“RAMAZAN BEDEN VE RUHUN DENGESİNİN YER DEĞİŞTİRMESİDİR”

Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Doç. Dr. Fatma Asiye Şenat Hanımla Ramazan üzerine, keyifli bir Röportaj gerçekleştirdik.

Ramazanın huzurunu hissetmemiz, maneviyatına bürünmemiz adına kayda değer bir yazı ortaya çıktı. Ramazanın bu günlerinde oruç ibadetine, iftar algımıza bir de bu pencereden bakmak gerekiyor. Hocamıza değerli vakitlerini ayırdıkları için teşekkür ederken, siz okurların da faydalanacağı bir yazı olmasını umut ediyorum.

 

Sizin için Ramazan nedir?  Ramazanı nasıl tanımlarsınız?                                      

Beden ve ruhun dengesinin yer değiştirmesi. Hep zannedildiği üzere beden ve ruh arasında zıtlık yok aslında. Beden ruhu taşıyan güzel, anlamlı, önemli bir kap ve tabii ihtiyaçları yüzünden ona yüklenmemek yıpratmamak lazım. Ancak eğer gizli olan ayanları görmeye alışık bir göz yoksa bizde, insanı tamamen bedenden ibaret sayan bir algı yanılsamasına düşmek de mümkün. Ramazanın, oruç ibadetinin bize söylediği şey şu: Senin bir de ruhun var ey can, bedenin isteklerini biraz geri plana atmak suretiyle bu mücevherin farkına var! Bedensel ihtiyaçların şöyle bir özelliği var: Derdini hemen anlatıyor, ertelemiyor. Karnımızın acıkması uykumuzun gelmesi gibi şeyler çok hızlı bir şekilde gereğin yapılmasına davet ediyor bizi. Beden ihtiyaçlarını çok net ifade ediyor. Ruh da net aslında o da ihtiyaçlarını anlatıyor ama biz onu çok net duyamayabiliyoruz bazen, sesinin kısıldığı oluyor zaman zaman.

Ramazanda olan şey ne peki?

Ramazanda olan şey ise şu, senin içinde bir de ruh var, gönül var, onun sesini bir dinle, oraya bak mesajı. Açlık çok kıymetli bir zemini oluşturuyor bu dinleme işi için, uyku keza öyle. Geceleyin muhakkak kalmak zorundayız oruç için, sahurla birlikte biraz buna alışıyoruz. Herkes uyurken ayakta olmak, huzurda olmak (belki de hep huzurda olduğunu daha derinden hissetmek) ne kadar önemli. Tek başına oruç değil. Oruçla özdeşleştirilmiş, diğer değerler de önemli, mesela teravih gibi bir namaz, bir kıymet hayatımıza giriyor, Mukabeleler var. Zekâtı da ekleyelim, doğrudan Ramazanla alakalı değil ama Ramazanda her bir eylem kat kat sevapla mükâfatlandırıldığı için, biz onu Ramazana denk getirmeye çalışıyoruz. Böyle bakınca dünyanın görünen maddi boyutundan, bedenin hissedilir taleplerinden bir adım geriye atıp hayata bir de bu pencereden bakma şansı sunuyor insana. Ramazanın benim gönlümdeki karşılığı bu.

Peki, bedenin sesini nasıl kısarız?

Bedenin sesini dinlemek zorundayız elbette, o sesi hepten kısmayacağız, sadece varlığımızın başka seslerini duyacak kadar azaltacağız. Bu kap sayesinde melekten üstün bir varlık olmaya adayız. Ramazan yaklaşırken ‘ yandık, bittik’ dememiz bedenin doğal refleksi. Bedene şunu söyleyeceğiz: ‘Bir şey olmaz, sen bunu aşarsın.’ Allah, İnşirah Suresinde söyler ya ‘Her zorlukla birlikte mutlaka bir kolaylık vardır.’ Oruçlu olunca yaşayacağımızı düşündüğümüz zorluklar içine girince azalır, sabır bahşedilir, zor olur başta ama az zamanda alışırız oruca.

Aslında gelince de çabuk geçiyor Ramazan?

Özlenen bir süreç Ramazan. 30 gün çok uzun gibi gelir, yaz tatilinin ortasına gelince bir de. Gidince de ‘ne çabuk geçti’ diye düşünürüz.

Ramazan Kuran ayı diyebiliriz değil mi?

Evet Ramazan aslında Kuran ayı. Kuran’la kurduğumuz ilişkinin rengini gözden geçirme ayı. Kuran’ın doğum gününü kutluyoruz biz her Ramazanda ve Ramazanı getiren, ona bu kıymeti bahşeden de Kuran aslında. Mukabeleye giderken her gün bir ayetin ne dediğini öğrense insanlarımız bence bir güzelliğin kapısını aralamış olurlar. Sadece bunu yapsak Kuran algımızda da hayat algımızda da ciddi dönüşümler olacağı kanaatindeyim.

Ramazanın hakkını verebiliyor muyuz?

Bir sıkıntımız var bu noktada. Oruç bir amaç değer değil, araç değerdir. Orucu amaç değer haline getirmişiz ve neyin aracı olduğunu unutmuşuz. Yani oruç tutmak bir hedef değil,  orucun hayatımıza getirmesi gereken değerler var. Orucun o değerlere ulaşmak için bir köprü olduğunu unutmamak lazım.

Nedir o değerler?

Oruç komplike bir ibadet. Şu şudur diyebileceğimiz bir şey değil. Diğer ibadetlerin zorluğunu görebilirsiniz, hac ibadetinin zorluğu, sabretmenin zorluğu gibi. Orucun zorluğunu kişi ancak kendisi bilir. Kişinin kendi içinde tartabileceği zorlukta bir ibadettir.  Ecri de bunla doğru orantılıdır.

Neyin aracı olur oruç?

Açın halinden anlamak mesela. Oruçken canımızın çektiği şeyi, ikindi saatinde birine sipariş ediyoruz akşamına yiyoruz. Akşama değil, yarın akşama değil, o canının çektiğini aylar sonra yiyebilecek çok fazla insan var. Bu âlemde açlıktan ölen insan var. Sadece bu açıdan değil bir şeyi çok istemek ama yapamamak, gücünün yetmemesi. Yani sıkıntıda, zorda olan kimler varsa onların halini anlamanın aracı.

Sabrın da aracı.

Başka insanlarla kurduğumuz ilişlerin intizamını sağlamak için de çok iyi bir fırsat. Empati kurmanın, Yaradan’a teşekkürün fırsatı. Sofranın başında “Allahuekber” sesini duymadan başlamama disiplini var Ramazanda. Oğlum 9 - 10 yaşlarındaydı bunu söylediğinde biraz erkence oturtulduğu sofrada ezanı beklerken: ‘Anne gözümü yemekten alamıyorum, ne zaman okunacak ezan?!’ İşte bu hissi uyandırma vakti Ramazan, gözünü alamadığı yemekleri yiyemeyenlerin halini anlama mevsimi.Vakti gelmediği için Allah’ın helal kıldığı suyu bile içmemek. “Bedenimin ihtiyaçlarına kaptırmıyorum, kendimi, bu kadar temel ihtiyaçlarımı bile kontrol altına alabiliyorum” demek.

Orucun arka planında neyi düşünmeliyiz?

Arka planı çok zengin bir ibadet oruç. Konuşma orucu var mesela Kur’an’da zikredilen. Ben 4 – 5 senedir deniyorum okuyucularınız denerler mi bilmem ben imsak ve iftar arası yapıyorum ve o gün hiç konuşmuyorum, bu Hz. Meryem’in, Zekeriya Peygamber’in tuttuğu oruç. Anlıyoruz ki Allah zaman zaman hayatımızdan farklı şeyleri çekmek suretiyle eğitim fırsatı veriyor. Sadece işaret diliyle söylemeye çalışınca ne kadar lüzumsuz konuştuğumuzu anlıyoruz. İki yanımızdaki Meleklere de yazık,  yaza yaza onları da yoruyoruzJ

Güldürdünüz hocam J  hakikaten çok konuşuyoruz bazen, ne kadar haklısınız.

Maalesef. Benzer şekilde konuşma gibi yemek öyle. Öğün öğün yemeyince de oluyormuş. İftarda kıtlıktan çıkmış gibi yemesek de olur. Orucun mantığına da ruhuna da uymuyor bu. Biraz öğünlerden kırpsak, Ramazanda da çok zorlanmayız. Aynı anda en fazla 3 kap yemek yeterli aslında, çorba, salata, ana yemek yetiyor. Doyuluyor böyle de.

Biz de deneyelim o halde. Tıka basa yemekten kurtuluruz belki. Buradan şuna geleyim, Ramazanda niye toklar birbirini ağırlar da açları ağırlamayız biz?

Güzel bir soru sordunuz. Gerçek “açları” eve davet etme fikri harika ancak  onlar açısından da uygun mu, iyi değerlendirmek lazım. Kendilerini rahat hissedecekler mi hissetmeyecekler mi? Peygamber Efendimiz’in çok hoş bir sözü var: ‘Fakirlerin çağrılmadığı bir düğün yemeği hoş bir yemek değil’ şeklinde. İftar sofraları için de aynı şey geçerli. Burada 2 husus var bir yemeğe neyi hazırlayacağımız iki yemeğe kimi davet edeceğimiz. Misafir ağırlama isteğini, zevkini anlayabiliyorum ama bu zevk Ramazan’ın ruhuyla da uyumlu olmalı. “Yemekler benden, evi açmak senden” gibi bir şey yapılabilir. İftarda o haneleri şenlendirmek ve onlarla şenlenmek Ramazanın ruhuna daha uygun.

Biraz önceki büyük iftar sofralarının yanlışlığına gidiyor konuşmamız yine sanırım?

Yani bu sofrayı her zaman bulamayacak olanlara hazırlayacağız ama ikisi arasında bir uyum olması lazım. Zaten çok rahatlıkla büyük sofralarda oturan birisine koca koca sofralar açmaya gerek var mı? Mesela ben evime gelen misafire işte benim iftar menüm bu çorba, ana yemek, salata diyorum. Börekler, sarmalar, dolmalar, buna gerek yok. Menüyü yarıya indirmek üzerinde düşünülesi fikir. Bir Camii hikâyesi vardır. İstanbul’da Keçeci Hayreddin Efendi canının istediği aperatif türü yiyecekleri ‘sanki yedim’ diyerek bir köşeye ayırıyor. Yıllarca böyle para biriktiriyor. Sonunda çok parasının olduğunu görüyor ve bununla bir cami yaptırmaya karar veriyor. Bu cami halen İstanbul Fatih’te Sanki Yedim Camii adıyla ibadete açık. ‘Sanki yedim’ diyerek bazı misafirlerimizde uygulayabiliriz. Köfte patates yapmayız parasını bir kenara koyarız belki o kenara koyduğumuz parayla bir fakiri doyururuz.

İftariyeliklerle alakalı ne söylersiniz?

Kahvaltılıklar, zeytin peynirler, sucuk ve pastırma tam teravih öncesi ilginç biraz da, bunların sadece sofrayı zenginleştirdiğini zannederdim. Onun bir karşılığı varmış, onlarla oruç açılır ve akşam namazına kalkılır. Bugün diyetisyenlerin söylediği şey de bu aslında, mükemmel uygulanışı geleneklerimizde var: orucu aç su ve çorba ya da iftariyelik ile, biraz ye, sonra bir 15 dakika ara ver, akşam namazını kıl, sonra biraz daha ye ve doymadan kalk. Böyle yapınca orucun da, teravihin de, sahurun da tadı bir başka.

Ramazan bizi nereye taşısın diye sormalıyız galiba?

Evet. Ramazan beni nereye taşısın, bu Ramazan şöyle bir huyum var bunu yenmek için dua edeyim, çare arayayım. Bu Ramazanın kalıcı değeri ne olsun, hangi özelliğim var beni rahatsız eden bunu sorgulayayım. Bütün bunlar insana ramazan ikramiyesi gibi gelir.

 

Hocam bir de Ramazanın sinirli ve agresif oruç tutucuları var.

Evet kendimizi teskin edeceğiz. Benim de çevremde var öyle aileler. Rahmetli bir komşumuz vardı, Ramazan gelince değil eşi, çocukları, mahallece gerilirdik biz. Evham yapmaktansa ‘Allah gücünü sabrını verir’ demek lazım.

Teşekkür ediyoruz, bize vakit ayırdığınız için. Çok şey öğrenmemize vesile oldunuz.

Rica ederim ben teşekkür ederim. Umarım güzel bir Ramazan geçiririz.

 

 

Fatma Asiye Şenat Hocamızdan Yemek Tarifi

 

Çıtır Börek

Bir normal yufkayı açıyoruz, üzerine eritilmiş tereyağı, sıvı yağ ve sudan oluşan harcı sürüyoruz. 5-6 baklava yufkasını üzerine seriyoruz, aralara aynı harçtan. Yufkayı ikiye bölüp istediğimiz içi koyuyoruz. İki rulo elde edip geniş sigara börekleri gibi kesiyoruz, buzlukta donduruyoruz. Buzluktan alıp henüz çözülmeden yağlı-sulu harçtan üzerine sürüp, önceden ısıtılmış fırına sürüyoruz. Afiyet olsun.

Söyleşi:Hümeyra Uslu