Rüşvet alıyor, temiz suyu kirletiyor…
Bu topraklar gerçekten de insanlığın ihtiyaç duyduğu değerlerin hamisi…
Sadece Şems-i Tebrizi’den işitebileceğimiz şu söze bakar mısınız:
Hayatta tek başına kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
‘Kendini ancak bir başkasının aynasında tam olarak görebilmek’ de ne Allah aşkına…
Sonra, bu çağ insanının ‘kendini görme’ değil, belki de daha çok ‘gösterme’ iştiyakını ne yapacağız?
Sanki bütün sözler ötekine…
***
Elinde bir sihirli değnek olsa, onu hiç kullanmadan bir başkasına verir misin?
İnsanı düzeltecek, silkeleyecek, kendine getirecek, durduğu yere bakmasını sağlayacak, ona bir amaç, gaye biçecek, fenalıklarından arındıracak, dizginleyecek, hakkı ve sabrı tavsiye edecek, lütfe eriştirecek, adeta ölümsüzlük iksirinden içirecek, feraha sürükleyecek, çirkeflikleri ayıklayacak…
İnsanlık tanımını tamama erdirecek ayetlerin önünden geçerken gözler kapalı.
Sadece gözler mi; uslar da!
***
Süte su karıştırıyor, baklavaya bezelye…
Torna malı platin yüzünden bebeğini kaybediyor bir anne…
O malı, o bebeğe gözünü kırpmadan takıyor…
Profesör de olsa, insanlıktan çıkıyor.
O profesör, o sütçüye kızmıştı oysa…
O sütçü, aldığı baklavadan Antep fıstığı yerine bezelye çıkınca kızmıştı…
O baklavacı, bebeğinin torna malı platin yüzünden can vermesine kızmıştı…
***
İnsanlık deneyiminin yüzyıllardır ortaya çıkardığı her şeye umarsız kalma becerisini gösteriyor.
İnsan kalmayı değil de ‘ucubeliği’ tercih ediyor.
Yerlere tükürüyor, sövüp sayıyor, yetimin başını okşamadığı gibi hakkını gasp ediyor, insan canının kutsiyeti ortada iken katil oluyor, terörist oluyor…
Rüşvet alıyor, kırmızı ışıkta geçiyor, temiz suyu kirletiyor…
Referansıyla işe girdiği tanıdığına güvenerek, tevdi edilen işi yapmıyor…
Arkadaşlarını, dostlarını bir çırpıda harcıyor, yok sayıyor, arkadan vuruyor.
Koparıyor, sümkürüyor, çalıp-çırpıyor…
Sağa-sola bakma; bu dediğim sensin!