Oruç sosyal duyarlılıktır!

Mustafa Yiğit

Oruç ibadet olduğu kadar, sosyal duyarlılıktır!

 

Ramazan ayı;  bereket, ibadet, hayır ayı demektir.

İnsan nefsinin terbiye edildiği günlerdir Ramazan günleri.

Allah’ın yeryüzündeki elçisi olduğumuzu bilip buna göre davranmak için önemli bir fırsattır Ramazan.

Bu bir ay, diğer on bir ayımızı, hatta hayatımızın tamamını düzene sokmamız için önemli bir fırsattır.

Bu anlamda Ramazan, sadece aç kalmak, susuz kalmak değildir.

İnsanın sosyal bir varlık olduğunu, çevresinden bağımsız davranmaması gerektiğini salık veren bu ay,  bize her şeyden önce  “insan” olduğumuzu hatırlattığı için çok önemli.

Ramazan ayı üzerine daha pek çok şey söyleyebiliriz.

Ramazan ayı,  sadece ibadet ederek karşılığında cenneti kazanacağımız bir dinin mensubu olmadığımızı anlatması bakımından da çok önemli.

Evet, İslam sosyal bir dindir.

Kendini, kendi nefsini değil yanındakileri, hatta kurdu kuşu bile düşünmen gerektiğini söyleyen bir dindir.

Diğergam olmamızı söyler. Başkalarının dertleriyle dertlenmemizi, komşumuz açken kendimizin tok yatmamamız gerektiğini söyler.

Ancak bana gelen bir okuyucu mektubu İslam’ın bu boyutunun yeterince ve doğru algılanmadığını gözler önüne seriyor.

Biliyorum bu ayda yine televizyon kanallarına çıkacak medyatik hocalar, abuk sabuk konuları konuşacaklar, orucu neyin bozacağını, neyin bozmayacağını tartışacakları kadın programlarında boy gösterecekler.

Yine medyanın anlı şanlı yazarları bu tartışmaları köşelerine taşıyacaklar.

Oysaki orucun en önemli boyutunu es geçecekler yine.

Sosyal duyarlılıklara dair belki de tek bir cümle bile edilmeyecek bu tartışmalarda.

Nezaketi, İslam estetiğini, İslam duyarlılığını anlatan bir cümleye bile rastlayamayacağız belki de.

Çünkü yaşadığımız her gün, karşılaştığımız pek çok olay, sosyal duyarlılıklarımızı ve insanlığımızı yitirdiğimizi gözler önüne seriyor.

Bu Ramazan’da aşağıdaki mektubu bir de bu gözle okumanızı umuyor ve tutacağınız orucun Allah katında kabul edilmesini diliyorum.

 

 “Günaydın Mustafa Bey,

 

            Ben sizin bir okuyucunuzum ve sizin de bir özürlü olduğunuzu bildiğim için özürlü olan eşimle yaşadığımız sıkıntıları sizinle paylaşmak istedim. Mektubumu okuyucularınızla da paylaşılırsanız beni gerçekten çok mutlu edersiniz.

 

            Geçen gün eşimle eve gitmek üzere bir otobüse bindik. Otobüsün özürlüler için ayrılan tüm koltukları doluydu her zaman olduğu gibi. Eşim güç bela hareket halindeki otobüste bastonlarına dayanarak ayakta durmaya çalışıyordu. Eşimi gören ön koltuk oturanları ya başlarını çeviriyorlar ya da umursuzca gözlerimizin içine bakıyorlardı. Genç bir beyefendi yanındaki genç bayanı sanki birileri elinden alacakmışçasına ona sımsıkı sarılımmış başka birinin yer vermesini bekliyordu. Arka sırada oturan 15–20 yaşlarındaki iki genç spor kıyafetleri içinde hiç umursamıyorlardı bile. Sağ taraftaki ilk koltuk genç ve alımlı iki genç bayana ayrılmıştı sanki. Bir sonraki koltuk sakinleri de yerlerini iyice benimsemiş umursuzca oturuyorlardı. Kimse kalkmıyor yerinden. Eşim düştü düşecek. Bastonlarına dayanmak yetmiyor artık. Eşimi tutmaya çalışıyorum ama benim de gücüm yetmiyor. O kadar aciz ve zavallı bir durumdayız ki sorma gitsin. Bir Allah’ın kulu kalkıp yer vermiyor. Ben çaresizlik ve öfke ile şoföre dönüp;

 

-         İlk iki koltuk özürlülere ayrılmıyor mu artık! diye sert ir sesle çıkışıyorum,

 

Şoför;

 

-         Bakın orada yazıyor, ben ne yapayım insanlar insan değillerse! Zorla tutup kaldıramam ya!

 

Şoförle olan konuşmamız devam ederken hala kimse istifini bile bozmamıştı. En sonunda dayanamayarak hemen yanı başımızdaki koltukta oturan adama çıkışıyorum;

 

-         Lütfen kalkar mısınız oradan!

 

      Adam bir homurtuyla kalkıyor yerinden. Ve büyük bir tiksintiyle bakıyor yüzüme.  Bu ne yüzsüzlük, bu ne biçim bir insanlık hiç anlamıyorum. Zaten özürlülere ayrılmış olan koltuklardan kalkmak ancak bu kadar onur kırıcı bir hale dönüştürülebilir. Böyle davranmak zorunda kaldığım içim yüzüm kızarıyor. Eşim benden de kötü bir yüz ifadesiyle yığılıp kalmış zorla boşalttığımız koltuğa. Olanları unutmak ya da yerin dibine geçmek istiyoruz her ikimizde. Sağ ön koltuktaki orta yaşlı kadın;

 

-         A ne kadar ayıp zavallı sakata yer vermedi vicdansızlar! diyor sanki kendisi de onlardan biri değilmiş gibi. Ve bir dolu anlamsız lakırdı daha. Ne önde oturan genç kızın elini tutan adamın ne de diğerlerinin yüzleri kızarmıyor.

     

            Bu anlattığım olay yaşadıklarımızdan sadece bir tanesi. Benim bunları yaşadıktan sonra aslında söyleyecek ne bir sözüm ne de verecek bir insanlık dersim var. Bir insana insanlık dersi vermek bana düşmez ve de yakışmaz.

 

            Ancak, buradan sizin aracılığınızla her bir insana seslenmek istiyorum. Sözüm tüm insanlara… İnsanlığınızı koruyun çünkü hayatta sahip olabileceğiniz tek hazine insanlığınız!”