Ereğli Dershanesi’nin kurucularından emekli öğretmen Rahim Demirbaş, benim öğretmenim olur. Öğretmenler Günü kutlamalarının devam ettiği bu hafta da onun ağaç sevgisini anlatan, orman yapmak için verdiği mücadeleyi kendi diliyle anlatan yazısını yayınlamak istiyorum. Verdiği mücadele karşısında saygı duyuyor ellerinden öpüyorum.
'Değerli öğrencim Cuma Ali, Ben emekli bir öğretmenim. Konya Ereğli'sinin Beyören Köyü'nde 1940'ta doğmuşum. Köyüm ülkemizin en fakir köylerinden birisi, doğru dürüst suyu ve yolu yok. Bir zamanlar 220 hane olan köyümüz şimdi 40 haneye kadar düştü. Çoğunda tek başına yaşayan insanlar oturmakta. Öldüklerinde kapıları kapanacak. Topraklarımız kıraç.
Ziraatın tahsilini yapanlar da gelip köylerde yol gösterici olamadılar. Durum böyle olunca da köylü köyü terk etti. Elindeki avucundakini satarak şehre gelen insanımız 200 metrekare yerde köyü yaşamaya çalıştılar. Çoğu amelelik ve seyyar satıcılık yaparak hayatlarını idameye kalktılar. Çocuklarını da çok parlak şekilde okutamadılar. Bunların çoğu işsizler ordusuna katıldı. Bizim sokak çocukları veya kapkaççı diyiverdiğimiz çocuklar; şu an köyde yaşayan çocuklardan değil. Şehre göç etmiş ailelerin yavruları.
Sayın öğrencim, ben hep düşündüm. Her köye fabrika yapmamız mümkün değil. Lakin köylüyü köyünde tutmak, köyleri şehir imkânlarına kavuşturmak gerekir. Köyde oturanların çocukları daha güzel okuyabiliyor. Köyden şehre gelen çocuklar sadece okumak için geliyor. Köylü okuyabileceğine güvendiği ve okumaya istekli çocuğunu şehre gönderiyor. Şehre yakın olanlar da servis temin ederek çocuğunu okuması için gönderiyor. Okumaya gelmeyenler de köydeki işleri ile uğraşıyor.
Bizim köyün dağları bir zamanlar ormanlarla kaplıymış, içerisinde ceylanlar bile gezermiş. Dağın pek çok yeri üzüm bağı sekilerinin kalıntısı ile dolu. Şimdi dağımız olmuş bir çöl. Erozyon, toprağını sıyırıp götürmüş. Ağaç dikmek istesek bile pek çok yerinde toprak kalmamış. Ben bundan 40 yıl önce beş şeker çuvalı meşe palamudu bulup geldim. Köylülerimizle dağımızın bir bölümüne bunları diktik. Palamutların pek çoğu yeşerdi. Ne yazık ki koruma imkânı olmadığı için hayvanlar pek azının yaşamasına fırsat verdi. Yine de bu orman sevdamdan vazgeçmedim. Güzel yurdumun çeşitli yörelerinde çalıştıktan sonra (Dinar Lisesi, Konya Gazi Lisesi, Çiğli Hava Lisesi askerken, Kars Çıldır Lisesi, Iğdır Lisesi, Kayseri Lisesi, İvriz Öğretmen Lisesi, Konya Sanat Okulu, Selçuk Üniversitesi) emekli olup memleketime döndüm. Allah fırsat verdi, 1998 yılında köyümde kendime ait taşlık (Traktörle ziraat yapılamaz) üzerinde kendi öz imkânlarımla orman dikmeye başladım. Biraz birikimimle kooperatiften temin ettiğim evimi satarak arazimin etrafını hasır telle çevirdim. 8 km mesafeden bir parmak kalınlığında bulduğum bir suyu borularla, orman diktiğim araziye getirdim. Burada havuzlarda topladım. Bu suyu ağaçlara can suyu olarak kullanıyorum. Şu ana kadar 100 çeşide yakın sedir, çam, dişbudak, meşe, mavi servi, mahlep, ceviz, antepfıstığı vs.) on bin ağaç diktim Bu ağaçlar bugüne kadar güzel büyüdü. Boyları 50 cm ile 5 m arasında değişiyor. Fırsat buldukça dikime devam ediyorum. Tek sıkıntım suyun yetersizliği. Bu kadar az su ile daha fazla büyümem mümkün değil. İki defa kuyu kazdırdım. Birinde 144 m. inildi. Kuyucu benim iyi niyetim ve acemiliğimi istismar etti. Su var tamam deyip kuyuya kılıf borusu atıp çakılladı. Sonunda da ne yapalım su yokmuş dedi. İkinci defa kuyucu buldum, o da ancak 30 m. inerek 'Benim gücüm yetmiyor, sana kuyuyu köy hizmetlerinin makineleri kazabilir' deyip işi bitirdi.