Osmanlı, şu veya bu saiklerle girdiği 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıktı. 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması ile de hem hukuki anlamda hem de temsiliyet düzeyinde tüm kurumlarıyla tarih sahnesinden çekildi. Temel nitelikleri Lozan Antlaşması ile çizilen Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923’de ilan edildiğinde bu geçiş, devletin yönetim şekli Cumhuriyettir olarak tescillendi.
1923 yılından 1950 yılına kadar tek parti iktidarının hâkimiyetinde, temel niteliklerin devrimler ya da diğer adıyla inkılaplar eliyle yerleştirilmesi süreci yaşandı. Nice bireysel ve toplumsal infazların yaşandığı bu dönemde hem sistem hem rejim kitlelerin muhalefetine rağmen değiştirildi. Bu süreç, özellikle 1938 -1950 arasında İsmet İnönü eliyle bir zulme dönüştürüldü. 26 Aralık 1938’de yapılan CHP üçüncü büyük kurultayında değişmez genel başkan ve milli şef ilan edilen İsmet İnönü, bu zulmü, “gizli oy, açık tasnif” yönteminin ilk kez kullanıldığı ve üç partinin seçime iştirak ettiği 14 Mayıs 1950 seçimlerine kadar devam ettirdi. Yani Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılından 1950 yılına kadar ki dönem “tek parti, tek adam” dönemi olarak tarihe kaydedildi.
1950 seçimlerinde, 1946 yılında kurulan Demokrat Parti, % 55,2 oy ve 416 milletvekiliyle iktidara gelince, Türkiye halkı bu kez Cumhuriyet içinde yönetimin askeri müdahale ile el değiştirmesi biçimiyle tanışmış oldu. Bu, halkı ikna ederek iktidar olamayan ceberrut yapıların, halkı ikna edecek başka güçleri devreye sokması yöntemiydi. Bu yöntem bu yapılara ilk olarak, 27 Mayıs 1960 yılında hizmet etti. Gerekçesine darbe yapanların bile şaşırdığı ve inanmadığı bir süreç sonunda, içinde Başbakan Adnan Menderes’in de olduğu 15 kişi idama, bunlardan üç kişinin infazına kalanın ve bunlara eklenen 31 kişinin ömür boyu hapse, 418 kişi de çeşitli cezalara çarpıtılmasıyla neticelendi. Maalesef o günden bugüne halkı ikna edemeyenler açısından bu yöntem, bir sigorta olarak hep kullanılageldi.
DP’nin kapatıldığı, Menderes ve arkadaşlarının idam edildiği 1960 yılından bu güne kadar, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 olmak üzere iki darbe, 12 Mart 1971, 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007 olmak üzere üç muhtıra, 22 Şubat 1962, 20 Mayıs 1963, 20 Mayıs 1969 ve 15 Temmuz 2016 olmak üzere dört başarısız darbe girişimi ve ayaklanma yaşanmıştır. Tüm bunları üst üste koyduğunuzda bu halk, 56 yılda tamı tamına dokuz kez müdahale yemiştir. Yani ortalama her beş yılda bir sivil iradeye bir dış müdahale yapılmıştır. Tüm bunlar neden yaşanmıştır? Çünkü sistem, yüzde kaç oy alırsanız alın muktedir olunabilen bir iktidar hakkı vermemektedir.
Bu sistemin değişmesi gerektiği aşikârdır. Kutsallamaya, değişmez ve değiştirilmesi bile teklif edilemez demeye gerek yok. Sistemin hangi yerleşik düzene hizmet ettiği tarihi kayıtlarla sabittir. Bu sistemin halka hizmet etmediğini görmek için siyaset bilimci, sosyolog falan olmaya gerek yok. 1960 ile 2017 arasında yaşamış olmak ve görecek göz, duyacak kulak, hissedecek kalbe sahip olmak yeterlidir. Ne zaman millet kafasını kaldırıp özünden birilerini emperyal güçlere ve onların içerideki maşalarına rağmen tercih etmişse, sistem kendinden menkul arızaları sebep kılarak bu tercihin kolunu kanadını kırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti bir devlet olarak bugüne kadar hiçbir döneminde siyasetçisi, bürokratı ve kurumlarıyla bu denli senkronize olmamıştı. Batı, kaybettiği uyumun Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye’de vücut bulmasına tahammül edemiyor.
Referandum, yakalanmış bu senkronizasyonun kalıcı hale getirilmesi oylamasıdır. İstikrarın, büyümenin, özgüvenin, liderden azade bir sistem haline gelmesi durumudur. İşte batı ve batıyla birlikte uyum halinde çalışanlar bunu istemiyor. Onların temennisi ve duası, bu istikrar hiç değilse liderin ömrüyle sınırlı olsun.
PKK/PYD, DEAŞ ve FETÖ’ye rağmen, onların ipini elinde tutan efendileri istese de istemese de Allah’ın izniyle bu süreç tamamlanacak ve bu millet yakın coğrafyasıyla birlikte yeniden daha özgür daha müreffeh ve inancıyla birlikte yaşayabildiği günlere kavuşacaktır.
Buna CHP ve HDP ittifakının karşı çıkıyor olması, içerik esaslı bir karşı çıkış değildir. Keşke öyle olmuş olsaydı, daha derinlikli tartışmalar yapılır ve konu tüm detaylarıyla milletimizce de anlaşılırdı. Ama bu ittifak, ne tarihinde ne de bugün halkın kendisini ilgilendiren bir meseleyi anlayabilmesiyle ilgili olmadı. Dahası halkla ilgili olmadı. O sebeple de dün nasıl kaybetmişlerse, referandumda da biiznillah kaybedecekler.