Rahmet iklimi Ramazan ayı, hayatımızı çok yönlü anlamlandıran bir kutlu aydır. Gerek bireysel ve gerekse toplumsal hayatımızda meydana getirdiği tesirleri ve değişimleri gözlemlemek, bu gerçeği anlamak için yeterlidir.
Sosyal statüsü ne olursa olsun, her insan için Ramazan ayı farklı güzelliklere teşnedir. Herkes için onun mana ve önemi, kendi hayatına yansımaları farklı farklıdır. Özellikle her yönüyle bereket olan bu mübarek ayın bütün zaman dilimleri manevi dünyamızı ihyâ ve inşa etmenin verdiği coşkuyla sarmalanırken, diğer yandan yardımseverlik duygularımızı daha çok depreştirmektedir. Bunun diğer bir sebebi de empati/duygudaşlık yapmamızdır. Yani, yoksulları kendi yerimize koyup bir nevi onların içinde bulunduğu durumu bizzat tecrübe etmemiz, yaşamamızdır. Bu durum, merhamet ve şefkat duygularımızı koyulaştırmakta, ben yerine başkası da, anlayışını geliştirmektedir. İşte bu bağlamda Ramazan ayının bize kazandırdığı en büyük katkılardan birisi de toplumun zayıf kesimlerini güçlendirme şuuru ve onlarla, sahip olduğumuz maddi ve manevi değerlerimizi paylaşma ahlakıdır.
Sosyal yardımlaşma ve dayanışma damarını besleyen argümanların başında; Kur’an ve sünnet kültürü gelir. Kur’an yardımlaşmayı özendiren emir ve tavsiyelerle doludur. Hz. Peygamberin hadislerinde bu konular çok canlı bir şekilde işlenmiş ve yaşanmıştır. O’nun; bir su ya da bir hurma da olsa başkalarına iftar yaptırmamızı öğütlemesi ne kadar güzel bir davranıştır!. Bu manada aslında herkes iktisadi açıdan kendisinden aşağıda bulunan insanlara bakarak onlara el uzatabilir. Pekiyi böyle bir davranış kimin yararınadır? Böyle insanların olduğu bir toplum nasıl bir toplumdur? Bu soruların cevabı herkesçe malumdur. Bencilliğin, egoizmin, benmerkezciliğin olmadığı, aksine, biz anlayışının, paylaşmanın, gönüller fatihi olmanın idealize edildiği bir toplumun değerler alanında insanlığa vereceği çok şeyler vardır. Ne yazık ki, bugün Müslümanların en büyük çıkmazı, iletişim vasıtalarından da istifade ederek dünyanın gündemine ‘değerlerimizi’ taşıyacak bir çabayı gösterememiş olmamızdır.
Gerçekten milletimiz iyiliksever ve çok duyarlı bir millettir. Son zamanlarda değerler alanında bir aşınma yaşanmışsa da buna rağmen hâlâ mağdurdan yana, mazlumdan yana, gözyaşından yana, ezilmişten yana bir tavrı vardır. Kendisi icabında mahrumiyet yaşar, ama başkasını yaşatır. Ramazan ayının girişiyle, bu millet ekmeğini, acılar içerisinde yaşayan bir Bosna’ya, bir Lübnan’a, bir Filistin’e, bir Irak’a, kısaca İslam ülkelerine yardım konvoyları göndermekle paylaşmıyor mu? Büyük şehirlerimizin merkezinde kurulan iftar çadırları bu milletin hasletlerini simgelemiyor mu? Hayra hizmete kendisine adamış sayısız ismi meçhul yardımsever zenginlerimiz, sivil kuruluşlarımız köy köy mahalle mahalle taramalar yaparak muhtaç insanlarımıza el uzatmıyorlar mı? Allah bunların yokluğunu göstermesin. Her birisi, sosyal ve toplumsal patlamanın etkisizleştirilmesinde sigorta işlevi görüyor. Bütün bu sivil oluşumlarımızın sorumluluk sahibi kişi ve kurumlarca bilinmesi, desteklenmesi ve takdir edilmesi gerekmektedir. Önemli olan bu kuruluşlarımıza yardım etmek. Bunu da bir ibadet şuuru ve neşesiyle yapmak kadar değerli bir şey olur mu? Hep yazılarımda dile getirmeye çalışıyorum. İmam-ı Gazâlî, ferdi ibadetlerle birlikte, sosyal nâfilelere ağırlık vermemizi tavsiye eder. Keşke bugün bu mesaj hayatın her alanında daha çok öne çıkarılsa! Geçmişte sûfi meşrepli kurumlar, eğitim, yardım, sağlık, imar gibi alanlarda büyük işler başarmışlardır. Bugün de bunların bir benzerini, ihtiyaç sahiplerinden hiçbir ücret talebinde bulunmadan yapan sivil, çağdaş oluşumlarımız var. Bu tür faaliyetler büyük millet olmanın göstergeleridir. Biz büyük bir medeniyetin çocuklarıyız. Her ne kadar kendimizi bu alanlarda güçlü görmesek bile, var olan imkânlarımızı başkalarıyla paylaşma ahlakını yaşatmamız gerekir. Bu bağlamda, yardım kuruluşlarımıza herkes kendi imkânları nispetinde sakalık yapmalıdır. İcabında bilek gücüyle, kalem gücüyle, madde gücüyle, hatta atı ve arabasıyla gönüllü ve içten katkıda bulunmalıdır. Âlimlerimiz ve sosyal organizatör alanında uzman bilge kişilerimiz dini metinlerimizi ve tarihi tecrübemizi dikkate alarak yeni organizasyonlar geliştirme yolunda çabalar sarf etmelidirler.
Allah’a inanan bir kimse, Allah’ın kendisine emanet olarak verdiği servetin bir kısmını, yine Allah’ın buyruklarına uyarak, toplumda iktisadi anlamda güçsüz kalan kimselere harcamaları imanlarının bir şartıdır. Yardım etmek sermayeyi eksiltmez, bilakis artırır. “Allah sarfettiğiniz şeyin yerine daha iyisini koyar.” (es-Sebe 34/39). Nitekim şu ana kadar, sadece verme gerekçesiyle fakirleşen bir şahsa rastlanmamıştır. Oysaki faiz, rüşvet, kumar vb. gibi yollarla fakirleşen ve iflas eden sayısız derecede insan bulunmaktadır.
Unutmayalım ki sosyal yardımlaşma ve dayanışma içerisine girmek toplumsal kompartımanlar arasında sevgi ve hoşgörüye dayalı barış köprülerinin kurulmasını sağlayacaktır. Bundan da daha güzel ne olabilir?