‘Çok oturgaçlıgötürgeç’i kullanamayanlar olarak “özçekim”i sevdik mi? Toplum bunu benimsedi mi? ve daha pek çok sorunun cevabı bu röportajda.
-Türk Dil Kurumu yeni çıkan kelimeler için nasıl bir yol izliyor?
-Kurum, öncelikle yeni çıkan kelimeler konusunda toplumsal zevki anlamak üzere bir anket düzenliyor. Alternatif görüşleri alınıyor ve değerlendiriliyor. Bunların sonucunda genelde toplumda en çok kabul gören kelime Türkçe karşılığı olarak tavsiye ediliyor.
-Selfie için “özçekim” denildi. Bu da aynı süreçlerden geçti yani.
-Elbette. Belirli bir anket çalışması yapıldı. Farklı kişilerle görüşülüp fikir alışverişleri yapıldı. Kamuoyunun desteği alındı ve bilim kurulunda da selfie’nin karşılığı özçekim olarak kabul edildi.
-Peki bu kelimelere bulunan karşılıklar tamamen benimsendi denilebilir mi?
-Yabancı kökenli kelimelerin dilimize kazandırılması noktasında yetkili merci olan Türk Dil Kurumunun belirlediği kelimeler yüzde yüz çözüm olmuyor. Biz kurum olarak sadece öneriyoruz, bağlayıcı bir misyonumuz yok. Ancak tavsiye niteliğinde kararlar alabiliyoruz.
-İnsanlar “istediklerini kullanacakları” konusunda tepki gösterebilirler.
-Şimdi denilebilir ki “İnsanların özgürlüklerini kısıtlıyorsunuz.” Selçuklu, Osmanlı, Cumhuriyet gibi evreleri yaşamış bir toplumuz, dil politikaları farklı siyasetlere göre oluşturulmuş.Siz herhangi bir çalışma yapmazsanız maalesef bunun önünü alamazsınız.
-Özçekim tuttu diyebiliriz. Mesela bilgisayar gibi sanki “computer” hiç yokmuş hep bilgisayar diyormuşuz gibi.
-Evet, o biraz zevkimize uygunses uyumundan da kaynaklanıyor olabilir. Toplum olarak kulağımıza hitap eden bir şey olunca bilgisayar gibi kabul görüyor. Diğer bir husus da bu problem sadece Türkiye’de değil Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkelerde çok bulundum onlar da bu konuda sıkıntı yaşıyorlar.
-Dil aslında biraz da sahip olduğunuz güçle ilişkilendirilebilir mi?
-Tabi.Bunu özellikle altını çizerek söylüyorum Türkiye’nin gelişmişlik seviyesi, ekonomik ilerleyişi ve ileri bir ülke olabilmesi bizzat kendisinin yeni mamuller, yeni ürünler üretebilmesi ve sonrasında da kendi ürettiği şeylere kendilerinin isim koyabilme gücünesahip olabileceğini düşünüyorum. Batı güçlü olduğu için dilleri güçlü;güçlü olmasalar bu denli dilleri güçlü olmazdı. Tarihi süreç içerisinde baktığımızda mesela bir dönem Fransızca çok güçlü neden çünkü Fransız İhtilali var.Sonrasında Fransızcanın yerini İngilizce (daha çok Amerika’nın kullandığı dil olması itibariyle) alıyor. Uluslar arası anlamda Fransızca bir dönem birinci sırada kapladığı alanı kim alıyor? İngilizce alıyor. Yine günümüzde ekonomik bir dev olma yönünde hızla ilerleyen Çin’in kullandığı dil olan Çincenin önemi gittikçe artmaktadır.
-Toplum psikolojisinin neden yabancı kelimeye ilgi duyduğunu anlıyoruz galiba?
-Kullanmak istiyoruz veya bunu bir kompleks olarak değerlendiriyoruz, kullanmadığımız zaman adeta eksik bir şey yapmış gibi oluyoruz. Veya Türkçe bir kelimenin yanına mutlaka İngilizce bir kelimeyi katıyoruz. Mesela uzlaşma ifadesi varken konsensüs ifadesini kullanıyoruz.
-Son yıllarda sanki Türkçe biraz daha önem kazandı, sizce de öyle mi?
-Son dönemlerdeki Türkiye’deki gelişmelere paralel olarak Orta Doğuda, Arap Dünyasında, Batıda Türkçenin öneminin gittikçe arttığını görüyoruz. Ben yakın geçmişte bir konferans vermek üzere Yunus Emre Kültür Merkezinin davetlisi olarak İskenderiye’ye gittim. (Yunus Emre Kültür Merkezleri, ülkemizin yurtdışı dilinin öğretilmesi konusunda önemli bir misyon üstleniyor. Dünyanın pek çok yerinde bu enstitüler var)İskenderiye Bu konferansa ilgi oldukça yoğundu. Genelde katılanlar İskenderiye Yunus Emre Enstitüsü’nde Türkçe öğrenen öğrenciler idi. 1987-1988 yıllarında Kahire de bulunduğum sırada Türkiye’ye Türkçe’yebu denli ilgi yoktu. Diğer başka yerlerde de bunu görüyorsunuz.
-Uluslararası çapta da Türkiye ismi biliniyor bu vesileyle Türkçe de biliniyor diyebilir miyiz yani?
-Uluslararası siyasette yer almanın ve tabi kendi başına karar verebilen, komşu ülkelerden tutun diğer aynı kültürel bağa sahip ülkelerle olan ilişkilerde daha iyi bir noktaya gelmiş olmamızın bir tezahürüdür. Oradaki üniversitelerde Türkçe bölümleri açılıyor ve Türkçe öğrenmek isteyen insanlarında sayıları gittikçe artıyor.
-Durum yurtdışında böyleyken biz içerde niye ısrarla bozuk Türkçe konuşuyoruz sizce?Yani şimdi gençlerin kendi aralarında konuşurken duyuyorsunuzdur, “Kaç dil biliyorsun” dedikleri zaman “Türkçeyi biliyorum” diyemeyecek durumda olanlar var. Yoksa bu sadece benim gözlemim mi?
-Bunun pek çok sebebi var. Özgürlüğü hor kullanıyoruz. Yabancıya bir hayranlık var. Verilen eğitimle de alakalı tabii. Belki yabancı dil konuşarak, kendini kanıtlamayı düşünüyor olabilirler. Birde bu olaya ideolojik bakanlar var. Arapça selam verince o kişinin bir siyasi görüşe bağlı olduğunu düşünebiliyorlar.
-Hi deniliyor mesela veya seeyou, byby kelimelerini çok duyuyorum ben.
-Evet, ne yazık ki var. Batı kültürünün etkisi ama bu sadece bizde değil, Afrika ülkelerinde, Arap ülkelerinde de var bu. Araplar Türk dizileri sayesinde Türkçe’ye ilgi duyuyorlar Türkçe konuşmayı bir ayrıcalık olarak görüyorlar. Ben çok karamsar değilim bu konuda. Bilinçli bireyler yetişiyor diye düşünüyorum.
-Medya ayağı da var aslında bu işin?
-Kesinlikle televizyonu başa koymak lazım. Çok tanınmış spikerler dahi çok basit hatalar yapabiliyorlar. Arapçadan Türkçeye geçişlerde Batılıların telaffuzunu kullanıyorlar. Böyle olunca da garip hoş olmayan şeyler ortaya çıkıyor.
-Sokağa çıktığımızda özellikle büyük şehirlerde tabelalara baktığınızda hep yabancı kelimelerle karşılaşıyoruz. Bu konuda ne dersiniz?
-Bir dönem tabelalarla ilgili caydırıcı maddeler vardı. Türkçe dışında tabelalar yasaktı. Benzeri bir şey yapılabilir belki. Belediyelere yetki verilebilir.
Aslında herkes “düzgün konuşalım” diyor ama bunu çok başaramıyor olmamızda biraz komik oluyor değil mi?
-Çok doğru. Türkçe’nin daha iyi kullanılması için adeta bir millî seferberlik uygulanmalı dersem yanlış olmaz. Başta özel televizyon kanalları olmak üzere kitle iletişim araçları, TDK’nın tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmeli. Eğitim ve öğretim işiyle meşgul olan öğretmenler, öğretim üyeleri ve yazarların düzgün Türkçenin yerleşmesi için çaba sarf etmeleri gerekir.
-Şu konuya da nasıl baktığınızı merak ediyorum ben. Binlerce dil kursu var ama hala yabancı dil öğrenme konusunda sıkıntı yaşıyoruz bu neden?
-Ben Londra’da bir süre kaldım nasıl bir dil öğretme metotları var bunu gözlemledim. Bizim yaptığımız hata bana göre insanları gramere boğuyoruz. Bu kurslarda gördüğüm şey sadece cümle bazlı ezber ve yoğun konuşma. Biz ise zamanlar, ekler, özne, yüklemde boğuyoruz kişileri. Pratikte kullanılan kalıpları, cümleleri öğrenmek isteyen kişi bunları hayatına yerleştirecek. Kullandıkça zaten çözülecek bir noktaya varacak. Duymak da çok önemli duyarak da öğrenmek çok iyi bir yöntem.
-O zaman bu söylediklerinizde bu konuda zorlananlara tavsiye olsun.
-Elbette. Yabancılarla görüşüp konuşmak önemli. Bugün İmam hatiplerde verilen Arapça veya Liselerde verilen İngilizce yeterli değil. Bunu nasıl sağlarız, bu konuda çalışmalar yürütmek lazım. Kişinin kendi çabası da bu noktada çok önemli. Kendi terminolojinize hâkim olmanız gibi konular önem arzeden noktalar.
-Evet, özellikle tercümanlar sanırım bu konuda fazlaca yetkin olmaları gerekiyor?
-Kesinlikle.Mesela özellikle konferanslarda çok karşılaşıyorum sağlıkla ilgili bir konu varsa tercümanın bu alan bilgisine sahip olması gerekir. Ankara’da yabancı konukların da bulunduğu bir etkinlikte konuşma yapan Genel Müdür bir yerde “tereciye tere satmak” ifadesini kullanınca tercüman bir an duraksayıp bu ifadeyi çevirmede güçlük çeker. O anda protokolde oturan yurtdışında uzun süre kalan biri yardımına koşar. “Dil Kültürdür” ifadesi doğrultusunda, dünyada kullanılan bütün diller o dilin konuşulduğu ülkelerin kültürleriyle iç içedir.
-Dili öğrenme, dilimizi doğru konuşma ve özenenden çok özenilen olma yolunda emin adımlarla ilerleriz umarım.
-Öyle diyelim. Çok karamsar olmaya gerek yok. İsteyip çalıştıktan sonra yapabiliriz; bizim çok güçlü bir potansiyelimiz var çünkü. Birçok konuda uluslararası başarılara imza atmış bir ecdadın torunları böylesi bir konuda başarılı olmamamız için hiçbir sebep yok.
Prof. Dr. Ahmet Kazım Ürün kimdir?
Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Doğu Dilleri Bölümünde öğretim üyesidir. Araştırmacı yazar Ahmet Kazım Ürün, lise öğrenimini Konya'da yaptı. Atatürk ve Ankara Üniversitesinde lisans ve lisansüstü eğitimini tamamladı. Değişik tarihlerde, bilimsel araştırma ve incelemeler yapmak üzere, Mısır, Suudi Arabistan ve İngiltere'ye gitti. Ürün, halen Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Röportaj: Hümeyra Uslu