PKK'lıları kahraman ilan etti

Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan, sivil insanları ve askerlerimizi katleden PKK'lı teröristleri 'yürekli, yiğit insanlar' olarak tanımladı

Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan, Taraf gazetesindeki dünkü yazısında büyük bir skandala imza attı. Altan, sivil insanları ve askerlerimizi katleden PKK'lı teröristleri 'yürkeli, yiğit insanlar' olarak tanımladı.

Skandala imza attığı yazısındA "Benim ölüme gidenlere, ölümü göze alanlara, Mavi Marmara gemisine binenlere, dağlara çıkanlara bir sözüm yok, onlar yürekli, yiğit insanlar, bir inançları var bu inanç uğrunda hayatlarından vazgeçmeyi göze alıyorlar." diyen Altan'ın şehit olan askerlerimizi bu nitelemenin dışında tutması ise dikkat çekti

İşte Ahmet Ahmet Altan'ın Taraf gazetesindeki dünkü o yazısı...

Bravo capitano!..

Çok güzel bir İtalyan karikatürü görmüştüm.

Birinci karede, mevzide askerleriyle bekleyen İtalyan yüzbaşı kılıcını çekip “Hücum!” diye bağırarak mevziden fırlıyor.

İkinci karede, yüzbaşı tek başına koşarken mevzide duran askerler “Bravo capitano!” diye alkışlıyorlar.

Etrafa bakıyorum da “ölüme koşanlar” olduğu gibi mevzide saklanıp onları “Bravo capitano!” diye alkışlayanlar da var.

Bu alkışlarla “capitano”un kahramanlığından kendilerine de bir kırıntı koparmaya çalışıyorlar.

Bu, bir karikatür olsaydı, halleri komik olurdu.

Ama bu hayat ve mevziden çıkıp koşanlar ölüme yakalanınca, bu, ucuz ve ahlaken sorunlu sahte bir kahramanlık oluyor.

Ölümü ve şiddeti alkışlayan herkes, aynı zamanda bu ölümlerin gerekliliğini, dolayısıyla da sürmesini tasvip etmiş oluyor.

Bazen ölüm, şiddet, çatışma “gereklidir” gerçekten.

Peki, bu “gerekliliği” belirleyen ölçü ne?

Kendinin ya da bir diğerinin özgürce yaşamasını sağlamak için başka hiçbir imkânın yoksa ölümü göze alıp çatışmak bir gerekliliktir.

Peki, özgür bir hayatı sağlamak için “ölmekten” başka imkânlar ve ihtimaller varsa, o zaman biraz insan sevgisi, biraz vicdanı, biraz ahlakı, biraz kendisine saygısı olan insan ne yapar?


“Gidin ölün, ölmekten başka bir çareniz yok” mu der yoksa “durun biraz, ölümden başka bir yol daha gözüküyor, onu deneyelim mi” der?

Hangisi?

Özgür bir hayatı kurmak ve insanları yaşatmak için en küçük bir ihtimal bile olsa, insanları ölüme alkışlarla göndermeden önce bu ihtimali de bir denemeyi mi önermeliyiz yoksa “boşver ihtimali, sen git öl, ben de seni alkışlayıp senin sayende kahraman olayım mı” demeliyiz.

Ben en küçük ihtimalin bile denenmesinden yanayım.

Ölmek her zaman mümkün.

Hayattan dönüş var, her istediğinizde ölüm kavşağına sapabilirsiniz.

Ama ölümden dönüş yok.

Yanlış kararlar verip, ihtimalleri yok sayıp, mevzilere saklanıp, insanları “Bravo capitano!” diye alkışlayarak ölüme gönderdiğinizde, ölen insanları bir daha geri getiremezsiniz.

Benim ölüme gidenlere, ölümü göze alanlara, Mavi Marmara gemisine binenlere, dağlara çıkanlara bir sözüm yok, onlar yürekli, yiğit insanlar, bir inançları var bu inanç uğrunda hayatlarından vazgeçmeyi göze alıyorlar.

Benim sözüm, o insanların ölmemesi mümkünken, onların inançlarını gerçekleştirmelerine yardım edecek “ölüm dışında çözüm” ihtimalleri bulunurken, bu ihtimalleri yok sayıp “tabii ki ölmek zorundalar, ölümden başka yol yok ki” diyenlere.

Mavi Marmara gemisinde ölenleri alkışlarla ölüme gönderen ve “Gazze’de çekilen acıları önlemenin başka yolu yoktu” diyenlere sormak isterim.

Gazze sorununu çözmek için “gemilere binecek insanların ölümlerinden” başka yol, başka imkân ve başka ihtimal yok muydu gerçekten?

“Büyük” Türkiye “dokuz insanını” öldürtmeden sesini dünyaya duyuramıyor mu, eğer insanları ölmezse Türkiye’nin itirazlarını kimse dinlemiyor mu, eğer dinlemiyorsa bu kadar güçsüz bir toplumun itirazları insanlarını öldürtse bile duyulmaz, eğer dinliyorsa neden o insanların ölüme gitmesine göz yumdunuz?

Dağlardaki çocuklarla ilgili soru daha da yakıcı.

Kürt meselesinin silahtan başka çözümü yok mu gerçekten?

Yapılacak yeni bir anayasa, “eşit vatandaşlık” haklarının bu anayasada güvenceye alınması, demokratik özerkliği, anadilde eğitimi, iki dilliliği, seçim barajının düşürülmesini Meclis’te tartışmak, Öcalan’a İmralı’daki müzakereler yoluyla ev hapsine giden yolu açmak, bu meselenin çözümüne “silahlar” kadar yardımcı olmaz mıydı?

En azından, “insanların ölmesi, şiddetin sürmesi gerek” diye bağırıp ölümleri alkışlamadan önce bu ihtimallere de bir fırsat verilmesini savunmak gerekmez miydi?


“Ölümü ve şiddeti” geniş bir anlayışla karşılayanların, silahsız bir çözüm ihtimaline karşı hiç mi anlayışları bulunmuyor?

Dağdaki insanların ölümü seçtiği hallerde bile, evinde, işinde, gazetesinde oturanların görevi onların ölmesini ve öldürmesini alkışlamak mı yoksa insanların ölmemesi için güçlerinin yettiğince çaba göstermek, en küçük bir ihtimali bile sonuna kadar değerlendirmek için mücadele etmek mi?

Son zamanlarda gazete köşelerinde “Bravo capitano!” diye bağıranlar çoğaldı.

Mevzide saklandıktan sonra istediğin kadar alkışlayıp kahramanlık şarkıları söyleyebilirsin ama cesaret, mevzide saklanıp alkışlarla insanları ölüme göndermek değil.

Cesaret, böyle zamanlarda, ya capitano’yla birlikte koşmak ya da koşanları ölümden kurtarabilmek için “lanetlenmeyi”, bütün dostlarının düşman olmasını göze alıp gücünün son damlasına kadar uğraşmak.

Medya Haberleri

Yapay zeka ile Müslüm Gürses albümü
Hataylı Minik Yetenek Ahmet Kazar, Haluk Levent ile Aynı Sahneyi Paylaşmak İstiyor
Okan Yalabık’ın Gençlik Hali Görenleri Şaşırttı!
Ankaralı Turgut’tan kötü haber geldi
Akasya Durağı’nın Dilek'i yıllar sonra ortaya çıktı