Hepinizi en iyi duygularla selamlıyorum.
Hür demokratik rejimlerde basının ne büyük hizmetler gördüğü ve onun değerli mensuplarının demokrasinin yaşamasına ne denli katkılarda bulundukları, demokrasi içinde yaşayan aklıselim sahibi herkesin idraki içindedir.
Bu inanç içinde size hitap etmekten kıvanç duyuyorum.
Demokrasi rejimi, faziletler rejimidir.
Demokrasi fertten ferde faziletli insanların varlığı ile yaşar.
Demokrasinin bütün özgürlükleri ona inananlar içindir.
Demokrasi rejimini yıkmak, yerine başka bir rejim kurmak isteyenler, hele demokrasinin hak ve hürriyetlerini kullanarak emellerine ulaşmak isterlerse, demokrasiye inanmış milyonlarca faziletli insanın hak ve hürriyetleri nasıl korunacaktır
İşte bence meselenin esası budur.
Bilerek veya bilmeyerek anlaşılmayan birinci mesele budur.
Demokrasiye vücut veren bütün kuruluşlar, demokrasi var diye, demokrasiyi yıkmak isteyenlere demokrasinin hak ve hürriyetlerini vererek onları, faziletli vatandaşlara uygulanan yasalardan nasıl faydalandırabilirler?
Hal böyle olunca, terör ve anarşiye karşı nasıl yasa yapılabilir?
İşte bu yüzdendir ki, rejim kendi kendini koruyacak yasalarla, bilerek veya bilmeyerek teçhiz edilememiştir.
Bu yasalar Meclislerde görüşülürken faziletli vatandaş düşünülmemiş, daima rejimi yıkmak isteyenlerin demokratik hakları düşünülmüştür.” (16 Eylül 1980)
Yukarıdaki demokrasi söylevini kimin verdiğini tahmin edebilir misiniz?
Bu özlü sözler kime ait olabilir?
Netekim yaşı otuzların üzerinde olan kuşak onu çok yakından tanıyor.
Hala o yılların travmasını atlatamayan, o dönemleri çok acı şekilde yaşayan 78’liler daha da iyi biliyor…
Evet, bu cümleler 12 Eylül’den sonra, ilk kez basın mensuplarının karşısına çıkan Kenan Evren Paşa’dan başkasına ait değil.
Yerli ve yabancı basın mensuplarına 12 Eylül Darbesinin ne kadar demokratik(!) olduğunu göstermek için düzenlenen bu basın toplantısı sanırım yüzyılın “demokrasi komedisi” olarak oscar’a bile aday olabilecek cinsten.
Sanki olağan bir seçim olmuşta, halkın büyük çoğunluğunun oyunu almış bir siyasi lider edasıyla konuşuyor Paşa.
Adeta demokrasi dersi veriyor basın mensuplarına.
Basın toplantısından sonra gazeteciler tarafından sorulan sorular da en az Paşa’nın basın toplantısı kadar “traji-komik”, bir o kadar da içler acısı.
Bu toplantı sonrası sorulardan birisi darbeyi yapan generallerin yapacakları “yemin töreni”yle ilgili…
Gazeteci yemin törenini merak ediyor, Evren Paşa da, parlamentoda nasıl olacaksa biz de öyle yemin edeceğiz diyor…
Yani, “Demokrasiyi koruyacağıma…” diye başlıyor Paşa’nın yemini de…
Tabii bu yemin yaparken;
TBMM kapatılıyor, anayasa ortadan kaldırılıyor, siyasi partilerin kapısına kilit vuruluyor ve mallarına el konuluyor.
Yine bu demokrasi sürecinde(!) 650 bin kişi gözaltına alınıyor, 1 milyon 683 bin kişi fişleniyor, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılanıyor.
Bu yargılanmalar sonucu 7 bin kişi için idam cezası isteniyor, 517 kişiye idam cezası veriliyor.
Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asılıyor.
Darbe demokrasisi işlerken, 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılanıyor.
Yine 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atılıyor. Tam 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarılıyor. 30 bin kişi “siyasi mülteci” olarak yurtdışına gitmek zorunda kalıyor.
Kuşkulu bir şekilde ölenlerin sayısı 300.
Bunlardan 171 kişinin ise “işkenceden öldüğü” belgeleniyor.
Evre Paşa’nın demokrasi söylevinden sonra 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklanıyor. Türkiye’de 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruluyor. Kamu’daki 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son veriliyor.
12 Eylül demokrasisi işlerken;
Türk basını da bu demokrasiden nasibini alıyor. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası isteniyor. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası veriliyor.
31 gazeteci cezaevine giriyor.
Demokrasinin olmazsa olmazı Gazeteler 300 gün yayın yapamıyor.
13 büyük gazete için 303 dava açılıyor ve 39 ton gazete, dergi imha ediliyor.
Ve 16 Eylül tarihli basın toplantısının final sorusu…
Türk basın mensupları sadece kendisine verilen soruları yönelttiği için olacak ki; yabancı bir basın mensubu soruyor en can alıcı olanını…
Sayın General, demokrasiye ne zaman döneceksiniz?
Cevap : “Demokrasiye dönüş için demin arkadaşlarım da sordular "Bir tarih verebilir misiniz?" diye. Zaten biz demokrasiyi ortadan kaldırmış değiliz. Bunu burada bilhassa belirtmek isterim. İşlemeyen demokrasiyi, bozulmuş demokrasiyi tekrar demokrasinin diğer kaideleriyle birlikte getirmek için bu harekatı yapmak zorunda kaldık. Eğer tarihimizi tetkik ederlerse, görürler ki, Türk Silahlı Kuvvetleri Türkiye’de daima demokrasinin kuvvetlenmesi için girişimlerde bulunmuştur. Aksi hareketi yoktur.
Demokrasi demek, her isteyenin her istediğini yapabilmesi demek değildir.”
12 Eylül işte böyle bir şey…
Peki demokrasi sadece askerle mi ortadan kalkar?
12 Eylül gibi olmasa da, siviller de demokrasiyi ortadan kaldıracak hamleler yapamazlar mı?
Tam 29 yıl sonra bunun emarelerini görmekten korkmuyor muyuz?
Demokrasi, 12 Eylül’de silahların gölgesindeydi…
Şimdi ise demokrasi, medyanın gölgesinde…
Hem de yıllarca mağduriyetten dem vuran bizim medyanın gölgesinde.
Demokrasi zedeleniyor, hırpalanıyor, çarpıtılıyor bizimkiler eliyle.
Bizden olanlar ve olmayanlar…
Açılımcılar, açılım karşıtları…
Bizim mahalleliler, karşı mahalleliler… diyerek bir korku imparatorluğu kurulmasına çanak tutuluyor.
Oysa, bizimkilerin gerçekten buna ihtiyacı yok.
Demokrasinin en basit biçimde “kendi için istediğini başkası için de iste, kendi için istemediğini başkası için de isteme” olduğunu hatırlasalar yeter.
Ancak ne yazık ki, 16 Eylül’de olduğu gibi şimdi de bizim basın “velinimetine” aynı soruyu soramıyor bir türlü…
“Reis, demokrasiye ne zaman döneceksin?”