Sorumluluk mevkiinde olan insanların söz ve davranışları toplum katmanlarında derin yankılar uyandırır. Hele bu söz ve davranışlar belli bir gruba, belli bir kavme, belli bir dine, kısaca belli bir adrese yönelik ise, elbette taraftarlar nezdinde meydana getirdiği incinmeler protest çıkışların nedeni olabilir. Bu tepkilerin ayarı bazen dengeli olur bazen de kantarın topuzunun kaçmasına sebebiyet verebilir. İşte bütün bir İslam âleminin Papa 16'ncı Benedikt’e protest bir tavır takınmasının arkasında onun Almanya’da yaptığı konuşmada İslam’ı ve Hz. Peygamber’i tahkir edici sözleri vardır. Bu sözler hiç kuşkusuz çok kışkırtıcı, oldukça insafsız, adaletten yoksun ve haksız olmuştur. İslam’ın kutsallarına yönelik bu sözler bir bilim adamı kimliğiyle uyuşmadığı gibi, yaklaşık bir milyara yakın bağlısı olduğu bilinen bir dini liderliğe hiç yakışmamıştır.
İslam’da her şey çok saydamdır. İslam’ın gizli bir tarihi ve gizli bir bilgi anlayışı yoktur. Kur’an ve Hz. Peygamber’in hayatı bir bütün olarak detaylarıyla ortadadır. Bu alanda özgün eserler ve çalışmalar tarihsel süreçte zengin bir birikim oluşturmuştur. Hz. Peygamber’in yeni şeyler getirmediği iddiası, biraz dünya tarihi bilgisine sahip olan insan için gerçekten insaf sınırlarını zorlayan bir yakıştırmadır. Neden? Bu hakikaten bilgi noksanlığından değil, bilinçli bir görmezlikten gelme siyaseti izlemenin bir neticesidir. Kaldı ki, Vatikan’da İbn Teymiyye, Seyyid Ahmed Han, Muhammed Abduh, Ehl-i sünnet, Mu’tezile gibi kişi ve akımlar üzerinde akademik düzeyde çalışma yapan çok sayıda İslamolog mevcuttur. Bunların hepsi de Papa’nın danışmanıdır. Dolayısıyla Papa, danışmanlarından habersiz konuşma metnini hazırlamamıştır.
Bilindiği gibi Papa, Hıristiyanlık ve Helenizm arasında bağ kurmuştur. Yeni Eflatunculuğun sudûr nazariyesine göre Tanrı’dan ilk çıkan şey akıldır. Hıristiyanlığın akıl anlayışı buna dayanır. Bu tezden hareketle Papa, “İslam’da Allah ile akıl arasında bağ yoktur” demiştir. Biz onun sözünü böyle anlıyoruz. Kaldı ki, İslam’ın akıl anlayışı kurucu kaynaklarımız olan Kur’an ve sünnette müteaddit defalar vurgulanmıştır. Bu konuda Mu’tezile ve Mâtürîdîlik gibi Kelam ekollerinin akıl anlayışları ve tartışmalar dillere destandır. Bütün bunlara rağmen kalkıp bugün taraftarı bile olmayan Zâhiriye mezhebinin önderlerinden İbn Hazm’a atıfta bulunmak gerçeği saptırmak ve yanlış adreslere gönderme yapmak anlamına gelir. Elbette, Kelam ekollerimiz tenzihi bir dil kullanmışlardır. Mahiyetini bilmediğiniz bir varlık hakkında soyutlamacı bir dil kullanarak konuşmak, biraz da akıl yürütmek demektir. Daha doğrusu “soyutlamacı Tanrı anlayışının” arka planında bile rasyonel bir tavır vardır. Aksine Hıristiyanlıkta Tanrı o kadar somutlaştırılmış ki, netice de Hz. İsa’ya Tanrı denilmiştir. Doğrudur, Müslümanlar bu konuda çok tenzihçidir. Onlar, yaratan ile yaratılan arasını birbirinden ayırmada büyük özen göstermişlerdir. Bu bağlamda aynı özeni göstermeyen dinsel akımlar hep irrasyonel kalmışlardır. Burada rasyonel ve irrasyonel din ya da anlayışların hangisi olduğu taraftarlar tarafından çok iyi bilinmektedir.
Papa, yaptığı konuşmada İslam’ı kılıç dini olarak tanıtmış ve böylece İslam’ın cihad anlayışını da eleştirmiştir. Cihad’ın akla ve Tanrı’ya karşı olduğu iddiası akıl almaz bir değerlendirmedir. Hâlbuki İslamî bir kavram olan cihad, Müslüman fenomende daha çok entelektüel ve manevî bir faaliyet olarak tanımlanmıştır. Sadece tanımlanmakla kalmamış, bunun sayısız ürünleri ortaya konmuştur. Biz Papa’nın İslam’a yönelik haksız eleştirilerinin arka planında neyin olduğunu çok iyi anlıyoruz. İçinde yaşadığı Batı toplumu, bugün Hıristiyan köklerinden çok uzaklaşmıştır. Vatikan’da bile Pazar âyinlerine gençler katılmamakta, katılanların oranı ise, yüzde 20’lerde seyretmektedir. Batı hükümetleri anayasalarından Hıristiyanlığın temel değerlerini çıkarmışlar ve bu konuda Papa’yı dinlememektedirler. Gençlik nihilizme ve hedonizme kaymıştır. Kiliselerde görevli din adamlarının ortalama yaşı 60-65’dir. Hıristiyanlıkla yoğrulmuş Batı toplumları maddeci ve seküler bir yaşam tarzını tercih etmişlerdir. Papa, İslam üzerinden siyaset yaparak, Hıristiyanlığı tekrar diriltmek istemektedir. Dolayısıyla, yanlış bir at’a oynamaktadır. Hâlbuki Vatikan, 1960 yıllardan itibaren Müslümanlarla diyalog kuracağını deklare etmiş ve bunun da adımları atılmıştı.
Diyalog tanıma, şiddet dilini terk etme, önyargılarla hareket etmeme ve karşılıklı müsamahaya dayalı bir zemin üzerinde yapılabilir. Siz zemini tahrip ederek, bugüne kadar ileri sürdüğünüz iddialarınızı kendi ellerinizle bozarak ötekileştirdiğiniz patnerlerinizle nasıl diyalog kuracaksınız? Buradan biz, Vatikan’ın yeni bir konsept değişikliğine gittiğini anlıyoruz.
Diğer taraftan İslam dünyasında meydana gelen ya da getirilen üç-beş olaydan hareketle İslam’ın şiddet dini olduğu önermesine varmak âdil bir değerlendirme değildir. Papa’nın amacı, İslam’la şiddet arasında bağlantı kurarak, bakın bizimkisi böyle değildir, bizim mal, sevgi ve hoşgörüye dayanır, demek istemektedir. Bir defa Hıristiyanlıkta sevgi, bebek sevgisidir, insanlık sevgisi değil. Yani, Kilise’de Meryem’in kucağında bulunan bebek sevgisidir. Onların insanlık sevgisini (!) biz, Afganistan’da, Irak’ta çok iyi görüyoruz. Aslında muharref Hıristiyanlık intikam alma dini üzerine kurulmuştur. Çarmıha gerilmiş Hz. İsa heykelinin kilisenin ön tarafında herkesin gözü önünde kanlı olarak bulunması, Hıristiyanlığın kan ve şiddet üzerine kurulmuş bir intikam dini oluşunun göstergesi değil midir?
Elbette biz bir Müslüman olarak şiddetin her türlüsüne karşıyız. Hiçbir sebep, şiddeti ve cinayet işlemeyi haklı kılmaz. Buna rağmen günümüz İslam dünyasında şiddete yönelik bir takım hareketler meydana gelmektedir. Acaba bu şiddetin müsebbipleri kimlerdir? Bu şiddeti doğrudan İslam’la ve Hz. Peygamber’le irtibatlandırmak nasıl bir akıl işidir? Sosyal olaylar tek bir nedene indirgenebilir mi?
Hâlihazır İslam dünyasında cereyan eden fiili işgaller, savaşlar, kültürel hegemonyacılık, gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluk, halkın siyasal katılım taleplerinin geri çevrilmesi, insan hakları alanında ihlaller, üstünün hukukunun tatbik edilmesi, orantısız güç kullanma, cehalet, eğitimsizlik vb. gibi şiddeti besleyen faktörler üzerinde niçin durulmuyor? Bu halklar Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, Lübnan’da vs. kendi topraklarını işgal eden işgalcileri çiçeklerle mi karşılayacaktı? İşgal edilmiş vatan topraklarını savunmak şiddet midir? Asıl şiddetin aktörleri kimlerdir? Elbette bu soruların cevabı ayan-beyan ortadadır. O halde, yapılması gereken küresel barışın ve küresel adaletin gerçekleştirilmesi için bu sorunların âcilen çözülmesi gerekiyor. Kaldı ki, Papa'nın şiddeti yorumlaması Kilise için bir yenilik olabilir. Fakat Papa’nın İslam’ı yorumlamaya kalkması, onu yeniden tanımlaması anlamına gelir ki, buna hakkı yoktur. Tanımlamak ise, müdahale etmek demektir. Onun, böyle bir yorumda bulunması, hiç kuşkusuz dünya Müslümanlarını öfkelendirecektir.
G. Kepler gibi İslam dünyası raportörleri ve Müslümanlara akıl vermeye çalışan maaşlı stratejistler şunu iyi bilmelilerdir ki, artık dünya Müslümanları bundan sonra önlerine atılan yemler sebebiyle kolayca tutulacak bir balık ya da kolayca yutulacak bir lokma konumunda olmayacaklardır. Sanırım Papa’nın Türkiye ziyareti, İslam hakkındaki önyargılarını değiştirmeyecektir ama dini liderliğin büyük bir sorumluluk ve derin bir duyarlılık gerektirdiği dersini almasına vesile olacaktır.