Akıllı ve ergenlik çağına gelmiş kadın ve erkek her Müslümanın gündelik hayatında dini sorumlulukları yerine getirmesi imanının bir gereğidir. Bu sorumluluklar beş vakit namaz olur, oruç olur, hac olur, zekât olur, kurban olur, teravih namazı olur, bayram namazları olur, cenaze namazı olur vb. Dini açıdan hangi ibadetle sorumluysak, o ibadetlerle ilgili bilgileri sürekli yenilemek gerekir. Bu sebeple ramazan ayı gelmeden oruçla, hac mevsimi gelmeden hac yapmak kendisine farz olanlar hacla, kurban kesmek kendisine vacip olanlar kurbanla, zekat vermek kendisine farz olanlar zekatla, evlenecekler evlilikle ilgili dini bilgileri öğrenmelidirler. Hiç olmazsa ilmihal kitaplarından o bölümler önceden hazmedilmelidir.
Ramazan orucu Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicretinin ikinci yılında farz kılınmıştır.
Din dilinde oruç, ibadet niyetiyle, tan yerinin ağarmaya başlamasından itibaren güneşin batışına kadar yemekten, içmekten ve cinsel yakınlıktan nefsi men etmektir.
İmsâk ise, nefsi yemeden, içmeden ve şehevî arzulardan, kısaca orucu bozan hallerden men etmek anlamına gelir. İmsâk vaktinin girmesiyle birlikte, oruç süresi ve o zaman diliminde yasak olan şeyler başlar.
İmsâk kavramının zıddı, iftardır. Hiç oruç tutmamak bir iftar olduğu gibi, güneşin batmasından sonra da orucu açmak da bir iftardır. İnsanın hayatında yaptığı bazı maddî ve manevî fedakârlıklar vardır. Bunlara “değer biçmek” imkânsızdır. O, madde ile ölçümü mümkün olmayan ancak yaşanarak manevî anlamda anlaşılan bir durumdur. Bir görev yerine getirildiğinde bu durum ortaya çıkar. İşte, sırf Allah emrettiği için O’nun hoşnutluğunu kazanmak adına tutulan oruç görevinin bittiği anda yapılan iftar anı bu manevi hazzın, bu coşkunun tarifi mümkün olmayacak bir düzeyde yaşandığı bir zaman dilimidir. Her nerede bulunuyorsak; şehir, köy, kasaba vb. özellikle iftar vakti yaklaşınca, sosyal hayatta bir acelecilik, bir hareketlilik, bir hızlı yaşam biçimi sarar insanları.. Herkes bu atmosfere coşkuyla katılır. Evlerde de aynı telaş yaşanır. Sofralara bir bereket gelir. Herkeste bir iftar heyecanı, doruk noktasındadır Özellikle çocuklarda dinî duygunun şekillenmesinde bu heyecan atmosferinin yaşanması çok faydalıdır. Mazereti olmayan her Müslüman oruç tutmakla, dinî sorumluluğunu yerine getirmenin sevinç ve mutluluğunu doya doya yaşamalıdır. Adeta iftar, oruç görevini yerine getirmenin bayramı gibi bir şeydir. Aile ve toplum hayatında “iftarın” sevinç, haz ve mutluluğunu kelimelere dökmek zordur. O ancak, yaşanarak anlaşılır. Hz. Peygamber: “İnsanlar, vakti gelince iftar etmekte acele ettikleri müddetçe, hayırlı olmakta devam ederler” buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber (a.s), iftar açarken şu duayı yaparlardı: “Allah’ım! Senin hoşnutluğun için oruç tuttum, sana iman ettim, sana güvendim, senin rızanla orucumu açtım, Ramazan-ı şerif ayının yarınki günü orucuna da niyet ettim. Artık benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla. Ey bağışlaması bol olan Rabbim! Beni, annemi, babamı ve bütün müminleri kıyamet gününde bağışla!” Bu şekilde dua edilmesi peygamberimizin sünnetidir. Biz de bu sünnete uygun bir şekilde dua etmeliyiz.
Geceleyin oruç için yenilecek yemeğe de “sahur yemeği” adı verilir. Bu konuda Hz. Peygamber (a.s), “sahur yemeği yiyiniz. Çünkü sahur yemeğinde bereket vardır” buyurmuşlardır. İnsanın, ertesi günü bedenî ve fikrî açıdan güçsüz ve zayıf düşmemesi için sahura kalkıp, helâl olan bir şeyler yiyip-içmesi, güzel dinimizde tavsiye edilmiştir. Bir başka hadiste sevgili peygamberimiz: “Bizim orucumuzla ehl-i kitabın orucu arasındaki fark, sahurda yemektir” buyurmuşlardır.
Unutmayalım ki, sahur kelimesiyle seher kelimesi aynı kökten gelir. Seherlerle sahurlar birleştirilmelidir. Kur’an’da müminlerin özellikleri arasında; “sabreden, sözünde ve davranışlarında doğru olan, gönülden kulluk eden, sahip olduğu servet ve ilim gibi değerleri karşılıksız olarak insanlarla paylaşan kimselerden söz edilirken bir de seherlerde Allah’tan bağışlanma dileyen kimselerden bahsedilir. (Âl-i İmran 3/17). O halde seherlerde bir Müslüman, gönüllü ve içtenlikle, Kur’an okuyarak, gece namazı olan teheccüt gibi nafile veya kaza namazları kılarak, Allah’tan günahlarının bağışlanması için af dileyerek maneviyatını kuvvetlendirirken; sahurda ise, bedenînin kuvvetini artırmak için sahur yemeği yemelidir. Böylece seher ve sahur birleştirilirse, madde ve mana kaynaştırılmış olur. Herhalde ramazan ayının bereketi de budur.
Ne mutlu sahurları seherlere ayarlı olanlara!..