Bir pazar yeri.
Algıda seçiciliğin öne çıktığı ve insanın dikkatini yönelttiğinden başkasını duymadığı yer.
O kadar çok mesaj geliyor ki her taraftan, şaşırmaya ve şaşkınlığa zaman yok. Bir an önce ihtiyacımız olan her neyse ona yönelmeli ve günün geri kalanını kurtarmalı. Eğer amacımız sadece gezmek ve gözlem değilse.
Dünyayı da pazar yerine benzetmişler. Neye ihtiyacımız olduğunu önceden belirleyip planlamamışsak hayatta veya dünyada ve bir hedef belirlemediysek, müthiş bir zaman kaybı ve verimsizlik bizi bekliyor demektir. Sürekli o tezgahtan bu tezgaha çekiştirilirsiniz. Tezgah sözcüğünü bilerek kullanıyorum. Dünya tezgahların çok olduğu bir yer. Ve her tezgah sahibi kendisinin en iyi olduğunu söyleyip duruyor. Bir planı ve hedefi olmayanların bu tezgahlara tutulup kalmaları kaçınılmaz. Ve gürültüden geriye kalan sadece baş ağrısı. Ve pişmanlık. Çünkü iyice araştırılmadan yapılan alışverişler ve elde avuçtakinin kaybı. Peki tesadüfen de olsa ilk karşılaştığımız , aslında baştan sona planlayıp araştırılma sonunda bulunacak en iyi tezgah olamaz mı? Olabilir. Ancak olabilme ihtimali okurken bile sizi gülümsetecek kadar düşük.
Bu öyle bir pazar yeri ki, orada her şey alınıp satılıyor. İnsan bile. Ve onun da müşterileri var.
Dönem dönem güç faktörü öne çıkıyor. Pazar mafyaları yani. Sizi zorla başkasından alamayacak hale getiriyorlar. Bazen de efsunluyorlar yani kandırıyorlar. Reklamlar. Pazara gelmeden daha şaşkınlaştırıyorlar ve hiçbir hazırlık yapmanıza gerek yok. Biz sizin için en iyisini hazırlar ve sunarız diyorlar. Siz keyfinize bakın.
O zaman olan biteni yeniden değerlendirelim.
Bir amaç belirlemek gerekiyor. Ben niçin pazara gidiyorum ya da niçin yaşıyorum?
İhtiyaçlarım ne?
Bunun için elimdeki kaynaklar neler?
Elimdeki bu kaynaklara göre ihtiyaçlarımı en kısa yoldan ve en faydalı nasıl temin ederim?
Bunu sadece kendi başıma planlayabilir miyim? Danışmaya ya da öğrenmeye gereksinim var mı?
En iyi nereden ve kimden öğrenebilirim?
Öğrendiklerimin uygulama olasılığı nedir? Gerçekçi mi?
Öğrendiğim ve bildiğimden daha iyisi ve daha uygulanabilir olanı var mı?
Benden önce diğerleri bunu nasıl yapmışlar?
Bunu en iyi yapanlar kimler? Onları modelleyebilir miyim?
Bir yandan kendim bu sorulara cevap bulup gereğini yaparken etrafımdakileri de uyandırabilir miyim? Görmezden geleyim mi tezgah önlerinde aldatılanları? Şahsiyet de ortaya koyuyum mu? Yoksa tüm bunları sadece kendim için mi yapıyım?
Ve bunu öyle yapmalıyım ki, dönüşte bana bu kaynakları sağlayana yaptıklarımla ilgili kolay ve rahat hesabımı veriyim? Alnım ak olsun. Elimden gelen tüm çabayı gösterdiğimden emin oluyum.
Aslında olan biten son derece basit. Karmaşık olan, durup düşünmeden, hikmetini araştırmadan, niçin diye sormamaktan kaynaklanıyor. Biraz zaman ayırıp sorulara cevap bulma süreci için çaba sarf etsek, karmaşa çözülecek ve görünenleri anlamlandırmak basitleşecek. Ve basitleştirmişler bizden öncekiler. Yanlış hatırlamıyorsam Yunus Emre’ye ait bir şiirden alıntı yapmak istiyorum:
Ana rahminden indik pazara,
Bir kefen aldık döndük mezara.
Onca karmaşa, onca gürültü bir kefen almak için.
Gülümsedi kılavuzum, etrafımız meraklılarla kalabalıklaşınca ve anlattıklarımı dinledikten sonra bir hikaye de benden hediye olsun dedi:
Bir fakîh, bez parçaları toplamış, sarığının içine ezip büzerek yerleştirmişti.
Bu suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet vermesini ve mescide gelince baş köşeye geçirilmesini istiyordu.
Elbiselerden parçalar almış, onlarla sarığını büyütmüştü.
Sarığının dışı, cennet elbiselerine benzemekteydi... fakat içi, münafık gönlü gibi rezil, çirkin bir şeydi.
Parça parça bezler, yünler, deriler... hep o sarığın içine gömülmüştü.
Bir sabah çağı, bu şatafatla bir şeyler elde etmek üzere medreseye giderken,
Hırsızın biri de dar bir yolda her türlü hilelere başvurup bir şeyler yapmak üzere bekliyordu.
Fakîh, o yola sapınca hemen başından kavuğunu kaptı, işini başarmak için koşup gitmeye başladı.
Fakîh arkasından bağırdı: oğul, sarığı çöz de öyle götür!
Böyle dört kanatla uçar gibi gidiyorsun ama götürdüğün hediyeyi bir aç da gör!
Onu, elceğezinle bir aç, ovala da sonra götür, sana helâl ettim!
Hırsız, kaçarken sarığı çözer çözmez içinden yola yüz binlerce bez parçası dökülüverdi!...
O bir şeye yaramaz, o olmayasıca sarığından kala kala hırsızın elinde ancak bir arşın doğru düzen bezceğiz kaldı!
Hırsız, elindekini yere vurup “A aşağılık adam, bu hileyle beni işimden gücümden ettin” dedi.(4/1578-1591 Mesnevi)
İçi dolu zannettiğimiz dünyayı kapma telaşındayız. Pazar hırsızları gibi. Kala kala bir kefen elde. Bir arşın bezceğiz. Ve devam etti Kılavuzum:
Fakîh dedi ki: “Hileyle seni yolundan alıkoydum ama nasihat yollu işi de anlattım!
Dünya da böyledir işte... bir hoşça açılır saçılır ama vefasızlığını da bağıra bağıra söyler!
Bu oluş ve bozuluş âleminde o hile, oluştur, nasihat da bozulmuş üstadım!
Oluş der ki: İzim kutludur... ardımdan gel! Bozuluş da git der, ben hiçbir şey değilim!
Ey baharların güzelliğine şaşırarak dudağını dişleyip duran, güzün sapsarı benzine ve mevsimin soğukluğuna bak!
Gündüzün güneşin yüzünü güzel görmektesin ama onun bir de batma zamanında ölümünü düşün!
Dolunayı şu güzelim çardakta bir hoşça seyredersin ama ay sonunda bir de hasretine bak onun!
Bir oğlan, güzellikle halkın efendisi olur... olur ama yarın da bunar, halka rezil rüsvay olur!
Gümüş bedenli güzellerin vücudu, seni avladıysa ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen bedene bak!
Ey yağlı, ballı yemekleri gören, yiyen, onların fazlasını git de halâ da seyret!
Pisliğe nerede senin o güzelliğin... nerede senin tabaklarda o hoş görünüşün, yerken senden duyulan o zevk, o lezzet, de!
O sana der ki: o taneydi... ben de onun tuzağıydım... sen avlanınca o tane gizlendi! (4/1592-1603 Mesnevi)
www.pozitifdegisim.com