Recai KICIKOĞLU

Gençlerbirliği’nin futbolcusu, bisikletçisi ve boksörü Mustafa efendinin oğlu, şehrimizin en eski saatçi ve fenni gözlükçülerinden milli atlet, dağcı Recai Kıcıkoğlu..

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri-

 

Recai Kıcıkoğlu

 

 

Hazırayan: Uğur ÖZTEKE 

Pisili Camii’nin 38 sene imamlığını yapan Kenan Hocanın torunu, Mecidiye Han’da 65 sene manifaturacılık yapan Gençlerbirliği’nin futbolcusu, bisikletçisi ve boksörü Mustafa efendinin oğlu, şehrimizin en eski saatçi ve fenni gözlükçülerinden; aynı zamanda da kışları ‘Faki Dede mahallesinde’ yazları Meram ‘Dibek başı sokak’ta geçen gençliğinde milli atlet, günümüzün ise başarılı dağcısı Recai Kıcıkoğlu bu haftaki konuğumuz. Eski Konya’yı ve Kıcıkoğlu sülalesi ile kendi hayatını konuğumuzdan dinleyelim.

 

SEKİZ ÇOCUKLU AİLENİN İKİNCİ ÇOCUĞUYUM 

 

Esas doğum tarihim 5 Ağustos 1939, ama doğum tarihim nüfus cüzdanında 1.15.1940 olarak yazıyor. Bu fark şu yüzden olmuş. Babamı Alman harbi olduğu için o tarihlerde askere almışlar. Babam askerdeyken ben dünyaya gelmişim. Ama o zamanlarda kim bakar nüfus kâğıdına. Babam askerden geldikten sonra beni nüfusa yazdırmış, geçmiş gitmiş. Babam Mustafa Kıcıkoğlu annem Hikmet Kıcıkoğlu. Biz tam sekiz erkek kardeşiz. Kardeşlerim sırası ile İbrahim, ben, Hikmet, Ali, Fahri, Ruhi, Ahmet ve Muammer

 

DEDEM KENAN HOCA 38 SENE PİSİLİ CAMİİ’NİN İMAMLIĞINI YAPMIŞTI

 

Bizim sülaleye gelince baba tarafından dedem Recep Kıcık. Bu dedem 21 yaşında Çanakkale şehit düşüyor. Babamın anne tarafı Konya’nın yerlilerinden, Kenanlar’dan. Benim anne tarafım Yörük. Babamın dedesi Kenan hoca 38 sene Pisili Camisi’nde imamlık yapmış. Bu görevi sırasında aldığı bütün paraları biriktirmiş ve bununla Musalla Mezarlığı’nın etrafını duvarlarla çevirtmiş. Yine buraya akasyaları dikmiş. Dedem aynı zamanda Cihanbeyli’nin Böğrüdelik köyüne kuyu yaptırmış. Kenan dede deri üzerine iş yaparmış. Bedesten’de beş altı tane yan yana dükkânı varmış, Recep dedem ise çiftçi. Dediğim gibi Çanakkale şehidi. Bu dedem altı ay da hacca gitmiş, hacca develerle gitmiş gelmiş. Fakidede Mahallesi’nin o yaştaki bütün gençleri Çanakkale harbine gitmişler; bizim mahallede beş altı tane şehit hanımı vardı ve bunlar hiç evlenmediler. Uzun ömürlü oldular ama hiç evlenmediler.

 

BABAM GENÇLERBİRLİĞİ’NİN FUTBOLCUSU, BOKSÖRÜ VE BİSİKLETÇİSİ AYNI ZAMANDA DA MECİDİYE HAN’DA MANİFATURACIYDI

Babam manifaturacıydı, Mecidiye hanının köşesinde Haşhaş’ın karşı tarafında. Babam burada 65 sene manifaturacılık yaptı. Kendisi tam bir spor adamıydı. Gençlerbirliği kulübünde lisanslı futbolcu bisiklet ve boks sporlarını yapıyordu o zaman ki sporculardan İdmanyurt’lu Hasan dayısı babamın adamı idi. Bir de Kadıların Cemal abi vardı. Kadıların Cemal abi spor yaparken hiç mağlubiyet yüzü görmemiş. Ama en sonunda da ama olmuş, gözleri görmüyordu. Bu adamcağız ringe çıktığı zaman bir iki dakika sürede rakibinin ya göğsünü ya da burnunu kırarmış. Çok güçlü kuvvetli bir insanmış, tabii bu bir Allah vergisi. Kendisini en son bir gün babamın dükkanında gördüm elinden bir çocuk tutmuş geldi sade kahve içti gitti. Bu adam hocalık yapardı Kadıların Cemal derlerdi bu gelmiş geçmiş Konya’nın en başarılı sporcusu idi. Ama tabii çok ah almış. Kendisine kemik kıran da derlerdi. 85 yaşında filan oldu galiba. Konya’da 30 lu yıllarda boks yapmış.

 

BABAMLARIN ÇOK GÜZEL RENKLİ BİR MÜZİK HAYATI VARDI

 

Babamların çok güzel renkli bir müzik hayatı vardı. Perşembe günleri toplanır klasik Türk müziği ve ilahiler söylerdiler. Muammer Torasa, Eşref Yazgan yani meşhur Eşref hoca, Arif Etik, Memduh Derin, Kurşuncu Orhan, Sezai Arısoy ile hep birlikte idiler. Sırf bizim evde Perşembe günleri otururlar önlerine notaları koyarlar biz de kendilerine hizmet ederdik. Birde bunun arka yüzü olarak Pazar günleri toplanırlardı Meram’da toplanılır çebiç kesilir masa kurulur Fındık Hüseyin ağa, Mazhar Sakman, benim babam Adil Özselçuk, Faik Parlak,  Hikmet Başyartaş saatlerce çalar söylerlerdi aynı zamanda saz alemi başlardı. Bu isimler aynı zamanda Konya’nın belli başlı esnaflarındandılar. Bu dediklerim 1951-52 yıllar arasındaydı. O zaman salata yapmak için büyük tepsilerde marullar, soğan, turp, yumurta sirke limon filon kullanılırdı. Başka bir şey yoktu marulun kabuklarını kenara atarız limonu en son sıkarız marulun küçüğünü içine bunun içine dikeriz. Ama babamlar bizi içeriye sokmazlardı. İçerde sazendeler devam ederlerdi. O zamanlarda sanki toprak evimiz yıkıyor sanıyorduk. Ama biz hep dışardan durur sürekli içeriye servis yapardık. Meram köprüsünün yanında Şükrü ağa vardı eğer bir malzeme lazım olursa gider ondan alır gelirdik. Bir gün yine mutfaktan içeriye biz sürekli servis yapıyoruz. O gün ayrıca bahçede yoncalar biçilmiş duruyordu. Mutfaktan içeriye servis yapılacak bir şey kalmamış tüm malzeme bitmişti. Marulların içine doğramadığımız o dış kabuklarını bile salata yapmış bitirmiştik. Babam bir ara dışarıya geldi yonca getir dedi. Yoncalar tazecik idi onları ince ince kıydık limonladık zeytinyağı sirkeyi döktük salatayı yaptık içeriye gönderdik. 10- 15 dakikada sonra tepsi tekrar boş olarak geldi. Bir daha diyorlardı. Babam yonca yediklerini onlara daha sonra anlattı sonradan babamdan için ‘Ağa bize yonca salatası yedirdi’ diye senelerce konuşuldu. Babam 1985 yılında vefat etti.

 

MERAM’DA ÇELEBİLER AĞIRLIKTAYDI

 

O yıllarda öyle büyük bir sevgi vardı ki insanlar çok fazla konuşmazlardı ikindin oldu mu akşam ne yapacaklarını düşünürlerdi Konya erkeği böyle idi. Ama Perşembe akşamları hiç bir yere gitmezlerdi. Ayrıca ilahiler toplantısı yaparlardı. Eşref hoca, emekli albay Muammer Tolasa vardı. Bunun sesini Münir Nurettin Selçuk’un sesine benzetirlerdi. Bu Muhammet gecenin ikisine kadar devam ederdi. Mesela benim Fransa’dan arkadaşlarım Türkiye’ ye gelmişti. Çalıştığı yerin bayanları erkekleri de Fransa’dan Meram’a gelmişlerdi. Biz kendilerini misafir ettik. Meram’da çelebiler doluydu. Bizim 5 bin metrekare büyüklüğünde Doruğun Şükrü’nün karşısında bizim evimiz vardı. Burada her çeşit meyve ağacı var.

 

Yanımızda boş bir tarla vardı öbür tarafta ise Bahattin Çelebinin tarlası vardı. O zaman o tarlaya buğday ekilir Temmuz ayında harman yeri süpürülür akşam burası sulanır meyveler gelirdi. Bahattin Bey, Adil Özselçuk, babam, Ahmet Nalçacı da gelirdi. Ahmet Nalçacı’ da ney çalardı dibek başında otururdu. Gece olur ayda vurur nefis bir manzara oluşurdu. O zamanlar elektrik pek kullanılmazdı. Bu grup ayın o güzel ışığı altında Mevlevi musikisi yaparlardı.

 

FAKİ DEDE MAHALLESİNDE TOPRAK BİR EVDE DÜNYAYA GELDİM

 

Doğduğum ev topraktan bir evdi. Kapıdan girersiniz boş bir avlu vardı etrafında odalar tek tek kapıları, kapıları hep dışarıya bakardı. Karşıda mutfak vardı. Odaların içinde yüklük bulunurdu. Su ısıtılır misafir orada abdestini alır yıkanırdı. Üç dört tane tuvalet vardı içeride de dışarıda da tuvaletler vardı. Evin bahçesinden Meram çayının bir kolu geçerdi 600 yıllık pelit ağaçları var. Çok eski bir bağ olduğu için Meram’da çelebileler hâkimdi. Burada Karadutundan tutun da kayısılar şekerpare armutlardan iğdesine kadar her şey bulunurdu. Bu armutlara öküz göbeği armut derlerdi bunların bir tanesi en azından yarım kilo gelirde üzüm bağımız vardı. Dışardan adeta hiçbir şey alınmazdı. Bahçemizde kendi fırınımız vardı ekmeğimizi kendimiz yapar ineğimizi kendimiz sağardık. Bin iki bin metresine buğday ekerdik. Mahallemizde bir memur vardı biz kendisine tandır ekmeğinden verirdik o da bize çarşı ekmeği verirdi. Güz mevsimi geldi mi pastırma sucuk yapılır. Küplere kıymalar konurdu. Bağda pekmez kaynatılır reçeller yapılırdı. Konya’nın durumu iyi ailelerinden idik Musalla’da bağımız vardı üç gün oradan üzüm gelir üç gün pekmez kaynatılırdı.

 

GELEN GEÇEN ALSIN DİYE KAPININ ÖNÜNE SEPETLE K AYISI KOYARDIK

 

12- 13 yaşındayım. Ben bisikletle Konya’ ya gelir giderdim. Zaten otobüs sadece sabah akşam vardı: Biz eski yoldan gelir giderdik. Bir gün iki sepete en güzel şeker pare kayısıları doldurdum. Bunları Konya’ya götürecek satacaktım ve Yeni Sinema’ya Tarzan filmini 38 tekmili birden filmine gidecektim. Sinema 25 kuruş idi. O zaman muhacir pazarı şimdiki Zindankale’nin olduğu yer idi. Buranın aşağısında mağaralar vardı. Neyse pazara geldim her taraf kayısı idi. Herkesin önünde kayısılar vardı. Bende koydum beklemeye başladım Kayısılar o kadar güzeldi ki yumurta gibiydiler. Ama hiç kimse almaya gelmiyordu. Sinema saati de geliyordu ne var ki gelen giden yoktu. Bir ara 8-10 asker geçiyordu. Onlara seslendim asker ağalar durun dedim. Askerlerin çevrelerini ceplerinden çıkarttırdım o güzelim kayısıları ellerimle onlara verdim ve Meramın yolunu tuttum. O zamanlar kapının önüne bir sandık koyardık yabancılar yoldan gelip geçenler kayısılardan alsın diye ama inanın kimse o kayısılardan almazdı. Bizde akşam oldu mu kayısıları yarar damlara kurutmak için sererdik.

Evimiz toprak damdı Meram hep böyle idi. Şimdi Meram’da baraj olduğu halde ayda üç gün su veriliyor o da Meram kurumasın diye. Oysa eskiden çay yarıya kadar dolu akardı. Su sıkıntısı diye bir şey yoktu. O yıllarda kışın çok kar yağardı ve baraj olmadığı halde sıkıntı olmazdı. Yanılmıyorsam 1952- 53 de baraj yapıldı. Meram şimdi taşlaşmış durumda Meram Meramlıktan çıktı Konya’nın Mahallesi oldu beton oldu. Meram eskiden bambaşka idi

 

KONYA’YA BÜYÜK SEL GELDİ SUYUN VAHŞİ SESİNİ DUYDUK

 

Birde Konya’ ya büyük bir sel gelmişti. Yanılmıyorsam yıl 1946- 47 idi. İki gün durmadan sular aktı Konya boşaltılacaktı. Selbasan tarafını askeriyenin o taraflarını hep sel bastı askeriye bile boşaltılacaktı. Konya da insanlar da boşaltılıyordu. Sular Zindankaleye geldi ve oradan bir delikten sular aşağıya akıp kayboldu gitti. Biz Tavusbaba tarafından Konya’ya bakardık. Suların sesinden durulmuyordu suyun çok vahşi bir sesi vardı. Su ne varsa önüne alıp götürdü. Dere tarafından ayna tarafından bakıyorduk. Meram’da iki değirmen vardı. Bir tanesi Derelilerin bir tanesi de Tolluoğulları’nın değirmeni idi. Bunlardan bir tanesi aile çay bahçesinin girişinde diğeri de Tavusbaba camisinin alt tarafında idi. Dere tarafında yine çok değirmen vardı.

 

TAYYİP AĞA AVDUN’DA OTURURDU

 

Tayip ağa Avdun’da oturuyordu. Bir sabah ben bisikletle Konya’ ya gidiyordum. Tayip ağada arabası ile önde gidiyordu. Önün da de küfelere armut doldurmuştu. Armutlar küfelerin üzerinden gözüküyordu. Meram eski yol öyle bir yoldu ki iki araba tekerleğinin içinde giderdik tozdan gidemezdik. Tayip Ağa at arabası ile gidiyor ve benim önümde çok hızlı gidiyordu iki de bir atları kamçılıyordu. Ben de onun tozu yememek için biraz arkasından bisikletimi sürüyordum. İki çay arasında tümsek vardı bu tümsekte atlar ve araba bir havalandı ki küfeler devrildi armutlar sağa sola yayıldı. Tayip ağa arabayı durdurdu küfeleri aldı büyük bir kızgınlıkla armutları tozların üzerine aşağıya attı atları yeniden kamçıladı ve sinirle gitti.

 

HAKİMİYETİ MİLLİYE’DE OKUDUM

 

Hakimiyeti Milliye ilkokuluna gittim. Zekiye İzgi hocamdı Allah rahmet eylesin. Baha bey başmüdürümüz idi okulumuzda Übeyde hoca, Fethiye Onsun hoca hanım, Muzaffer hoca vardı. Muzaffer hoca kümük hoca diye bilinirdi ama çok sert bir hoca idi. Bu okula 1946 da girdim 1951 yılında da mezun oldum.

 

VEREM SALGINI OLDU ANNEM 28 YAŞINDA BU HASTALIKTAN VEFAT ETTİ

 

1948 de ya da 1947-48 yılları arasıda şehirde bir verem salgını oldu. Benim annem 28 yaşında bu hastalıktan öldü o zaman bu hastalığa ince hastalık diyorlardı. Bizim sırada Kadriye isminde bir kız vardı hasta imiş dediler. Kızcağız bir gitti bir daha gelmedi. Bir ay içinde oda vefat etmişti. 8 -9 yaşında idi. Gene Alman harbinin yeni bittiği sıralarda okulun güney doğu tarafında bir kazı yapılmıştı. Bir metre filan mevzi kazıldı burası kazılınca kemlikler çıktı o zaman anladık ki okulumuz mezarlık üzerine kurulmuştu.

 

MEŞHUR NİYAZİ USTA BİZİM TAKIMIN KALECİSİ İDİ

 

Konya’mızın meşhur Niyazi ustası sınıf arkadaşımız idi yine Saim Sakaoğlu, Mehmet Bildirici sınıf arkadaşlarımızdandılar.  Necati Bey okulu yeni yapılmıştı onlarla devamlı futbol maçı yapardık ama hep kavgadan maçlarımız yarım kalırdı. Bizim takım çok iyi idi bu yüzden de artık ilkokullar değil mesela Ticaret mektebi ile maç yapar olduk. Bizim takımın kalecisi Niyazi usta idi. Maçlarda kanlar içinde kalırdı. Çünkü sahalar hep taşlık ve dikenlik idi. Öğretmenimiz çok disiplinli ama bizi hakikaten çok iyi yetiştirmiş. Sınıfımızdan 4 profesör doçent ilim adamı çıktı. Allah rahmet eylesin çok iyi idi ve Selanikliydi. Ben tarih coğrafya derslerini çok severdim başka hiçbir dersi de zaten pek sevmezdim. Sadece bu derslerden iyi idim öbürlerinden orta halli bir talebe olarak okulu bitirdik.

 

ALİ NALÇACI DİN DERSLERİMİZE GİRERDİ

 

Ben bugün dahi manifaturacılıktan çok iyi anlardım mesela çok iyi kumaş sararım. Babam halk oyunlarında giyilen meydani filan satardı ayrıca altı parmak, kutnu, kaput bezleri satardı. Kaput bezlerine Amerikan bezi denirdi. Biz şeker kamışını sorardık. O zaman hal iktisadın altı denilen Aziziye caminin arka tarafında idi yandı. Ali Nalçacı hocamız din derslerine girerdi. Bu dersimizde hocamız kızları dışarıya çıkarırdı erkeklere din dersi verirdi.

 

KONYA’DA BEŞ TAKSİ VARDI BİZ LANDUN(FAYTON)LARA BİNERDİK

 

O yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi dönemi idi. Nüfus kâğıtlarımızda ‘kaput verildi’, ‘Gaz yağı verildi’, ‘Şeker verildi’ yazardı. Bunlar şimdi hala durur.  Meram Yeni yolun yapılışını da hatırlıyorum yola taş getirdiler kırdılar. Onun üzerine kum döktüler ama bu yolun yapımı çok uzun sürdü. Yanılmıyorsam yapım 1946 da başladı 1948de 49 da açıldı. Yine yanılmıyorsam 12 senede Meram yeni yolda ki alt geçit yapılabilmişti. O zaman teknoloji çok kısıtlı idi. Yolun solunda askeriye vardı. Gece yazlık sinemalara Konya’ya gelirdik. Yapı Kredi bankasının önünde beş taksi vardı. Faytonlara landun denirdi. Onlar düğünlere giderdi. Ardında kağnılar vardı. Sinemeye giderdik zevk sineması vardı zaferde Ceylani’nin sineması vardı, şu an ki kitaplığın olduğu yerde kapalı bir sineme vardı. Bir akşam bir sabah Meram’a otobüs vardı. Gece yürüyerek eve dönerdik ekin tarlalarının arasından. Meram’ın sol tarafında askeriyenin Dikimevi vardı. Hatta gece yürürken köpekler peşimize düşerdi. Aşgan, Değirmen, Fidanlık vardı Meram-Konya çok yayan gidip geldik. Bir buçuk saatte Meram’a varırdık.

 

HAŞHAŞ, KUZUCULAR, TAŞBAŞLAR, SILAYLAR, SARRAF NURİ MEŞHURDU

 

Cihanbeyli tarafından gelen müşterilerimiz Diyarbakır kuşağı, yorgan yüzü, atlas, dört etek entari giyerlerdi hususi terzilerimiz vardı Reşidiye, Altı Parmak alırlardı. En fazla bu düğün yapacakları zaman gelirlerdi onların bir adetleri vardı oğlan tarafı bunları görmezdi başlıklı parasını kız tarafına verirler kız tarafı gelir sandık konur kutular konur yorgan yatak yüzleri konurdu. O zamanlar altınları Sarraf Nuri’den alırlardı tabii birde o zamanlar üç beş sarraf  vardı Aksaray otobüsleri Mecidiye hanından giderlerdi kunduracıdan kundurasını alırlardı. Bunlar 50 li yılların başı idi. Meşhur Hacı Veyiszade efendinin dükkanını bizim dükkanın tam karşısında idi. Yanında da Haşhaş’ ın dükkanı vardı. Kuzucular vardı Mecidiye hanın sahipleri idiler. Taşbaşlar vardı Sılaylar vardı. Birde Arap Halepli Köfteci vardı. Köfte kuşbaşı altı ezmeli gelirdi bu hususi yapılırdı.

 

KAPU CAMİSİNİN MİNARESİNDE ÜÇ GÜN KELYEKLER İLE KARTALLAR KAVGA ETMİŞTİ

 

Bir de hiç unutamadığım bir olay oldu yanılmıyorsam 1950 idi. Kapu camisinde leylekler ile kartalların savaşı oldu bu kavga tam üç gün sürdü. Minarenin etrafında leylekler ile kartallar adeta birbirini yedi.

 

BEDESTEN GİRİŞİNDE SAATÇİ VE GÖZLÜKÇÜ ADİL ÖZSELÇUK’UN YANINA ÇIRAK OLARAK GİRDİM

 

1951 ilkokuldan çıktık. Babam bizim gözümüz açılmadan Bedesten girişinde Üniversite Kitap evi vardı onun yanında İzmir pazarı vardı ve onun yanında da Adil Özselçuk vardı saatçi gözlüklü idi beni buraya çırak olarak verdiler. Ben üç sene burada çalıştıktan sonra bu kez beni İstanbul’a gittim. Bu mesleği de yani fenni gözlükçülüğü Rumların yanında öğrendim.

 

DEVE VE KOYUN SÜRÜLERİ GELİRDİ

 

Faki dede mahallesi eski garajın olduğu yerde idi orası o zamanlar koyun pazarı idi. Eskiden develer kervanlar halinde sabah erkenden buruya gelirdi. Bizim kapının orada dururlardı. Koyun sürüleri gelirdi cıngıl cıngıl geceden çanlarının seslerini duyardık. Bizim evin arkaya çıkan bir kapımız vardı, Orandan da saman pazarına çıkardık. Birde çıkmaz sokak vardı. Faki Dede Tolluoğlu sokak diye geçer

 

HACI VEYİSZADE HOCANIN ELLERİ BAĞLI POLİSLER GÖTÜRÜYORDU

 

Bizim ineğimiz vardı ineği arka sokaktan Topraklığa götürürdük Üçler Mezarlığının arkadan çıkardık daha sonra oradan da çoban sürü halinde hayvanları Aslıma götürürdü. Bir gün ineği ben götürdüm daha çocuğum 7- 8 yaşındayım. Bir battım Hacı Veyiszade hocamız elleri bağlı. Zaten kendisi herkese nerede olursa olsun kimi görse selam verirdi. Bana selam verdi. Yanında bir hoca daha vardı. Onun elerlide bağlı idi. Yanlarında da iki de polis var ama hocaların elleri bağlı idi. Sabahın ilk saatleri idi Gün yarım saat 45 dakika sonra çıkmıştı. Bunu da hiç unutamam.

 

TOLLUOĞLU CAMİNİN HAFIZI AHMET KİRTİŞ HOCA ÇOK İYİ NEY ÇALARDI

 

Ezanın Türkçe okunduğu camiyi de biliyorum burası önce askeriyenin ilaç deposu idi. Sonradan ibadete açıldı Burası Tolluoğlu camisi idi garajın tam köşesinde. Ahmet Kirtiş hoca buranın hafızı idi ve çok iyi ney çalardı.

 

DİBEK BAŞI SOKAKTAN İKİ BELEDİYE BAŞKANI ÇIKTI

 

Artık Konya’dan Meram’a 15 dakikada bir otobüs var. Meram Yeni Yol ve eski yol asfalt. Gerçi asfalt yönünden biz şanslıyız. Bizim mahalleden ‘Dibek başı sokaktan’ Konya’ ya iki belediye Başkanı çıktı. O yüzdende torpilli idik. Bizim mahalle Konya’nın ilk asfaltlanan mahallelerinden idi. Belediye Başkanlarından birisi iki bağ ötemizde ki Muhlis Koner idi. Jeep gelir kendisini alır götürürdü. Bir diğeri de beş bağ ötemizde ki Ahmet Hilmi Nalçacı Bey idi. En son çelebilerden Kadriye Hoca Hanım, Sezer Kendi’nin annesi 100 yaşında öldü. Bizim bağ ile yan yana idik. Ben en son çelebilerdenim derdi yine Çelebilerden var ama. Kendisinden ne kadar istedim ise de o eski fotoğraflardan bir tane bile vermedi. Çok ısrarcı olduğum zaman bana –‘Hadi be oradan deli başka ne istersin’ derdi. Her gün bize gelir çay içerdi ama fazla bilgi vermezdi yaşlanmıştı tabii

 

1953 DE TAD HIRSIZ VİTRİNDEKİ BÜTÜN ÇAKMAKLARI EKMEĞİN İÇİNE DOLDURMUŞ

 

Konya’da Adil ustanın yanında çalışırken bizim vitrin Bedestenin girişinde olduğu için ışıklandırılmış vitrininde Movada Omega Lonjin saatlerinin bulunduğu çok güzel bir vitrindi. çünkü biz aynı zamanda bu markaların acentesi idik. Birde çok meşhur Lonson çakmakları vardı Parker dolma kalemleri satardık. Hiç unutmuyorum bir cumartesi günü dükkana bir tad geldi anlatıyor, anlatıyor ama anlaşamıyorduk. Sonra çakmaklardan bir tanesine baktı filan el kol işareti ile bunun fiyatının 32 liraya olduğunu söyledik. Bu para çok büyük para idi adam koydu gitti. İki üç saat sonra yine geldi yine aynı şeyler biz bu kez birazda sert şekilde gönderdik vitrinin ışıkları gece 12 de sönerdi çünkü insanlar sinemadan dağılıncaya kadar bu ışıklar yanardı. Rahmetli Adil ustanın oğlu Hikmet Özselçuk vardı plak filan satardı sinemalar dağıldı mı vitrinin kepenklerini indirir sabah da dükkanı ben açardım. Ertesi gün geldim tam kepenkleri kıldırıyorum ki şangır şangır vitrinin 7 mm lik camları döküldü. Vitrinde bugünün parası ile 50 milyarlık saat var hepsi duruyor Ama çakmakların hiç birini yok. 20- 30 çakmak hepsi çalınmış. Hemen karakola gittik ustanın evi Şerafettin camisinin arkasında idi. Hemen usta geldi hırsızlık olayı duyuldu halk bizim dükkanın önüne doldu mahşeri bir kalabalık var. Biz de bir gün önce bir tadın geldiğini olanları bir bir anlattık. O zaman garaj Hakimiyeti Milliye okulunun orada saman pazarının oradaydı. Ben ve Adil ustanın oğlu ile o tarafa gittik. O tadı arıyorduk. Bir baktım eski garajın kapısının orada o tat duruyor ben ne yapacağımı şaşırdım o anda bir baktım bizim mahalleden biri geliyor ona hemen şu tat bizim dükkanı yarmış şunu götürelim dedim ve ikimiz birden kollarından tuttuk adam hiçbir reaksiyon göstermedi kolundan tuttuk yürüyoruz. Tolluoğlu camisinin oraya gelirken birkaç kişi daha geldi adamı dükkana götürdük. Adil usta kepenkleri indirdi değneği çekti kapının önü mahşer gibiydi. Adamın ceplerine bakıyoruz ceplerinden sadece ekmek çıkıyor sonradan bir fark ettik ki adam ekmeklerin içine çakmakları yerleştirmiş. Bütün çakmaklar çıktı. Sonra polis geldi ve götürdü. Yıl 1953 idi.

 

SABAH NAMAZINDAN ÖNCE DÜKKANLARI AÇARDIK

 

Yine bir sabah dükkanı açtım üç kişi birden geldi. O zaman duvar saatleri vardı. Bana bir şunun sesini dinleyim dediler. Ufak sandalyeyi çektim. Çıktım saatin sesini dinmedim. Bana bir de şunu dinleyelim çıkıp onu da dinletiyorum. Daha henüz 13- 14 yaşında bir çocuğum işte. Bir o saat bir bu saat derken hepsini dinlettik. Adamlar biz sonra geliriz dediler ve çıktılar gittiler. Onlar gittikten sonra bir baktım ki bizim tezgahın üzerinde ki 20- 30 tane müşteri saati gitmiş. O adamlar bir daha bulunamadı o zaman oradaki esnaflar üç beş gün ara ile yani dükkanlarını erken açan dükkanlar hep böyle soyulmuşlar. Dükkan sahipleri  komşular toplandı bundan böyle dükkanları biraz geç açalım dediler. Ve saat 8 de Bedesten açılmamaya başladı. Oysa yolcular Konya’ ya erken gelir öğlen üstü de giderlerdi onlara biraz zorluk oldu tabii. O yıllarda ben dükkanı saat 5.30- 6 da açardım. Bize erken gibiydi ama Mumcular sabah namazını dükkanda kılar onlar bizden önce açarlarmış.

 

FUTBOL DİYE KONYASPOR’A GİTTİM MİLLİ ATLET OLDUM

 

Konya’da iken bizim orada Kebapçı Şükrü vardı burada Mustafa diye biri çalışırdı eti tartar verirdi. O zaman ki sarı yeşilli Konyaspor’a gel seni yazdırayım dedi. Bir kaç arkadaş Konyaspor’a yazıldık antrenmanlara gittik iki maç oynadık. Bana sen bizim futbol takımında değil bizim atletizm şubesine gir dediler. Ve beni hemen iki hafta sonra yarışlara soktular. 1500 metre de Konya birincisi oldum. 1955 yılında bana lisans çıktı ve bu kez bizi beş bin metre ve 7 bin 500 metrede koşturmaya başladılar. Ardından üç kişi Konya takımı olarak Adana yarışlarına gönderdiler biri Şeker fabrikasından Mustafa biri de basketçi Hasan dedikleri bir arkadaştı. Adana’da ki yarışlarda biz Konya takımı olarak üçüncü olduk. O zaman Türkiye’de 67 vilayet vardı. Nerede ise bütün Türkiye’de ki illerden yarışlara gelmişlerdi. İl Müdürümüz Sami Yavrucak veya Ziya Beydi tam olarak hatırlayamıyorum. Yarış sonrası bize büyük bir şilt verdiler bizde bunu bölgeye hediye ettik. Bizi tebrik etti. Yarışları radyodan duydum dedi. Konya’nın ismi duyulmaya başladı. Hatta bir ara Gençlerbirliği kalecisi filanda bizimle yarışlara katıldı ama biz onları geçtik. Konya’da bütün yarışları biz alıyorduk geceleri battı çıktının üzerinde ki DDY ‘nın bekçi kulübesinde soyunur Meram’a varır gelirdik. Çünkü esnaftık gündüzleri çalışılıyorduk. Daha sonra Konyaspor’dan ayrıldık Tenisçi İsmail Serim bizi Yolspor kulübüne yazdırdı. Yolspor’ da da atletizmi iki sene yaptık bu kulüp için koştum. 10 bin metrede ilk defa İranlılarla yarıştım ve milli takım formasını giydim. O zaman İranlıların Babam Başyi isminde dünya çapında bir atletleri vardı. Onunla koştum bu yarışta o yine birinci oldu ben de üçüncü olmuştum. Biz çalışmak için İstanbul’a gidince bu kez İstanbul’da Kurtuluş kulübüne yazıldım.  Orhan Arda ile birlikte Kurtuluş’a yazıldık. Burası bir Rum kulübü idi burada da beni Almanlarla yarıştırdılar. Burada da milli oldum en son olarak Kurtuluş kulübünde lisansı iken askere gittim.

 

ASKERLİĞİMİ HARBİYE’DE YAPTIM

 

Askerliğe Mamak’da başladık. Daha sonra bizi Mamak’tan Harbiye’ye verdiler. Ama ben Harbiye’ye gitmek istemedim beni Erzurum’a gönderin dedim. Çünkü zaten herg ün İstanbul’da idik. Bu kez 4 aylık İstanbul Harbiye’ yerdiler. Ardından Gemlik’e gittim daha sonra bizi tekrar Harbiye’ye verdiler. Bu yıllar ihtilal yılları idi. Sonra askerlik biter bitmez tekrar Konya’ ya geldik.

 

İSTANBUL’DA KOSTA ÇOKAZ USTANIN YANINDA ÇALIŞTIM

 

1964 de İnönü iktidar’da idi. İstanbul’dan bütün Rumlar göçe zorlanıyorlardı. Buralarda ki Rumlarda Beyoğlu’nda ki dükkanlarını evlerini satıp Kapalı çarşıdan da reşat altınlarını alıp gittiler. Altınlarını da karınlarındaki kuşaklarda sardılar. Önce Gökçe adaya oradan da  karşıya motorlarla geçtiler. O zaman iktisatta sıkıntı çekildi. Deri gözlük saatçilik hep bunların elinde idi. Bende Kosta Çokaz isminde ki ustamın yanında çalışmıştım o da dükkanını evini satarak gitti. Şimdi Atina’da dükkanı var kendisi ile hala mektuplaşırız. Yılbaşlarında sürekli ve düzenli olarak tebrik gönderir iyi bir insandı. Kendisi çok koyu bir Beşiktaş’lı idi. Kendisi ayrıca halterci idi beni atletizme teşvik eder antrenmanlara gitmem için izin verirdi.  O zamanlar Beyoğlu çok sosyetik bir yerdi. Saat akşamüzeri 5- 6 oldu mu bizim usta Kosta Çokaz hanımını koluna takar yakasında da mutlaka bir gül olacak kol kola yürürlerdi Şekerci Hacı Bekir’in dükkanından ufak bir helva alır yerlerdi. Yani Beyoğlu’nda her gün gezerlerdi yürüyüş yaparlardı.

 

ZEKİ MÜREN 15 GÜNDE BİR GÖZLÜK ALMAYA GELİRDİ

 

Zeki Müren başta olmak üzere bütün sanatçılar sosyete İstanbul’da ki elçiliklerin görevlileri gözlüklerini bizden alırlardı. Suat’ın kahvesi vardı. Maç bitti mi oraya gelirler toplanırlardı. Zeki Müren mutlaka 15 güne bir bizim dükkana gelirdi ne varsa yeni hepsini alırdı iki metre boyunda bir kaşkolu vardı bunu sürekli olarak boynuna boğazına sarardı yani kendisini korurdu.

 

4O YIL SAATÇİLİK YAPTIM 57 SENEDİR DE GÖZLÜKÇÜYÜM

 

Babam benim oralarda yani İstanbul’da kalmama razı olmadı. Askerlik dönüşü bedestenin içinde Özyalvaçların ancak bir masa kadar girişi olan bir dükkanı vardı. Burada biz çarşıya atıldık 1963 yılından 1951 e kadar burada çalıştık. Ve o günden bu güne yana 57 senedir gözlükçülüğün içindeyiz. 40 yıl saatçilik yaptık. İstanbul’daki dükkanımızın adı ‘Lünet’ idi öyle olunca onun hatırasına bende dükkanımın adını Lünet olarak koydum ama şimdi Türkçe bir isim koymadığım için pişmanım. Bu arada 1963 den buyana da Konya Ticaret Odasına kayıtlı esnafım. Mesleğimi çok seviyorum bu meslek sayesinde çok hayır duası aldım bu memlekette öyle insanlar gelirdi ki gözlüğü verirdik adam bugüne kadar hiç kullanmamış gözü rahatsız olduğu içinde iyi de görmemiş. Gözlüğünü taktıktan üç beş gün sonra gelir ay yuvarlakmış ben ayı hep portakal gibi görüyordum derdi. Çünkü astimat varmış. Eskiden Konya’da çok ameliyatlar olurdu ameliyatlar sonrası lamba şişesi gibi 10- 11 numara camlar takardık. Şimdi küçücük lensler ile her şey halloluyor  

 

65 DE SIDIKA HANIMLA EVLENDİM

 

1965 de yani askerden geldikten üç sene sonra evlendim.  Rahmetli Sıdıka hanımla mutlu bir aile yaşantımız oldu. Bu evlilikten Hatice ve Fatih isimlerinde iki çocuğumuz dünyaya geldi. Kızım Kız Enstitüsünü bitirdi oğlumda Selçuk Üniversitesi’ni bitirdi halen dükkanı o idare eder gözlükçü fenni diplomalı oğlumdan iki kızdan da bir torun sahibi 3 torunlu bir dedeyim.

 

MEHMET ALİ APALI İLE AHMET KENAN ENG ÜZEL GÜL VE YILDIZ İÇİN YARIŞIRLARDI

 

Bedesten’de Ahmet Kenan vardı eski yıldız ve gül şampiyonu idi. Evinde bütün Amerika’dan getirilmiş yıldızlar vardı. Bir gün rahmetli geldi. Benim dükkan ile Apalı’’nın dükkanı kapı karşı karşıya idi. Mehmet Ali Apalı’ da yıldızlar getirmiş şunu da şu vitrine koyuver demişti. Dayım geldi baktı yıldızları gördü bunlar nereden geldi? Diye çıkıştı. Bende karşı komşu getirdi dedim bana –‘Sen de hiç dayının gülleri yıldızları dururken bunlar buraya konur mu indir bunları aşağıya’ diye bana kızmıştı. Fevzi Halıcı her sene Dede bahçesinde gül yıldız şampiyonası düzenler bunu da ya Mehmet Ali Apalı ya Ahmet Kenan’ın ki birinci gelirdi Büyük gül ve yıldız bahçeleri vardı Mevlana’nın içerdeki gülleri dayım verirdi. Yediveren gülleri çok güzel koku salardı şimdiki güllerde koku filan yok.

 

LORAS’DAN KAR GELİRDİ

 

77 yılında bir gün arkadaşlarla birlikte elektrik santraline gittik. Derede ki bu yer o zaman çok meşhurdu. Yüksek bir yere oturduk. Oradan Loras dağında kar gördük bu sıralarda atletizmde kendi çapında devam ediyordu. 10 - 12 kişi vardık birden hadi oraya gidelim kar alıp gelelim dedik iki kişi gittik. Ama biz gideriz dağ gider, biz gideriz dağ gider akşam oldu hava karardı arkadaşlar bizi arıyor biz hala yokuz. Zar zor gece yarısı döndük ama üstümüz başımız perişan susuzluktan ölüyoruz bir damla su bulamadık rezillik yani. Yalnız benim bir huyum var aklıma bir şeyi koydun mu mutlaka onun sonunu bulmalıyım. Öbür hafta derelilerden  öğrendim loras dağına tekrar çıktık ve oradan karı aldık geldik. Ondan sonra Loras dağına devamlı çıktık çünkü orada o zamanlar devamlı kar olurdu. Konya’nın içinden de dağ ve kar görünürdü. Hatta merkeplerle aşı var, kar var diye kıl çuvalların içinde kar satılırdı. Yaz aylarının en sıcak günlerinde bile kar satılırdı. O karın ortasını açar pekmez döker yerdik. Kar dondurması derdik. Sivas’tan dükkanın yanına bir terzi geldi Veli Akpınar bu adam dağa öyle meraklı idi ki . Bana hadi bir daha gidelim dedi. Adam çok güzel dağcı idi. Ne şekilde inilicek ne şekilde çıkılacak s biçimini filan anlattı. Keverli, Loras dağı Takkeli dağına geceleri bile gidiyorduk artık.

 

RAHMETLİ TAYFUN TERCAN İLE PROFESYONEL DAĞCILIĞA GEÇTİK

 

Derken sene 1985 oldu doktor Tayfun Tercan Konya’ ya gelmiş. Allah rahmet eylesin çok müthiş bir insandı. Bizim dükkanın oralarda röntgenci yeri vardı. Bu adam dağcı idi. Bu sefer ondan işin teknik kısımlarını öğrenmeye başladık. Bizi 1986 da Kayseri’ ye eğitime gönderdi bir hafta Kayseri’de eğitim gördük. Orada karların içinde iplerle iniş çıkışı öğrendik. İşte bizim dağcılık orada başladı. Konya’da yavaş yavaş dağcılığı başlattık. Antalya’ya Kızlar sivrisine gittik. 1992 de Tayfun Tercan federasyon başkanı oldu. Beni de il temsilcisi yaptı. 16 seneden bu yana dağcılık il temsilcisiyim. Benim Türkiye’de gitmediğim dağ yok. Şimdi Konya’mızda 15 senelik dağcılarımız var 10 kişi Haziran ayında 142 kilometrelik Kaz dağlarına gittik 30 kilometrelik Beş parmak dağlarına tırmandık. İsparta’da dede gölün arkasından gidiş dönüş 30 kilometre. Buradan 3 bin metreye tırmandık. 112 kilometrelik Ereğli Tarsus  300 kilometrelik yürüyüşü  yaptık. İki defa Ağrı dağına tırmandım 5165 metre. Şimdi hedefimiz İran Demavent dağı 5630 metreye tırmanmak. Konya’da bizi pek tanımazlar ama dışarıda Türkiye’nin ilk üç vilayetinden biriyiz. Rahmetli Tayfun Tercan’dan bu görevi aldığımızda 8 lisanslı dağcı vardı bugün 432 lisanslı dağcımız var. Federasyondan çok saygın yerimiz var. Benim yaşımda dağcı Türkiye’de iki üç dağcı ancak var. Federasyon Başkanı Alaaddin Karaca ile birlikte 30 yıldır tırmanırız. Tırmanmadığımız dağ kalmadı Çok deneyimli ekibimiz var 30- 35 günde 40 kilometreyi atan benim diyen dağcı çıkmaz 5165 metreye Konya’dan ilk defa 10 dağcı çıktık Ağrı’ya üç günde çıktık. Biz inerken gelen İspanyollar gece orada vefat ettiler eksi 31 derecede. Gitmediğimiz kanyon kalmadı. Konya’nın en yüksek dağı Aydos 3435 metre Ereğli hudutları içerisinde. Zirvesinde devamlı kar var ikincisi Dedegöl Beyşehir gölüne bakar bir yüzü de Eğridir tarafına bakar. Isparta oradan çıkar biz buradan çıkarız.  Konya dağlarının hepsinin üstünde bir şehir var.

 

BİR DAĞA İKİ VALİ ÇIKARTTIM

 

1994 de Gençlik ve Spor İl Müdürü Necati Yeğenoğlu. Atilla Vural Konya’ya geliyor. Vali Konya’da güzel bir halk yürüyüşü yapalım halk ile beraber yürüyelim güzel bir yer istiyorum diyor. Necati Yeğenoğlu genç bir müdür Vali beye dağcılık il temsilcisini çağıralım der beni çağırdılar. Vali bey bize 10 tane doğası tarihi ve güzel bir yer bul dediler. Bende 10 yerin resimleri çektim Necati Bey’e ve Vali Bey’e götürdüm baktılar, baktılar sen nereyi tavsiye edersin dediler. Bende Gilistra fotoğraflarını göstererek burası olsun dedim. Vali beyde tamam müdür ile hazırlığa başlayın. Ben Necati Bey’i Bozkırlı biliyordum meğer Gilistralı imiş. Oranın yolları yok zaten olanda toz duman. Yolları temizledik taşları açtık Vali Bey Hava Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri, DSİ’den, YSE’den otobüsler rica etti halkı Gökyurt’a taşıdık bir kısmı buradan dağa çıktı tam iki bin kişiyi götürmüştük.Vali Atilla Vural buranın okulunu görür perişan kapısı bile yok. Sağ olsun okulu hemen başlattı şurada bir ev var çıkalım dediler kendisi Avusturya elçisi Konya’ ya gelecek kendisi ile görüşmem var dedi yalvardık yakardık. Vali beye zorla evin içini gösterdik evi bir gördü dolaplar sedef kakmalı iki tarafa açılır salon kirişlerden ağaç ardıçlarından kalın kenarlı meşhur mısırların konulduğu yerler. Çift kapılı dolaplar sedef işlenmiş. Vali Bey ben hayatımda böyle bir oda görmedim demişti. Bir gün sonra kendisi hanımı ile buraya gelmiş. Vali Ziyaettin Akbulut ile vali muavini Mehmet Can’ı Gilistra’nın Ali Sumas dağına  2010 metreye çıkarttım. Yani bu dağa iki vali çıkarttım.

 

ADEM ESEN’E EVLİYA ÇELEBİNİN SEYAHATNAMESİNDE Kİ TAKKELİ DAĞI ANLATTIM

 

2000 yılında Selçuklu Belediye Başkanı Adem Esen Bey bizi bir dağa çıkart dediler. Kendisini bahçe müdürlerini, ziraat müdürleri ile birlikte Takkeli dağa çıktık. Burada Adem Bey’e Sayın başkanım Türkiye’yi geziyoruz her taraf orman şuraya bir bakın bir tane ağaç yok’ dedim. Kendisine burada ağacın yetişip yetişmediğinin araştırılması gerektiğini söyledi.  Bende kendisine Evliya Çelebinin kitabında Kapu camisinin iki defa yandığını camiye buradan kesilen ardıçların götürüldüğünün yazdığını söyleyerek ardıç köklerini gösterdim. Bakın şimdi Konya bir dağ kazandı 250 binin üzerinde fidan dikildi bazı çamlar bademler benim boyumu geçmiş durumda. Burayı koruma altına alıyorlar biz dağcılar da her sene buraya gidip diplerini açıyoruz.