Bir de “Özdemir İnce vakası” var ki, ne diyeceğimi bilemiyorum.
Dün, “Türban fesadı” diye bir yazı yazmış...
Nedense her şeyi, her talep kalemini, farklı her düşünceyi “fesat” diye tanımlı
yor bu arkadaş: “Türban fesadı”, “Anadilde eğitim fesadı”, “demokrasi fesadı”, “düşünce özgürlüğü fesadı...”
Hangi ihtiyaca cevap verdiğini bilemediğimiz Özdemir İnce, önce örtünmenin o kadar da iyi bir şey olmadığını anlatıyor, sonra da türbanın Kur’an’ın emri olmadığını kanıtlamaya koyuluyor.
Söylediklerine cevap verecek değilim.
Her satırı yıvış yıvış cehalet kokan bu yazının neresine cevap vereceksin!
Kaldı ki, örtünmek “Kur’an’ın emri” olsa ne yazar, olmasa ne yazar.
İnsanlar başlarını örtmek istiyorlarsa bundan Özdemir’e ne, bize ne, kime ne...
Kimi Kur’an’ın emri olduğunu düşündüğü için örtünür, kimi yakıştığı için, kimi saçını göstermekten hoşlanmadığı, kimi ailesinden öyle gördüğü için...
Kime ne!
Fakat, “şair ve entelektüel yazar” Özdemir İnce, türban karşıtlığını, sadece “karşıtlık”ta bırakmıyor. Hakaret ediyor... Türban “kahverengi faşist gömleği gibi, gamalı haç gibi bir simge”ymiş. Hadi türbana karşısın. Karşı olma hakkını sonuna kadar kullan... Kimsenin bir şey dediği yok... Peki, neden hakaret ediyorsun?
Hürriyet’te yazmak ayrıcalığı, aynı zamanda “hakaret ayrıcalığı” mıdır? Nedir? Ahmet Kekeç-Star