Sobanın biraz sonra geçecek harından sonra geriye kalan yalnızlık olacak sesler dinince. Sessizliği, yalnızlığı ve sıkıntısıyla gece... İnsanoğlunun işlediği nice suça, yorgan olan gece... Gece, gözlere çekilen perde. Görünmeyeceği, bilinmeyeceği duygusunu veren karanlığı ile gece.
...
Sen göğe o en yakın olan yerde, toplayacak kadar yakından seyrederken yıldızları, Irak işgali sırasında bir çocuk, yıldızlardan düştüğünü düşünmektedir uykusunu bölen, ölümlere götüren bombaların... Gece aynı gecedir. Yaşanılan farklı.
...
Pilot vurulmadan nasıl döneceğini düşünür sadece, atacağı bombaların sonuçlarını değil. Onu planlamak başkasının işidir. O düğmeye basar sadece. Bombaları atan başkasıdır. Başkası için başkası ise kendisidir.
...
Çocuk nasıl sağ kalacağını düşünür sadece ve de bomba gürültülerinin ne zaman dineceğini. Belki bilmeden ölümü ister bitmesi için gürültünün, durması için bombanın. Atan ve yiyen kim olursa olsun, bomba yüreğimizdedir.
Ekranda, kumandanın sayılarında. Tuşa her basıldığında, içimizde insan kalan bir şeyler daha yitip gitmiştir; patlayan bombalar, gözlerimizden sızan görüntüler ve de yüreğimizde yer eden duyarsızlığımızla... Yürek, ayak gibi nasırlaşmıştır artık.
...
Birisi bomba düşünür geceleri biri yıldızlar. Öteki İstanbul'da veya bir başka yerde yataklardan gecenin hazzını toplamaktadır düşen bombalara ve çığlıklara inat.
...
İnsan geceyi içine çeker yalnızken. Bütün karalığı ile karartır insanı gece... Ondandır yakılır lambalar, yanar yıldızlar, ışıtır ama ısıtmaz dolunay... Gece aynı gecedir. Dualar için elverişli olan geceler nerede? Duaya yönelemediğimiz için mi geceyi bu kadar aydınlatma çabası? Duasızlığımızdan mı gecenin bu kadar sıkıcı ve kara oluşu? Göğün altında baktığımız yıldız, yüzümüzü ince bir ısıyla okşayan sabahın güneşi her yerde aynıdır. Erken kalkan herkese dokunur sabahın el değmemiş umudu. Aceleden kimse fark etmez kendisine sabah ile açılan yeni bir pencereden dokunan şeyin ne olduğunu. Şehirde pencereden baktığın zaman kavak yoktur, ondandır görünmez sabahın yapraklara dokunan eli.
...
Umutlar, küfürler, kahırlar... Bütün bunları bir kâğıt yüzeyine aktarmak zor. İfade etmeye zorlanıyor kelimeler, ya da ben mi demeliyim, insani bir var oluş ve yalnızlık sancısını anlatırken?
...
Ruhum dalgalı bugün. Beynimde tayfun, yüreğimde fırtına var. Ağzımda bir Gobi taşıyorum; kurak, sıcak... Gözlerimse, yazılan her kelimenin kıvrımlarını izlerken Karadeniz iklimleri gibi bulutlu. Belki birazdan yağacak... Ağzımdaki çöle bir yudum çay damlatıyorum. Gecedeki hüzün penceremden içeri sızıyor. (yoksa içimden geceye mi akıyor?) Ben yorgun, sessiz...
...
Yazılar arasındaki bu kopukluk denizden karaya vuran iki dalga arası boşluktur. Ruhum dalgalı. Düşünce dünyasından farklı kılınamıyor yazılar...
Sesimi geceye katıp bir çığlık atmak istiyorum. Bir yazı yazmak… Geriden gelene iz bırakmak… Kendimi var kılmak için. İçimden gelen boğuk sesimi ve kelimelerimi her yerde ve hep duyana, her yerde benimle olana, beni bütün varlığımla var kılana yönlendiriyorum. İşte gecenin (kaybedilen/kaybettiğim) anlamı...
Omuzlarım arasından yiyorum soğukları. İçime işliyor.
...
Ağırlaşan göz kapaklarım başka bir dünyaya açılmak için kapanıyor.
Tıpkı ölüm gibi. Uyku küçük ölüm, ölüm büyük uyku...
*Irakta kendisini ve başkasını patlatan bedenler üzerine duyulan acıdan dolayı, Irak işgalinden önce ikibinbir ekim ayında yazılmış olan bu yazıyı, Iraklı çocuk diye değiştirerek yeniden yayınlama gereği hissettim. Hala bu trajedi/vahşet yazıya geçirilemiyor hak ettiği bir şekilde.