“Ömer bin Hattab radıyallahu anh, hac mevsiminde halkın ahvâlini incelemek için aralarına çıkmıştı. Bir ara Humus halkı yanından geçtiler. Onlara:
- Vâliniz nasıldır? diye sordu.
Onlar:
- Çok iyidir. Ancak kendine has bir şahnüşîn yaptırmış olup orada oturmaktadır, dediler.
Bunun üzerine Ömer, Humus vâlisine bir mektup yazdı, postacıya da Humus’a varır varmaz vâlinin şahnüşînini yakmasını emretti. Postacı Humus’a vardığı zaman mektubu daha vâliye vermeden odun toplayıp şahnüşînin kapısını yaktı. Vâliye durumu bildirdiler.
Vâli:
- Elçidir, ona karışmayın, dedi.
Postacı sonra ona mektubu verince, mektubu daha elinden bırakmadan Ömer’in yanına gitmek üzere atına binip yola çıktı.
Ömer onu görür görmez:
- Benim ardıma düş, dedi ve onu Harre denilen çöle götürdükten sonra –ki orası zekât develerinin otlanıp kaldıkları yerdi- ona:
- Çıkar o üstündeki elbiseni, dedi.
Ondan sonra ona deve tüyünden yapma çizgili bir aba vererek:
- Al bunu giy ve kuyudan su çekip develeri sula, dedi.
Adam da yorulup ter dökünceye kadar kuyudan su çekti. Ondan sonra Ömer:
- Sen ne zamandan beri Humus vâlisi bulunuyorsun? diye sordu.
Adam:
- Ben daha yeni tâyin edildim, dedi.
Ömer radıyallahu anh:
- Bunun için mi sen, yoksul, dul ve öksüzleri unutup da yüksek köşklerde oturuyorsun. İşine dön. Fakat bir daha böyle bir iş yaptığını işitmeyeyim, dedi.” (Hayâtü’s-Sahâbe, sayfa 167)
***
“Ömer radıyallahu anh, Hac mevsiminde halkı yanına çağırıp onlara vâlilerinin durumunu sorardı. Bir gün yine onları çağırıp:
- Ey Nâs! Ben vâlilerimi sizi dövsünler, mallarınızı sizden alsınlar, onur ve itibarınızı kırsınlar diye göndermiyorum. Onları, aranızda huzur ve âsâyişi sağlamak, fey’ ve ganimetleri âdilâne bir şekilde aranızda taksim etmek üzere size gönderiyorum. Eğer buna uymayan bir vâliniz varsa kalkın bana söyleyin, dediyse de kimse ayağa kalkmadı. Ancak bir adam kalkıp:
- Yâ Emîre’l-mü’minîn, senin falanca vâlin bana sayı ile yüz değnek vurdu, dedi.
Ömer, adamın söylediği vâliye dönüp:
- Niçin ve ne hakla adamı dövdün? Diye vâliyi azarladıktan sonra adama:
- O sana kaç değnek vurmuşsa sen de ona o kadar vur, dedi.” (Hayâtü’s-Sahâbe, sayfa 189)
***
“Ali radyallahu anh, bir vâlisine şu mektubu yazmıştır:
‘Dur acele etme biraz kendine gel. Farzet ki ölüm seni yakalamış ve aklanan kimselerin eyvah çektiği, suçluların pişmanlık duyduğu, zulüm ve haksızlık edenlerin “Keşke dünyaya bir daha gelseydik” diye hasret çektiği bir gündesin ve amel defterin sana uzatılmaktadır.’” (Hayâtü’s-Sahâbe, sayfa 228)
***
Bazı bedbaht insanların “cahil bedeviler” diye andığı o güzelim insanların medeniyetini çok özledim...
Mürteciyim, evet...
Hayatımızı karartan bu “aydınlık”tan kurtulup, ışık saçan “orta çağ karanlığına” dönmek için neler vermezdim...