Rahim Özkaymak

Konya’da sayısız iş kolunda öncülük eden, siyasetten iş dünyasına kadar pek çok alana damgasını vuran, bir dönem yaptığı otobüsler ile Türkiye’nin Rahim Ustası...

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri

 

Rahim ÖZKAYMAK

 

Özkaymak denildiği zaman, bu şehirde yediden yetmişe herkesin bildiği, tanıdığı ve önce bu kentin ardından da ülkenin birçok ilinde ekonomik bazda büyük yatırımların kurucusu, mimarı Rahim Özkaymak gelir. Ve işte yazı dizimizin bu bölümünde konuk ettiğimiz Rahim Özkaymak, yazılı basın tarihinde ilk kez böylesine samimi, içten bir sohbet ile Özkaymak ailesinin bilinmeyen yönlerini anlattı. Hiçbir yerde duyulmamış, görülmemiş hatıraları ilginç yaşam öyküsü ile işte Rahim ÖZKAYMAK.

 

KALE VE DOKUZ KÖYLERİ’NİN AĞASI:

DEDE MEHMET ÖZKAYMAK

Kaymaklar sülalesinden dede Mehmet Özkaymak zamanında aile, bugünkü mandıracılığı Kale ve Dokuz köylerinde yaparmış. Tabii o zamanlar bu topraklarda yerleşim merkezi yokmuş. Bu verimli toprakları keşfeden aile büyükleri burada, hayvancılık öncelikli olmak üzere çiftçilik yapmaya başlamışlar. Burada çalışacak insanları, aileleri ile beraber bölgeye taşıyarak tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlar. Gel zaman git zaman buralarda nüfus çoğalmaya, ailelerin büyümesi ile de yerleşim alanları genişlemeye başlamış.

 

KAYMAK SOYADI ÜÇ AYRI AİLEYE BÖLÜNMÜŞ

Ailenin yaş kütüğünde gerilere, derinlere doğru inilmeye çalışıldığı zaman 1700’lü yıllara kadar gidiyor. Ayrıca aile mezar taşlarında ‘Karamanoğlu Kaymak İbrahim’, ‘Karamanoğlu Kaymak Süleyman’ gibi Osmanlıca isimler yazılıdır. Ancak bu büyüme de zaman içerisinde bölünme dönemine geliniyor ve bu birliktelik 1930 yılında üç ayrı soyadı ile birbirlerinden ayrılıyor. Kaymak, Hacıkaymak ve Özkaymak aileleri kendi içlerinde zamanla birlikte yeniden büyüyorlar.

 

1.CİHAN HARBİNDEN SONRA TOPRAKLAR BURADA YAŞAYAN AİLELERE BIRAKILIYOR

Dedelerden sonra özellikle de 1. Cihan Harbinden sonra genç nüfus Kale ve Dokuz köylerindeki baba yadigârı topraklara sahip çıkmıyor. Ve yine tarihin acımasız çarkı aile için hızla ilerlerken bu topraklar mevcut yapıları ile olduğu gibi burada çalışan insanlara “ekin, dikin; bu topraklar sizin” diyerek, bırakıp aile Konya merkeze yerleşiyor.

 

MİNİK RAHİM DÜNYAYA GELİYOR

Günlerden 17 Ekim, yıllardan 1937. Bugünkü Araplar Mahallesi Küçüksinan Sokak’taki Mevlüt ve Ayşe çiftinin evinde tatlı bir heyecan yaşanmaktadır. Aileye Rahim ismi verilen bir bebek daha katılmıştır. Baba Mevlüt Özkaymak, hayvancılık ve ticaret yaparak ailesinin geçimini sağlamaya çalışırken anne Ayşe Hanım evinin kadını çocuklarının anası ve eşinin de biricik yardımcısıdır.  Minik Rahim ağabeyi İsmail ve kız kardeşi Sebahat ile gelecekte mutlu, huzurlu ve sağlıklı bir hayat yaşayacaktır.

 

AİLE BABA İLE AYNI EVDE YAŞAMAKTADIR

Mevlüt ve Ayşe çifti çocukları ile birlikte babalarıyla aynı çatıyı paylaşmaktadır. Çünkü Konya’da geleneksel aile hayatında erkek evlat babasının yanına evlenmekte ve çocukları ile birlikte yine anne ve babasıyla yaşamaktadır. Rahim Özkaymak 4 yaşına geldiği zaman aile önce İnce Minare’nin arkasına yerleşecek, daha sonra ise dede Özkaymak bu ayrılığa dayanamayarak gelip eşyaları toplayacak ve aileyi Araplar’da çocuklarına aldığı yeni eve taşıyacaktır. Aile daha sonra da 1963’te iş yerim olan İstanbul Caddesi ve Mevlana Caddesi arasında bir eve taşındı.

 

ÖNCE ŞEHİT SADIK İLKOKULU DAHA SONRA DA CUMHURİYET İLKOKULU

Minik Rahim okul çağına geldiği zaman baba elinden tutar ve oğlunu Araplar Mahallesi’nde ki Şehit Sadık İlkokulu’na yazdırır. Rahim Özkaymak, 1. sınıftan 4. sınıfa kadar bu okulda okurken, 5. sınıf olmadığı için Musalla Mezarlığı’nın oradaki Cumhuriyet Okulu’na nakil yapılır ve bu okuldan mezun olur.

OKULUNUN BİRİNCİSİ MATEMATİK DERSİNİN SÜPERİ MİNİK RAHİM

Rahim Özkaymak’ın Şehit Sadık İlkokulu’ndaki ilk öğretmeni Mehmet Çekirdekçi’dir. Bütün derslerinde başarılı olan ve ilkokulda her sene okul birincisi olan Rahim’in ise en çok sevdiği ders matematiktir.

 

SANAT OKULUNDA UNUTULMAYAN MATEMATİK DERSİ

Matematik zekâsı ve sevgisinden bahsedilince Rahim Özkaymak, Sanat Mektebi’nde okurken yaşadığı ve hiç unutamadığı bir matematik olayını anlatır:

Matematik dersini hep sevdim Sanat Okulu’nda Matematik öğretmenimiz Fahri Atabek idi. Ben birinci sınıf öğrencisiydim. Öğretmen üçüncü sınıflara bir gün matematik sorularını çözemediği için çok kızmış ve onlara demiş ki, ‘Bakın şimdi size birinci sınıftan bir öğrenci çağıracağım, bu sizin yapamadığınız soruları o bir çırpıda yapacak. Yapınca da kendi halinizden utanacak mısınız?’ Öğrenciler öğretmenin bu dediğine pek inanmamışlarsa da öğretmen beni dersten çağırttı.

 

Mesela o gün üçüncü sınıfta olan öğrencilerinden hala sağ ve görüştüklerimiz var. Neyse, beni öğretmen çağırıyor diye dersten aldılar ve gittim. Öğretmen tahtaya bir soru yazdı ve bana ‘Bunu çöz Rahim’ dedi. Bir dakikada o soruyu tahtada çözdüm. Sınıfta 30 kişi bu soruyu çözememiş. Öğrenciler bu soruyu daha önceden öğretmenin bana söylediğini ve benim bunu bildiğimi iddia edince öğretmen daha önce çözemediği başka bir soru daha tahtaya yazdı, onu da çözdüm. Bunun üzerine öğretmen tahtaya başka bir konu ile ilgili üçüncü bir soru yazdı. Sınıftaki öğrenciler üçüncü soruyu da çözemediler, onu da hemencecik çözdüm. Öğretmen daha sonra bana bunların yüzüne tükür dedi ve ben de tükürdüm. Tabi ben bu sınıftan gururla çıktım ama teneffüste bütün üçüncü sınıf öğrencileri benim üzerime çullanmışlardı(!).

 

TANDIR ÇORBASI VE KARLARIN ARASINDA KORİDOR YAPILAN OKUL YOLU

İsterseniz o yılları bir de Rahim ÖZKAYMAK’tan dinleyelim:

Hiç unutmuyorum; evimizin bahçesinde bir kuyu vardı. Tulumbası da vardı. Bahçemizin bir köşesinde tandırımız vardı. Orada ekmek yapılırdı; peynirli, kıymalı börekler yapılırdı. Bir de hiç unutmuyorum çok sevdiğim tandır çorbası vardı. Bu mercimekli, nohutlu, fasulyeli yani içine bakliyat konulan bir çorba idi. İlkokul zamanında müthiş şekilde kar yağardı. Karın 1 metre yağdığı zaman olurdu, iki ay yerden kalkmazdı. Okula gidebilmek için herkes evinin önünden bir koridor açardı. Okula ancak öyle gidebilirdik.

 

KADINHANI’NIN 10 KİLOMETRELİK İSTASYON YOLUNUN YAPILMASINDA ÇALIŞTIM

Kadınhanı İstasyon Caddesi’nin yaklaşık 10 kilometrelik yolunu biz yaptık. O yolun yapım ihalesini babam almış. Ben o zaman ilkokul dördüncü ya da beşinci sınıf öğrencisi idim, okul tatilinde babamın yanındaydım. Kemal amcam da şoför idi. Ben de babamlarla birlikte kamyonla Kadınhanı’na gittim. Amcam babam ve ben çadırda yattık, gece gündüz yol yapımında çalıştık. İstasyon Caddesi’nde çalıştığımız yıllar 1948’li yıllardı.

ÇOK İYİ ATA BİNERDİM

Çok iyi ata binerdim; öyle ki atların üzerinde ayakta duracak kadar iyi ata binerdim. Babam atın üzerinde giderken ayağa kalkmama çok kızar, hemen ‘İn aşağı eşek oğlu eşek, düşeceksin’ diye bağırırdı.

 

BABAM ÇOK İYİ BİR TÜRK MİLLİYETÇİSİ İDİ

Hiç unutmuyorum. Herhalde 1950-51’li yıllardı. Türkiye’ye göçmen aileleri geliyordu. Adnan Menderes dönemi idi. Bir gün bizim sınıfa da Konya’ya gelen bu göçmen ailelerinden birinin çocuğu geldi ve öğretmen onu benim yanıma oturttu. O akşam sofrada iken durumu babama şikâyet etmek için anlatırken ‘Baba Müdür bizim tanıdığımız seninde arkadaşın. Bu göçmen çocuğunu benim yanıma oturtmasın’ deyince babam şöyle elinin tersi ile bana bir vurdu. Burnum kanamaya başlamıştı. Babam kızarak ‘Bir daha böyle bir lafı duymayayım. Onlar Osmanlı’nın, Konya’nın bozkırından, taskırından gönderdiği arı duru Türklerdir. Onları buraya Cumhuriyet Hükümetimiz getirdi’ diyordu. Babam gerçekten de çok iyi bir Müslüman Türk Milliyetçisi idi.

 

ATATÜRK’ÜN KONYA’YA GELİŞİNDE FAYTONUNU BABAM KULLANIRMIŞ

Annem hep anlatırdı, babamın 4 defa askere alındığını, ilkinin uzun olduğunu ama diğerlerinin birer ay anca sürdüğünü. Bir de bu askere alınmalarından Atatürk’ün Konya’ya geldiğinde asker olarak faytonunu sürdüğünü anlatırdı. O günlerin anısına da Atatürk’le olan fotoğrafını gösterirdi. Bize de babamdan kalan en değerli anılardan biridir.

 

ÜÇ DÖRT TANE KÖRÜKLÜ FAYTONUMUZ VARDI

Bir de bizim üç dört tane körüklü faytonumuz vardı. Bunlar türbenin orada, Şimdiki Kayalıpark’taki PTT’nin önünde ve de Şerafettin Camii’ne paralel şekilde eski Sanat Okulu’nun önünde dururlardı. Bu arabaları maaşlı ve yevmiyeli insanlar sürerlerdi.

Babam okuldan çıkınca faytonu eve getirmemi söyledi. Faytonu süren arabacı sanat okulunun önüne getirdi. Ben de bir keresinde faytonu eve götürmek üzere aldım ve okulun önünden ayrılıp hükümet meydanına geldim, meydanda büyük bir göbek vardı. O göbeği dönerken bir sakallı hoca “oğlum beni eve götür” dedi ve faytona bindi.

 

İstanbul caddesine geldiğimizde Araplar yoluna sola döneceğimizde “sağdan gidelim” dedi. “Aziziye Camii’nin yanından sola dönelim” dedi ve Mevlana’nın yanından Çukur Mektep sokağına girdik. Okula varmadan o “sokakta dur” evladım dedi ve arabadan indi, bana para verdi. Para miktarı 25 kuruştu. Sakallı hoca evine girdi. Ben bu parayı azımsayarak buğzettim, hatta içimden çok kızdım. Ben evin yolunu nasıl bulacağımı düşünüyordum. Hocanın evinin az ilerisinde çukur mektep önünden dönerek, geldiğim istikamete, eve gitmek üzere sakallı hocanın evinin önüne geldiğimde, eve giren sakallı hocayı kapının önünde bekliyor gördüm. Bana ‘oğlum hakkını helal et’ dedi ve biraz daha para verdi. Tekrar hakkını helal et dedi ve ben aynı geldiğim yoldan eve gittim. Eve vardığım zaman babam ‘niye geç kaldın’ diye bana kızdı. Ben de olanları anlattım. Babam bana, “oğlum arabaya binip eve götürdüğün adam Hacıveyiszade hocamız, para alınır mı?” diye kızdı.

 

Ben de “ne bileyim baba” dedim. “Çukur mektebin oradan İstanbul Caddesi’ne çıkıp niye gelmedin” deyince, “oraları bilmezdim ki baba” dedim. Ben Hacıveyiszade ismini ve kendini tanımıyordum. Hacıveyiszade hocamı böylelikle tanımış oldum. Rahmetli babam Mevlüt Özkaymak bir Cuma günü, Cuma namazından sonra Hacıveyiszade Hocadan benim yaptığım yanlışlık için özür dilemek istemiş. Cuma namazı sonrası, cemaatin mübarek cuma sırasına girer, sıra babama geldiğinde babam hiçbir şey söylemeden, Hacıveyiszade Hoca Efendi babamın sırtını okşayarak ‘O daha çocuk onun kusuruna bakılmaz’ demiş. Ben de Hacıveyiszade Hocamızın bazı olayların kendisine malum olduğunu öğrenmiş oldum. Allah’ımın iyi kullarından olduğuna şahit oldum.

 

STADYUMUN GİRİŞ KAPISININ YAPILIŞINI ÇOK İYİ HATIRLIYORUM

1948-1949 yılları idi. Bugünkü stadyumun giriş kapısının taşlarını biz kamyonumuzla taşıdık. O zaman için hiç unutamadığım bir hatıram var. O zamanlar metre mi yoktu nedendir bilmiyorum ama o kapının ölçümü ve yapımı çok ilginçtir. Hala bugün gibi hatırlıyorum. Bizim kamyon getirildi. Kamyonun her iki yanından şavlı salmak suretiyle genişliği belirlendi. Bir veya iki karış büyütülerek temel atıldığını hatırlıyorum. O zamanlar oranın müteahhitleri Mehmet Apka, Yapıcı ve bir de Pancar Ahmet olduğunu biliyordum.

 

BABAM İKİ SAAT SU KANALININ İÇİNDE KALINCA ZATÜRREDEN HAYATINI KAYBETTİ

Yıl 1951… Babamlar Karaman’a gidiyorlar. Kamyon yolda ilerlerken önlerine Çumra girişindeki kanalın yanından birden bir at arabası çıkar, at arabasına çarpmamak isterlerken kamyon kontrolden çıkar ve kamyon kanalın içine girer. Bir kış günüdür ve yoğun kar yağmaktadır. Babam ile birlikte 4 kişi şoför mahallinde kışın soğuğunda su içinde sıkışıp kalırlar. Yaklaşık 2 saat kendilerini kurtaracak yardımı beklerler. 2 saat sonra kurtarılırlar ve dördü de zatürreeye yakalanırlar. Babam da 1951 de (26.06.1951) bu kazadan altı ay sonra 41 yaşında vefat eder. Bu altı ay boyunca ekonomik durumumuz da bozuldu.

 

BABAM VEFAT EDİNCE PARASIZLIKTAN OKULA DEVAM EDEMEDİM

Babam vefat ettiğinde Sanat Okulu birinci sınıfta idim. Yaz tatili idi. Sanat okulu 2. sınıfa devam ettim, ama parasızlıktan, geçim derdinden okula devam edemedim. Sanat Okulu’nun marangozluk bölümünde idim.

 

REMZİ USTA’NIN YANINA ÇIRAK OLARAK GİRMEK İSTEDİM

O günlerden bu günlere gelmemiz Allah’ın bir lütfüdür. O zaman ne okula gitme ne de devam etme şansım vardı. İmkânsızlıklar vardı, paramız yoktu. Amcalarımın parası vardı ama onların emri himayesi altına girmek de işime gelmedi. Okula devam edemeyince bir mesleğe gitmeye karar verdim. Çünkü meslek öğrenmeli, karnımı doyurmalı, aileme bakmalıydım. Konya’da o zaman için birçok karasör ustası vardı. Şevket Yanartaş’ın babası K. Ahmet Yanartaş’ın dükkânı vardı. Bu yer İstanbul Caddesi’nde İsmet Paşa Lisesi’nin tam karşısındaydı. Bu işyeri Bursa’dan gelen ve orayı kiralayan Remzi Usta’nındı. Oraya çırak olarak girmek için müracaat ettim. Benim müracaatımın üzerinde durmamışlar. Zaten benden önce de birçok müracaat varmış. 1951 tarihlerinde işe girebilmek çok zordu. 7 sülaleni araştırırlar ve aileler çocuklarını iş yerine ustaya emanet ettiklerinde, “evladımın eti senin kemiği benim” derlerdi. İşe girebilmek için Seyit amcama durumu söyledim. Onun otobüsü vardı. Ustayı tanıyormuş, ona durumu anlattım. Amca beni Bursalı Remzi ustanın yanında çırak olarak işe başlat dedim. Amcam da beni Bursalı Remzi ustanın yanında çırak olarak “eti senin kemiği benim” diyerek işe başlattı. İsmail Takı çalışmaya girdiğim karasör atölyesinde benden önce işe giren kalfaydı. Ama zaman içerisinde ben hepsini geçmeyi bildim ve de geçtim.

 

ÜÇ YIL REMZİ USTA’NIN YANINDA ÇALIŞTIM

3 yıl karasörcünün yanında çalıştım. Yıl 1951, ustamız çok iyiydi, yanında kırk elli işçi çalıştırırdı, büyük bir atölyeydi. 8-10 arabaya birden başlayabiliyorduk. Bir gece ustamız kaçıp gitti, içerideki arabaları bizler çalışarak tamamladık. Yaptığımız arabaların paralarını, ustamız Remzi Usta almıştı. Araba sahipleri tekrar para vermek suretiyle arabalarının eksiklerini tamamlattılar. Fazla para veren araba sahipleri takımlarımızı almaya çalıştılar. Biz çalışanlar iş yerimizin ve ustamızın takımlarını alacaklılara vermedik. Ustamız bir zaman sonra takımları almak için geldiğinde, ben bir tek takım dahi almadım, hakkımı helal ettim ayrıldım. Diğer çalışan arkadaşlar ise alacaklarına karşı, ustamın takımlarını paylaştılar. Bursalı Remzi ustanın yanında beraber çalıştığımız İsmail Takı, Larendeye karasör yapmak üzere bir iş yeri açtı. Ben de iş yeri açmadan seyyar çalışıyordum ve işim çok iyiydi, para da kazanıyordum. Yıl 1954…  Bir gün, amcam Kemal Özkaymak’ın otobüsünü tamir için İsmail Takı’nın atölyesine götürdüm. Amcamın arabasını İsmail Takı’nın dükkânında tamir ve bakımını yaptım. İsmail Takı da bizim arabanın tamir ve bakımından sonra iş yerini İstanbul Caddesi’ne taşıdı.

 

ÇALIŞMAK İÇİN ÖNCE İSTANBUL’A SONRA DA BURSA’YA GİTMEYE KARAR VERDİM

1954 yılında İstanbul’ a gittim. Amcam İbrahim Özkaymak İstanbul’da büyük bir işadamıydı. Acentası ve oteli olan saygın biriydi. Amcamın damadı da İstanbul’un iyi karasörcülerinden biriydi. Eniştemin yanında altı ay kadar çalıştım. Ustalığımı biraz daha pekiştirdim ve Konya’ya dönmeye karar verdim. Konya’ya gelirken Bursa’da Remzi ustamın yanına uğradım ve ustam çok mutlu oldu. Rahmetli amcam Seyit Özkaymak ve ben kendisine Konya’da çok yardımcı olmuştuk. O iyiliği hiç unutmadığını söyledi ve Konya’ya geldim.

İsmail’in babası Şakir Takı amca, amcam Seyit Özkaymak’ı bulmuş ‘bunlar birlikte olsunlar, beraber çalışsınlar’ demiş ve ortak olduk. Ama bir şartla İsmail askere gidince kardeşi Ali Takı çalışacaktı, ben askere gidince de benim kardeşim İsmail Özkaymak onun yanında çalışacaktı. İsmail askere gitti ben çalıştım ben askere gidince İsmail Takı ortaklık anlaşmasını bozdu, ben ise üzerinde fazla durmadım.

1958’DE ASKERLİK İÇİN MALATYA’YA GİTTİM

1958’de Malatya’ya askere gittim şoför olarak. Erzurum Ilıca’ya geçtim, daha sonra Kars Süvari Tümeni, oradan da Mardin ve Diyarbakır’a gittim. Diyarbakır’da paşa şoförü oldum. Ragıp Gümüş Pala, Hidayet Kızıltepe’nin, Danyal Yurdatapan Paşa’nın da makam şoförlüğünü yaptım.

 

ASKERDEN GELDİĞİM ZAMAN (1960) GİDERKEN BIRAKTIĞIM PARANIN VE MENKULÜN KALMADIĞINI GÖRDÜM

Askere gitmeden önce babamın aldığı evi de yenilemiş, iki katlı hale getirmiştik. Giderken tam 27 bin 500 lira para ve 2 tane kamyon bırakmıştım. Askerden geldiğimde 1960 yılında hiç paranın kalmadığını gördüm. Allah’ın takdiri dedim, yeniden ya Allah diyerek sıfırdan başladım. Yıllığı 4 bin liraya İstanbul Caddesi’nde Hacı Hüseyin Oğuz’un yerine talip oldum. Dükkân kirası olan 4 bin lirayı ödemek için 1 ay müsaade istedim, “mümkün mü” dedim o da izin verdi. Aletleri rahmetli Kemal Tuluk,  Rıza Özdemir’den veresiye olarak aldım. Allah’ın hikmeti dükkânı açtıktan bir gün sonra bir iş geldi. Aradan zaman geçmeden Karayollarının iki adet otobüs karasörü ihalesini kazandım.

 

KARAYOLLARI İHALESİNİ KAZANDIM

Karayollarında 2 otobüs ihalesi vardı. Benim bu ihaleyi mutlaka almam gerekliydi. Yıl 1960, borç para buldum teminatı yatırdım. İhaleye girdim. 35 bin lira bir arabanın muammen bedeli, yani iki araba 70 bin lira idi. Arabaların karasörleri yapılacaktı. İş bitirme günü ise 36 gün idi. Benim bu şartlarda girip almam gerekirdi. Ben de ihaleyi kazanmak için fiyatı çok düşük verdim, 66 bin liraya kırdım. İşi bitirme günü olan 36 günü de kabul ettim. Diğer girenlerin her biri yetiştirme günü olarak 3- 4 ay süre veriyordu. Diğer ihaleye giren firmalar iki otobüs için 90 bin biri, diğer bir firma 96 bin gibi bir fiyat vermişler. İhaleyi yapamıyorlardı. Çünkü bana vermeleri gerekiyordu. Ama bana da güvenemiyorlardı. Ben de İstanbul’da bulunan amcamı aradım. İstanbul’da büyük bir iş adamı idi. Amcam valiyi aramış. Konya Valisi Cemil Keleşoğlu’na ‘Benim yeğenim askere gitmeden bile iyi otobüsler yaptı. İhaleye de girmiş, en uygun teklifi yeğenim Rahim Özkaymak vermiş, kefili benim, ihaleyi verin’ demiş. O zaman İl Genel Meclis Üyesi ve Başkanı da Mustafa Güzelkılınç idi. Onlara da telefon açmış, onlar da devreye girmişler ve ihaleyi en sonunda bana verdiler. O ihaleyi alınca hiç eve gitmedim. 36 günde iki adet otobüs karasörünü yaptım. Hiç avans almadım. 66 bin lirayı işi bitirdikten sonra alacaktım. Arabaları boyayan Hüsnü Çakıcı bir hata yapmış. Boyayı inceltmek için tiner yerine yanlışlıkla benzin kullanınca boya akmış. Sabah geldiğimizde gördük. Hemen boyacı Hüsnü’yü çağırdım, hatayı giderdik. İki üç gün gecikmeli olarak otobüsleri teslim ettim ve paramı aldım.

 

‘TÜRKİYE’DE OTOBÜSLERDE İLK YATAR KOLTUKLARI RAHİM USTA YAPMIŞTI’

1962’de Rahim usta Magirus şasesinin üzerine otobüs karasörünü yaptı. Motor arkada idi. Kamil Koç’tan şase otobüs alarak, Rahim usta 45 günde arabayı yaptı. Arabayı yaptıktan sonra ben şoför olarak çalışıyordum, Hasan “araba İstanbul’a gidecek” dedi, Yolcuyla İstanbul’a gittim. Hemşerim Ulusoy, Oflu’dur. Ankara-İstanbul arası çalışıyordu, hiçbir yerde motoru arkada araba yoktu. Saffet Ulusoy’un yazıhanesi de oradaydı. Bir de İstanbul’da Taksimde yazıhanesi vardı, sadece turistleri taşıyordu. Rahim usta yine Türkiye’de otobüslerde ilk yatar koltuğu bu arabaya yapmıştı. Almanya’dan Bursa’ya turist taşıyan bir otobüste yatar koltuk görmüş ve bunu yapmıştı. Rahim ustaya çözümcü diyorlardı. Ulusoy arabayı görüp geldi, içine bindi ve “Ben Ofluyum ama ne zaman gelirsen birinci bu araba” dedi. Bu arabaya İstanbul’dan bakmaya gelirlerdi; Varan, Ulusoy hayran kalıyorlardı.

1962’DE EVLENDİM

1962’de Hatice Hanımla evlendim. Mevlüt, Mustafa, Adnan, Erol ve Erdoğan ikizler ile Dilek dünyaya geldi. Ayrıca şu ana kadar onların evliliklerinden de 9 torun dedesiyim.

 

MÜCADELE BİRLİĞİ DERNEĞİ KURULUYOR

1963 veya 1964 yılıydı seyahat acentesi açmak için teşebbüse geçtim. İş yeri eski sosyal sigortalar pasajı altı. Belge alabilmek için yabancı dil bilen İngilizce, Fransızca, Arapça sertifikalı tercüman gerekliydi. Bize de Allah’ın aslanı biri müracaat etti. İsmi Mevlüt Cavlak. Biz de kendisinin tercümanlık belgesinden faydalanmak üzere işe başladık ve seyahat acentesi belgelerimizi böylelikle almış olduk. Bu arada Konya’nın ilk hac seferlerini de başlatmış olduk. Mevlüt’le bir arada olduğumuz zamanlarda, solculardan, inançsızlardan şikâyet ederdi. “Bu şikâyetler söylemekle olmaz” dedim. “Bu işler kötüyle mücadele etmekle olur” dedim. Aradan çok zaman geçmedi, Mevlüt Cavlak “siz bana kötüyle mücadele edin demiştiniz. Ben de arkadaşlarımı seyahat acentesine getirebilir miyim” dedi. Ben de tabiî ki dedim ve Mevlüt’ün arkadaşları gelmeye başladı. Bir yıl geçmeden yer ufak gelmeye başladı. Biz iş yerini Hükümet meydanına taşıdık. Hem bizim iş yerimiz değişti, hem de o günün genç mücadeleci aslanlarının yeri hükümet meydanı olmuştu. Yani şimdiki beyaz eşya satan Ahmet Kolat’ın olduğu yer idi. Takriben 1965 yılıydı. Hükümet meydanında Özkaymak seyahat acentesinde mücadele birliği karargâhı fiilen kurulmaya başlıyor. Mevlüt İslamoğlu başkanlığında Mücadele Birliği Derneği kuruluyor. Mücadele birliği grubu arkadaşlar milli fikirleriyle, dini inançlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne hizmet verecek inançlı, özünde Türk Milliyetçisi bir kadroydu. Türk Milletine, Türkiye Cumhuriyeti’ne iyi hizmetler vereceklerdi. Kötü niyetli kişiler, mücadele birliğini ve kadrosunu dağıttılar. Dağıtanlar utansınlar, daha sonra mücadele birliğinin milli fikrini Milli Hareket Partisi aldı, dini inancını da Milli Selamet Partisi aldı. Yüzlerce mücadeleci aslanların hepsi ayrı bir değerdi. Bunların arasından üç isim verebileceğim. İsimlere gelince Mevlüt İslamoğlu, Necmettin Erişen, Yavuz Arslan

 

KOMÜNİSTLERE KARŞI  ‘MİLLİYETÇİ ÖĞRETMENLER DERNEĞİ’

Yıl 1965… Şoför Hasan Çakmak’ın akrabası var. İmam Hatip Lisesi’nde Zeki Gürsoy, matematik öğretmeni. Bir gün bizi Öğretmenler Derneği’nin yemekhanesine götürmüştü. Biz yemekhaneye girince havanın değiştiğini hissettim. Benim yanımda Zeki Gürsoy ve Laz Hasan var. Zeki Gürsoy’u Öğretmenler Derneği’nin görevlisi çağırdı. Bana yemek servisi yapmayacaklarını söylemişler, o da neden yapılmayacağını sorduğunda, benim için “bu bizim düşmanımız” demişler yine benim için “Mücadele Birliğini maddi ve manevi destekleyen ve kuran, kurduran Rahim Özkaymak’a yemek servisi yapmayız” demişler. Ben de ayağa kalktım ve ‘Ben bunların yemeğini yemem’ diyerek dışarıya çıktım. Zeki Gürsoy’a siz milliyetçi öğretmenler derneğini niye kurmuyorsunuz dedim. Ardından da ‘Milliyetçi Öğretmenler Derneğini kurun’ dedim. O zaman bana ‘Sizler bize yardım edin kuralım’ dedi. Ben de her türlü maddi manevi yardım edeceğimi söyledim ve Milliyetçi Öğretmenler Derneği’nin kurulması kararını Zeki Gürsoy’la beraber verdik. Komünistlere karşı bu derneğin kurulması için tüm desteği verdim. Ertesi gün eski sanat okulunun bitişiğinde çıkmaz sokağın içerisinde, şimdiki merkez bankası olan binanın bitişiğinde bir yerde bina tutuldu, beş bin lira kira parasını da ben verdim. İçinin tefrişini de aldık; takriben de beş, altı bin lira tuttu. Birkaç gün sonra Milliyetçi Öğretmenler Derneği levhasını astırdık. Zeki Gürsoy derneğin başkanı oldu. 1965 yılında bu Milliyetçi Öğretmenler Derneği’nin kurulması tarafımdan, desteğimle sağlanmıştır.

 

1963’TE KARAYOLU İLE HAC SEFERLERİNE BAŞLADIK

1963 yılında hacca karayolu ile ilk kez hacı adaylarını götürmeye başladım. Mevlana’nın oradan hükümet meydanından hacı adaylarımızı götürüyordum, ama öyle bir ilgi oluyordu ki Alaaddin’den Mevlana’ya değil araba ile yaya olarak yürümek dahi mümkün değildi. Mahşeri kalabalık olarak çok büyük ilgi olurdu.

 

ADALET PARTİSİ VE DEMOKRAT PARTİ’ DE YÖNETİCİLİK YAPTIM

Adalet Partisi il ve ilçe yönetimlerinde zaman zaman çeşitli görevlerde bulundum.1965… O zaman İl Başkanı Mustafa Öncel idi. Demokratik Parti’de 1972 ve 1977’de partide aktif görevlerde bulundum. Partinin her türlü sorumlusu bendim. Daha sonraki yıllarda ise sağcı milliyetçi partilere destek verdim.

 

TİCARET ODASI’NI BİR APARTMAN DAİRESİNDEN KONYA’NIN EN GÖRKEMLİ BİNASINA KAVUŞTURDUM

1971’de Konya Ticaret Odası yönetimine girdim. Ben yönetime girdiğim zaman Muhittin Bey Başkan idi. 1978’de ise KTO başkanı oldum. Ben görevi aldığım zaman oda sadece bir daireden ibaretti. O da PTT’nin arkasında bir daire idi. Toplam 100-150 metrekarelik bir daire. Tümümü kendi imkânlarım ile şimdiki binanın parselini, parasını kendim vererek KTO adına Mehmet Keçeciler’den (Belediye Başkanı) aldık. 1979’da belediyeden aldık 1981’de inşaatı bitirdik. Odanın bütçesi bin lira, iki bin lira idi o zamanlar. Personelin maaşını karşılayacak bütçe yoktu.

 

SÜLEYMAN BEY KÖŞKE ÇIKTIĞI ZAMAN AİLECEK BİZİ KÖŞKE DAVET ETMİŞTİ

Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Bey benim genel başkanımdır. Süleyman Beyin en büyük özelliği Türkiye’nin bütün vilayetlerindeki kendine bağlı teşkilatları, sevdiği dostlarını, mihenk taşlarını arar ve hal hatır sorar. Ben de 1980’den sonra “sayın genel başkanım” diye arardım. Sayın Süleyman Bey, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bir gün beni aradı, hal hatır sordu. Ben de durumumuzu özetledim ve teşekkür ettim. Bana “bir gün çocukları al gel” dedi. “Köşkü görsünler, ufukları açılsın ve memlekete hizmet etsinler” dedi. Ben de çocuklarımdan Mevlüt ve Adnan’ı yanıma alarak köşke götürdüm.

Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bizi devlet protokolünü kabul ettiği büyük makam odasında misafir etti. En az yarım saat sohbet ettik. Çocuklarım da görevli birisiyle köşkü gezdiler. Genel Başkanım Süleyman Beyin dostluğuna paha biçilemez, büyük bir devlet adamıdır. Düşmanlığına da…..!

 

KEMER’DEKİ OTELİMİZİN AÇILIŞI

29 temmuz 1996 yılı… Sayın Cumhurbaşkanımızı davet ettik. Sağolsun bizi kırmadı, geldi. Kemer’de yer yerinden oynadı, muhteşem bir kalabalıktı. Antalya Kemer’de mehter takımıyla ilk defa 5 yıldızlı bir otel açılışı olmuştu. Sayın Cumhurbaşkanım çok keyiflenmişti. Açılıştan sonra bizi kırmayarak yemeğe kaldı. Yemekte Şevket Demirel, Antalya Valisi, Isparta Valisi, Antalya Belediye Başkanı, Kemer Belediye Başkanı ve bir de paşam vardı. Protokol çok kalabalıktı. Yemekte Necati Kalaycıoğlu, “Sayın Cumhurbaşkanım Rahim’i bizden çok seviyorsunuz” deyince, “tabii ki çok seviyorum. Rahim gerçek dost ve kara gün dostu” dedi. “Ben de Sayın Cumhurbaşkanımı hem seviyorum, hem de sayıyorum” diye hitap ettim.

 

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZI KONYA’ YA DAVET ETTİK

17 Ekim 1996 yılında KTO Vakfı’nın mesleki Eğitim Okulu’nun açılışını yapması için Sayın Cumhurbaşkanı’nı Konya’ya davet ettik. Sağ olsun bizi kırmadı ve geldi. Hava alanında karşıladık. Sayın Valimiz bir program sundu. “Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Valiye ben buraya KTO Vakfının Mesleki Eğitim Okulunun açılışını yapmaya geldim” dedi. Vali Beye kızdı. Daha sonra yemekte tekrar diğer programlar hatırlatılınca, kibarca “ben buraya temel atmaya, başka açılış yapmaya gelmedim” diyerek, başka programa katılmadan Ankara’ya geri döndü.

 

FARUK SÜKAN DÜRÜST BİR DEVLET ADAMIYDI

Rahmetli Sayın Faruk Sükan hiçbir zaman teşkilatlarına maddi manevi yük olmamıştır. Teşkilatlarına bağlı biriydi. Kesinlikle haksız bir iş yapmazdı, yapılmasına da izin vermezdi. Gece gündüz aradığınız zaman ona ulaşabilirdiniz namuslu dürüst gerçek bir devlet adamı idi.

 

TAŞIMACILIKTAN TURİZME…

Rahim Özkaymak şu anda kara taşımacılığı, yolcu ve yük taşımacılığı yapıyor. Türkiye’nin en büyük ihalelerine giriyor ve bu işleri büyük bir başarı ile sürdürüyor. Konya, Antalya ve Alanya’daki oteller zinciri ile turizmin içinde, ayrıca Opel otomobil bölge bayiliği, madencilik, TV yayıncılık, sanayicilik, ithalat ve ihracat ile günlerini hala o yoğun tempo içerisinde sürdürüyor. Bunca yoğun çalışma temposu içerisinde ilerleyen yaşına rağmen nasıl dinlendiğini sorduğumuz zaman ise; Rahim Özkaymak, “Ben iyi şeyler yapmakla ve çalışmayla dinlenirim. Ben bir şeyler üretmeli, bir eserler ortaya çıkarmalıyım. İşimi severek yaparım işimi severek yaptığım için de başarılı oluyorum. Bu arada tabii ağaçlar, hayvanlar, atlar, kuşlar beni dinlendiriyor” diyordu.

SAYISIZ PLAKET, ÖDÜLVE MADALYANIN SAHİBİ

Rahim Özkaymak bugüne kadar yaptığı çalışmalar verdiği hizmetler nedeni ile 150’yi aşan plaket, ödül ve madalyanın sahibi. Öyle ki Hacıveyiszade Camii ve Külliyesi, Şehit Aileleri, Müftülükler, Selçuk Üniversitesi, Dövize Milli Ek Katkı, Gelirler Vergisi, Kurumlar Vergisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Uluslararası Taşıma, spor kurumlarına ve spora katkılarından dolayı çeşitli ödüller, basın ve yayın kuruluşlarından ödüller, iletişim ödülleri, Esnaf ve Sanatkarlar Odaları, KTO gibi kurumlardan alınan ödüller… Tüm bu güzellikler, Rahim Bey’in dinlenme sırasında kendisini mutlu eden birer hatıra olarak duruyor.

 

RAHİM ÖZKAYMAK KİMDİR?

1937 yılında Konya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Konya’da tamamladı. 38 model Opel marka kamyon ile nakliyecilik yapan babası Mevlüt Özkaymak’ın vefatı üzerine tahsilini yarım bırakan Rahim Özkaymak, 1952 yılında karasörcülük mesleğine ve iş hayatına başlamış oldu. Müteşebbis olarak devletine ve milletine hizmet vermek üzere genç yaşta sanayi ve ticaret hayatına karasörcülükle başlayan Özkaymak, 1960 yılında projesi ve imalatı tamamen kendisine ait otobüslerle Konya’dan İstanbul, Ankara, Adana ve İzmir’e yolcu taşımacılığına başladı. Günün koşullarına göre teknolojiye ayak uyduran Rahim Özkaymak, 1962 yılında Türkiye’de ilk defa çelik karasör ve yatar koltuklu otobüs imalatı mimarı olma unvanına da sahiptir. 1972 yılında bir dönem Konya Ticaret Odası Meclis Üyeliğinde bulunan Rahim Özkaymak, 1973 yılında da Konya Belediyesi Meclis Üyeliği görevini üstlenmiş; 1978 yılında seçildiği Konya Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı da 1995 yılının sonuna kadar aralıksız bir şekilde sürdürmüştür. Başkanlığı döneminde Konya’ya ve Konyalı işadamlarına sayısız hizmet getiren ve bir dönem TOBB yönetiminde görev alarak, ülkemiz iş dünyasına hizmet eden Rahim Özkaymak, Türkiye’nin en aktif Ticaret Odası ve en modern hizmet binasının yapımının yanı sıra, Alman teknolojisini Türkiye ekonomisi ve Konya sanayisine kazandırmak için Dortmund Meslek Odası ile müşterek çalışmalara başlamıştır. Ortak projeler kapsamında ilk etapta Konyalı tüccar ve sanayiciler için mesleki konularda seminerler gerçekleştirmiş bulunan Rahim Özkaymak, sanayi sektöründe vasıflı eleman sorununa köklü çözüm getirmek amacıyla Mesleki Eğitim Merkezi’nin kurulmasını sağlamıştır. En son teknoloji ile donatılmış Eğitim Merkezi; her yıl Türk ekonomisine büyük girdiler sağlamanın yanı sıra, Türk insanının becerisini ortaya koyma fırsatını vermiştir.