Tabiatta bulunan bütün varlıklar, insana hizmet için yaratılmıştır. Bütün bir varlığı yaratan Yüce Allah, ezeli, ebedi ve kadim bir varlıktır. O’nun dışındaki varlıklar, izafidir: “Bütün varlıklar yok olacaktır, sadece azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacaktır.” (Rahmân 26-27). Dolayısıyla, Allahu Teâlâ’nın dışında bütün bir varlık hâdis olup, sonradan yaratılmıştır. Bu sebeple el-Kuddûs olan Yüce Allah olup, hakikatte O’nun dışında hiçbir şey kutsiyet taşımaz. Bizim bazı şeylere kutsiyet nispet etmemiz, mecâzî ve itibaridir. Meselâ, Kabe-i Muazzama, Haceru’l-esved, Mescid-i Nebevî, Mescid-i Aksâ vb. Müslümanların hayatında gördüğü vazifeler ve taşıdığı hatıralardan dolayı mecazi anlamda bir kutsiyet, bir kıymet ve bir değer ifade eder. Yoksa onların yapıları, maddeleri ve hacimleri değil. Peygamber Efendimizin hırkası ve sakal-ı şerifi de böyledir. Bunlara yaratılmış üstü bir nitelik kazandırmak tevhit bakımından sorunludur. Hz. Ömer (r.a)’ın, Kabe’nin duvarında bulunan hacer-i esved’le ilgili olarak: “Senin, zararı ve faydası dokunmayan bir taş olduğunu biliyorum. Rasulullah’ın seni öptüğünü görmeseydim, ben de öpmezdim” demesi bu anlatılanlara bir örnek teşkil eder. Hatta Hz. Peygamberin, bazı kimselerin ay ve güneş tutulmalarını ölüm ve doğumla ilişkilendirenlere karşı olumsuz tavır takınmasını da bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü ayın ve güneşin kendisinde bir kutsallık yoktur. Allah’ın dışında hiçbir varlığa tanrısal nitelik verilemez. Buraya kadar anlattıklarımız bir Müslüman’ın tevhit ve şirk bağlamında eşyaya bakış açısının nasıl olmasıyla ilgilidir.
Bilindiği gibi Müslümanlar Kur’an ve sünnette yeri olan bu tarihi mekân ve nesnelere, gördüğü vazife ve taşıdığı hatıralardan dolayı büyük değer vermişlerdir. Bunda da haksız değillerdir. Hiçbir Müslüman bu mekân ve nesnelere ulûhiyet atfetmemiştir. Böyle bir yanlışlık yapılıyorsa, bu doğrudan bilgisizlikle alakalıdır. Dolayısıyla Müslümanların bu mekân ve nesnelere karşı hassasiyet göstermesini saygıyla karşılamak gerekmektedir. Aynı zamanda bunlar bizim kültür mirasımızdır.
Son günlerde basın-yayın organlarında Osmanlı Mekke ve Medine’sinin belgi zarları olan bazı yapıların durumu gündeme getirilmiştir. Bunlardan birisi de Kâbe’nin etrafını çeviren ve sayıları 500’e varan kubbeli revakların durumudur. Bilindiği gibi bu revaklar, Mimar Sinan tarafından projelendirilmiş ve Osmanlı Sultanı II. Selim zamanında yapılmıştır. Mesele, “metâf” alanının genişletilmesi çevresinde ele alınmaktadır. Osmanlı gerek Mekke’de ve gerekse Medine’de yaptığı imar faaliyetlerinde daima şu ayeti dikkate almıştır: “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin.” (Hucurat, 2). Bu ayet ışığında ecdadımız Medine’de Kubbe-i Hadra’yı, Mekke’de Kabe-i Muazzama’yı geçmeyecek şekilde mimari düzenlemeler yapmıştır. Bu düzenlemeler sadece mescitler için geçerli değil, şehir mimarisi için de geçerli olmuştur. İster benimsensin, isterse benimsenmesin bu bir İslam yorum biçimidir. İşte bu ayet muvacehesinde Kâbe yüksekliğini aşmayan ve sayıları 500’ü bulan kubbeli revaklar da böyle bir hassasiyetin eseridir.
Basın-yayın organlarından öğrendiğimiz kadarıyla Suudi Arabistan hükümeti hacıların rahat bir şekilde tavaf yapabilmesi için Mescid-i Haramı genişletme kararı almış ve bu sebeple Osmanlı revaklarının yıkılması gündeme gelmiştir. Bir defa haberin sıhhati tartışmalıdır. Bunu, Suudi hükümet temsilcilerinin yaptığı açıklamalar doğrulamaktadır. Ne yazık ki, çevremizde bazı yazar-çizer arkadaşlarımız sanki bu kubbeli revaklar yıkılınca sorun çözülecekmiş gibi kraldan fazla kralcı kesilerek yıkılması yolunda ahkâm kesmektedirler. Doğrusu, insan utanıyor. Hatta kimileri de hükümete akıl vermeye kalkıyor. Efendim bu kubbeli revaklar İstanbul’da mı, Ankara’da mı yoksa Konya’da mı sergilensin, diye.. Beyler çok ayıp oluyor. Bunu sizler yapmayın. Bu revaklar yerinde kalsın. Mantık var, iz’an var. Yapılan ölçüm ve biçimlerde metaf alanı, normal şartlarda zaten 50 bin kişi alıyor. Eğer bu revaklar yıkılırsa, 10 bin kişi daha eklenecek ve bu sayı 60 bin kişiye çıkacak. Attığınız taş, bunca kurbağayı ürkütmeye değmez. Yılda yaklaşık 4–5 milyon Müslüman hacca geliyor. Bu revaklar yıkılınca sanki sorun çözülecek mi? Kaldı ki, bu revaklar, mimari dokuyu bozmadığı gibi, estetik bir görünüm de veriyor, Ka’be’ye… Eğer yüreğiniz yetiyorsa, Harem-i Şerif’in dışındaki yeni yapılanmalar üzerine yazınız, çiziniz. Mevcut durumda Mekke’nin sembolü olan Kabe, yeni sembollerin gölgesinde kalmış. Bu konuda akıl verseniz daha iyi edersiniz, derim. Bırakın Osmanlının yaptığı kubbeli revaklar yerinde kalsın. İnanın o revakların varlığı, İslam âlemine birlik şuuru ve özgüven duygusu kazandırıyor.