halkı sıcak yemeklerine de ceviz eklermiş. Denemek lazımdır belki de.
Sonuç olarak eğer bu bahsettiğim coğrafyaya yakın bir yerlerde iseniz, güzellikleri uzaklarda aramanıza hiç gerek yok. Keşfe açık, adeta cennetten bir kesit olan Ermenek, sizi bekliyor.
Nadire Kanyonu’nun etrafında tekne turu yaptığımı da söylemeden gitmeyeyim o zaman. Hem biraz kıskanın siz de. Belki bu vesile ile kendinize “yeniden başlamak için” bir iyilik yaparsınız.
Belki hemen bir bilet aldırmaz ama kafanıza tilkiyi soktum bence.