İslâm toplumu “duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibidir”(Saf 61/49. Bunun için İslâm, imtiyazlı olmayı değil, adâlet ve hakkaniyete göre muamele etmeyi öne çıkarır. Bu sebeple hakkaniyet ölçüsü olan adâletin –ister mahallî, isterse küresel düzeyde olsun- gerçekleştirilmesi için mücadele vermek, insan onurunu korumanın doğal bir yoludur. Çünkü toplumlarda hakların gasp edilmesi çok büyük bir faciadır. Bu sebeple, nerede ve ne şekilde olursa olsun bir hak ve hukuk gaspı olan her türlü ayrımcılıktan uzak durulmalıdır. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’in çağrısı şöyledir: “Ey inananlar! Allah için adâleti ayakta tutup gözeten şâhitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; âdil olun”(Maide 5/8). Bu sebeple, Hz. Peygamber’in (sav) getirdiği değerler sisteminde insanlara statü ve ekonomik farklılıklarından dolayı bir imtiyaz tanınmaz. Üstünlük sadece Allah’a karşı sorumluluk şuuru taşımadadır.
Bu hususu Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede şöyle vurgulamıştır:
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”(Hucurat 49/13).
İslâm’ın insana bakışı budur. Çünkü Allah, insanların iktisadi ve fiziki yapılarına göre değil, kalplerindekine değer verir. Nitekim bu konuda Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah sizin zenginliğinize ve fiziki şeklinize bakmaz; O, sizin gönlünüze ve davranışlarınıza değer verir.” (Müslim “Birr” 33).
İslâm’a göre renklerin ve dillerin farklılığı, Allah’ın bir âyeti olarak değerlendirilmiştir: “Dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu, O’nun varlığının belgelerindendir.” (Rum 30/22) Kur’ân’a göre insanlar, aynı kökten gelmişlerdir (Bkz. Nisa 4/1). Ontolojik anlamda bir farklılık söz konusu değildir. Dolayısıyla, etnik köken ve renk ayrımcılığı, insan hakları bakımından bir zulümdür. Bu konuda Hz. Peygamber’in uyarısı çok özlü ve anlamlıdır: “Irkçılık davasına kalkışan bizden değildir”(Ebu Davud “Edeb” 121.) “Sizin hepiniz Âdem’in neslindensiniz. Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın, Arap olmayanlar üzerinde veya Arap olmayanın Arap karşısında üstünlüğü yoktur. Bu üstünlük ancak Allah’tan korkmakla (takva ile) olur” (Ahmed B. Hanbel, Müsned 5/411).
Görüldüğü gibi nebevî mesajın söylemlerinde bütün insanlığı kucaklayacak düzeyde evrensel bir dil kullanılmıştır. Yaşadığımız çağdaş dünyada insanlar hala renklerinin farklılığından dolayı kötü muameleye maruz bırakılıyor ve etnik çatışmalar yaşanıyorsa bunun arkasında cahiliye zihniyetinin yeniden ihya edilen ırkçı söyleminin varlığı vardır. İnsanın herhangi bir ülke, memleket, bölge ya da coğrafyaya ait olması İslâm açısından bireylerin farklılığı sonucunu doğurmaz. İnsan her durumda insandır. İnsanları siyah, sarı, kırmızı ve beyaz diye renklerine göre ayırmak; Türk, Kürt, Arap vb. gibi ırklarına göre farklı muamele yapmak bir zulüm olup, İslâmî öğretiye aykırıdır. Bu kötü muameleyi önlemenin yegâne reçetesi, İslâm’ın getirdiği değerler sistemine uymaktır.