PTT’nin P’si

yazar-35

Türkiye’de –belki birçok ülkede- devlet örgütlenmesinin halka en yakın kurumlarından biri PTT olagelmiştir. Postacı, toplumumuza öğretmenden bile daha yakın, daha sevimli, daha sıcak bir görevlidir. Öğretmenin hizmetinden yararlanmak için çocuğumuzu okula kayıt ettirmemiz, resmen belirlenmiş birörnek giysiler edinmemiz ve giydirmemiz gerekir. Oysa postacı, hizmeti bizim evimize getirir, kapımızı çalar. Biz de kapımızı ona güvenle açar, uzaklardaki yakınlarımızdan getirdiği bir mektubu, bir kartı onun elinden heyecanla alırız.

Gerçi iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, cep telefonu ve internetin yaygınlaşması, çoğu insanda mektup yazma, kart yollama alışkanlığını epeyce törpüledi ama yine de postacılarımıza, iletecekleri yazılı, basılı mektup, belge, vb. emanet eden kişiler ve kurumlar var.

Geçen gün, aylar sonra bir arkadaşıma mektup yazdım. Zarfım yoktu. Bir büfeden zarf aldım. Zarfın üstüne adresi postanede yazmak niyetiyle tarihî PTT binasına girdim. Dışarıda hava hayli soğuktu ama postane sıcacıktı. Cebimden kalem çıkarmaya davranırken, oraya bizim için –PTT’nin hizmetlerinden yararlanmak isteyen vatandaşlar için- konmuş tükenmez kalemi fark ettim. Çok sevindim. Eskiden burada birbirlerinden ya da memurlardan kalem isteyen insanlar gördüğümü hatırladım. Cebimden kalem çıkarmaktan vazgeçip PTT idaresinin bizim için koyduğu, yere düşmesin ya da dalgınlıkla alınıp götürülmesin diye sabitlediği o güzel tükenmez kalemi alıp zarfın üzerine adresi keyifle yazdım. Buraya kalemler koymayı akıl edenleri kutlamak, onlara teşekkür etmek geçti içimden.

Ertesi gün, İstanbul’daki oğlumdan bir mesaj aldım. Mesajında kız kardeşine yolladığı mektubun gelip gelmediğini soruyordu. Henüz gelmediğini bildirdim. İkinci mesajı şöyleydi: “…… postane! Buradan Almanya’ya dört günde, Konya’ya on iki günde mektup iletildi, biliyor musun?”

Oğlumun delikanlı öfkesiyle yazdığı, postaneye hakaret anlamına gelen o kötü sıfatı buraya açıkça yazmak istemedim. Aslında İstanbul’dan Konya’ya bir mektubun on iki günde ulaşıyor olmasına inanmak da istemiyordum ama… Ankara’daki kızımın da ikide bir telefon edip ÖSYM tarafından gönderilmiş olması gereken bir sonuç belgesinin gelip gelmediğini soruşunu, her defasında henüz gelmediğini söyleyişimi hatırlayınca kafam karıştı. Benim Ankara’ya yolladığım mektubun ne zaman ulaşacağını de merak etmeye başladım.

PTT’nin P’sinin yani “posta” hizmetinin yavaşlığına ilişkin bu şikâyetlerden söz ettiğim biri, “Siz de paraya kıyıp APS ile gönderin!” demez mi? Canım çok sıkıldı. Posta idarecilerinin ve çalışanlarının da böyle düşünüyor olabilecekleri aklıma gelince, canımın sıkıntısı daha da arttı. Bu düşünüş biçimi, bu mantık, bana çok acımasız ve terbiyesizce geliyor. Bu mantıkta sırıtan, yoksulluğu ve yoksulları aşağılayan merhametsizliği, zalimliği görmemek, bu insafsız merhametsizlik ve zalimlik karşısında öfkeye kapılmamak mümkün mü?

Posta idarecilerinin ve çalışanlarının “Paraya kıyıp Acele Posta Servisi ile gönderin!” diyeceklerini, bu düşünceyle normal posta hizmetlerini savsaklayacaklarını, aksatacaklarını düşünmek bile istemiyorum. Ama…                   

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.