Polemiğe Girmenin Dayanılmaz Hafifliği…
Aslında hep ilgimi çekmiştir köşeden köşeye polemiğe girenler…
Ama bana bir türlü nasip olmamıştı, kısmet bugüneymiş.
Gazetemiz yazarlarından İmren Pekşirin, geçtiğimiz gün “Mustafa Yiğit şu duaya ne der?” başlıklı bir yazıyla “Türkan Saylan”la ilgili kaleme aldığım iki yazımı ve orada dile getirdiğim görüşleri eleştirmiş.
Eleştirmek muhakkak ki güzel bir şey, hakikatlere de ancak soruduğumuz isabetli sorularla ulaşabiliriz.
Ancak Pekşirin keşke bana bu soruları sorarken Vakit gazetesinden aldığı “kes yapıştırlarla” değil de kendi özgün düşünceleriyle hareket etseydi.
Geçtiğimiz hafta içinde vakit gazetesinde CYDD’den burs alan ve Saylan’ın sağ kolu olan bir itirafçıyla(!) yapılan röportaj aslında benim de ilgimi çekmedi değil.
Gazetenin “Saylan İHL mezunu olduğumu öğrenince çılgına döndü…” başlıklı haberinde Türkan Saylan’a ilişkin ilginç itiraflar yer alıyor.
İmren Pekşirin’in sorduğu soruların büyük bir kısmı orada da dile getirilmiş.
Röportaj veren kişi ilginç biri.
Ben onun kadar uzun süreli ÇYDD’nin faaliyetlerinin içinde yer almadım.
Hatta bir iki defa gitmişliğim vardır, ya da yoktur derneğe.
Bu röportajı veren kişi tam anlamıyla ÇYDD’nin içindeymiş!
Hatta o kadar içindeymiş ki, o kadar güvenilir biriymiş ki, bir gün ÇYDD’nin başına geçirecekmiş Türkan Saylan bu zatı.
O kadar içindeymiş ki, gizli gizli namaz kılıyor, oruç tutuyormuş ÇYDD evlerinde.
Bir Müslüman namazı niye gizli kılar, orucu niye gizli tutar işte onu anlamış değilim.
Hangi Müslüman’a yakışır ibadeti gizlemek.
İnsanlar niye “Müslüman” olduğunu gizler...
Madem ÇYDD senin ibadetine, namazına, orucuna engel bir dernek, bu kadar zahmete ne gerek var, namazı rahat rahat kılacağın, orucu rahat rahat tutacağın derneklerden niye burs almazsın…
Takiye sözcüğü tam da buraya mı denk düşüyor ne…
Aslında İslam’da takiye için bile belli şartlar vardır.
Bu şartlardan hangisi gerçekleşmiş, kim onu olduğu gibi olmamaya zorlamışta bu arkadaş böyle davranmış.
Çok şükür ki, ben kimsenin sağ kolu olmadım.
İnsanların sadece dostu, arkadaşı oldum.
Kendi kimliğimle, kendi inancımla arkadaşlıklar kurdum…
Hayatımın her döneminde de böyle davrandım.
Zaten kendi dünya görüşümden taviz vermem istenseydi muhtemelen o gün Türkan Saylan’la bir daha görüşmezdim ve bu iş kapanırdı.
Burada tekrar söylüyorum, Türkan Saylan bunların hiç birini benden istemedi.
Hep milliyetçi- muhafazakar kimliğimle yaşadım.
Hep öyle bilindim…
O yüzden de itiraf edecek hiçbir şeyim yok.
Ben sadece “benim gözümle Türkan Saylan”ı yazdım.
Hiç öyle alengirli, tuhaf ilişkilere girmeden, yanlışa yanlış, doğruya doğru demek suretiyle bugüne geldim.
Türkan Saylan’ın arkasından yazdığım yazılarda da bunu dile getirdim.
Açık beyanları olmadığı sürece kimseyi küfürle itham etmek benim haddime değil…
Bunu Allah’a bırakır, insanların “iyilik” ve “kötülük”lerini Allah’ın ahirette karşılıksız bırakmayacağına inanırız.
Çok şükür ki, biz kendimizi yalnızca Allah’a kul olarak görenlerdeniz.
Kulların da nereye gideceğine ahirette kimlerle birlikte olacağına hüküm vermenin haddimizi aştığını da bilenlerdeniz.
Ve bugüne kadar iyi bilirdim dediğim bütün insanlarla da “dünya ve ahirette” birlikte olmak isterim…
Ben İmren Pekşirin’in samimiyetine gönülden inanıyorum.
Ancak inandığım bir şey daha var ki, İslam’ın şekline yakın olduğu oranda, özünden ve hikmetlerinden uzak olan riyakar, çıkarcı, istismarcı, kul hakkı nedir bilmeyen “Müslümanlarla” bu dünyada da ahirette de asla birlikte olmak istemem.