Yol fakirleştirir mi yoksa zengin mi yapar? Bu nasıl soru? Ben sormadım bu soruyu. Yolda yürürken rast geldiklerimizden birisi yöneltti kılavuzumuza. Önce kim olduğumuzu sordu. Yolcuyuz dedik. Sonra bu nasıl bir yolculuk anlamak istedi. İnsanı geldiği yere götüren bir yol ve yolculuk. Geldiğimiz yer mi? Evet geldiğimiz yer. Orada çok mutluyduk. Hep birdik. Ayrılık gayrılık yoktu. Sonra efsunlayıp bir zindana attılar bizi. Beden içine sıkıştırdılar. Sonra da Dünya ya gönderdiler. Ve unuttuk geldiğimiz yeri. Ben böyle konuşurken Kılavuzum seslendi. Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahpuslarız. Zindanı del, kendini kurtar! 1/982 Adamın kafasının iyice karıştığı besbelliydi. Geldiğimiz yer. Zindan Pascalın sözü yine geldi aklıma, ona da söyledim destek olsun diye anlattıklarıma Bizi 5. kattan aşağı atmışlar şimdi yeniden oraya çık diyorlar. Etkilendi konuşmalardan. Sonra toparlandı birden karışıklık istemiyordu anlaşılan. Ve sordu? Bu yol zengin yapar mı insanı? Yoksulluktan çok çekmişti belki. Belki de hırs. Belki de güç istiyordu. Fakat ne olursa olsun istediği Dünyaydı. Zindan dediği Kılavuzumuzun. Buna rağmen yüzünü çevirmedi adamdan Kılavuzum. Hikayeyi ona da anlat dedi. Anlatmak bana düştü.Saf bir adam bir kuşluk vakti koşa koşa Süleymanın adalet sarayına geldi. Yüzü korkudan sapsarı, dudakları mosmordu. Süleyman ona adam ne oldu sana dedi. Adam Azrail bana öyle bir baktı ki, öyle kinliydi ki dedi. Bunun üzerine Süleyman peki benden ne istiyorsun diye sordu. Ey hükümdar , ey canları koruyan rüzgara emret beni Hindistana götürsün; belki orada canımı kurtarırım Azrailden dedi. Kılavuzum burada başını kaldırdı ve adama dönerek sorusunun korku kaynaklı olduğunu anlamışcasına araya girdi. Ona şöyle seslendi. İşte halk fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırs, emele lokma olurlar. 1/961 Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farzet! 1/962 Adama söyledi ama ben de yokladım kendimi. Fakirlik korkusu ölüm korkusu kadar derin ve yıpratıcıymış meğerse. Denize düşen nasıl yılana sarılırsa fakirlik korkusuyla yani ölüm korkusuyla insanlar nelere sarılmazlar. Kimlere hangi yılanlara kul olmazlar. Nelerinden vazgeçmezler. Gerçekten de eğer böyleyse ne zor ne çetin bir sınav. Kendimizden vazgeçiren vaatlere nasıl boyun eğdiğimizi düşündüm. İş,ev, zenginlik vaatleri değil miydi insanları değerlerinden koparan. Değerlerini yok sayıp zengin diye evlendikleri kocalarıyla zorları olan kadınlar ya da tersi erkekler değil miydi her gün kapımı aşındıran. Hep eskiden görseniz bu adamı diye başlayan cümlelerle başlayan konuşmalar. Adam idealistmiş. Basit bir ev, mütevazı eşyalar ve bir ideale adayacağı ömrü olacakmış. Eskiden hep öyle söylermiş. Gösterdiler adamı mütevazı sarayını gördüm. Mütevazı arabalarını. Mütevazı eşyalarını. Tabi mütevazı tırnak içinde. Demek ki fakirlik korkusu lokma yapmış ideallerini. Öğrenciyken,gençken attıkları nutuklar paraları olmadığı içinmiş. Şimdi hatırladım. Bilge birisine anlatıyormuş adamın birisi. efendim üniversitede öyle gençler tanıdım ki öyle saf tertemiz pırıl pırıl idealistler ki dur demiş bilge şimdi övme onları. Önce evlensinler sonra da helal para kazansınlar ondan sonra öv. Hep derdi Kılavuzum sözlerden çok davranış diye. Dalmışım. Birden irkildim. Adam hikayeyi bitirmemi bekliyordu. Devam ettim. Süleyman rüzgara emreder. Rüzgar da derhal onu Hindistanda bir adaya götürür. Ertesi gün Süleyman halkla görüş gününde Azraili görür ve sorar. Bu işi niye yaptın? Adamı buralardan benim yanımdan göndermek için mi? Ben hışımla falan bakmadım der Azrail. Sadece şaşırdım o adamı burada görünce. Çünkü Allah bana yürü o adamın canını Hindistanda al demişti. Şaştım kaldım. Bu adam yüz tane kanadı olsa yine gidemez Hindistana diye düşünüp şaşırdığımdan bakmıştım ona öyle. Kılavuzum yine girdi araya:Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmıyacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Haktan mı ne boş zahmet! 1/970 Zenginlik ya da yoksulluk kafasında nasıl şekillendiyse yeniden şekillensin istiyordu kelimelerin anlamları. Bunun için önce karışması gerekiyordu kafasının toprağın tohum ekilmesi için hercümerç edilmesi gibi. Oldukça karışmıştı zaten adamın kafası. Bu kez toparlayamadı kendisini. Susup dinliyordu. Korkunun boşa olduğunu anlamamız gerekiyordu önce. Çünkü dağıtan hazine sahibiydi. Çalışıp çabalamak gerekiyordu elbette ancak Hindistana gitmek de gerekmiyordu. Zira korku beli elimize alıp toprağı kazmak içindi. Yoksa Hindistan a gitmeyi düşünecek kadar abartılırsa bizi lokma haline getiren hırsa dönüştürüyordu ve başlı başına bir zaaftı.O zaman yoksulluktan korkmayacağım tamam dedi adam. Hazine sahibi sebebini işlersem verecek kabul. Peki zenginler, zenginlik. Diyelim ki Hazine sahibi bol bol dağıttı. Hırsın emelin lokması olmadan verdi. Yine mi esirim? Bu kez Dünya zindanının mahpusu muyum? Soryu çok beğendi Kılavuzum. Belli ki adama rastlamamız tesadüf değildi. Konuşma derse dönüştü. Kılavuzum aldı sözü bu kez:Dünya nedir? Tanrıdan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret etmek ve kadın; dünya değildir. 1/983 Ölçü harika dedim kendi kendime. Zenginlik,çok para,çok altın,servet,kadın Dünya ya da zindan değilmiş meğerse. Sadece bunların insanı sahibinden gafil etmesi, habersiz bırakmasıymış. Vay canına asıl işi anladım şimdi. Ne olduğumuz neye sahip olduğumuz değil mesele. Kiminle olduğumuz. Asıl iş Onunla olmak. Bu servetle de mümkün. Parasız da. Yapılması gereken Onun verdiğini onun için harcamak sadece. Paraysa para. Sağlıksa sağlık. Bilgiyse bilgi. Ömürse ömür. Hani bir sorununuz vardır ,yıllardır sıkar sizi bir cendere gibi halledemezsiniz bir türlü çözümü yok görünür neredeyse, neniz varsa uğruna dökecek olursunuz hallolsun diye. Çölde su bulmuş gibi olursunuz ya. O haldeydim. Kılavuz şarttı. Bunu çok daha iyi anlamıştım. Devam etti Kılavuzum:Suyun gemi içinde olması geminin helâkidir. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır 1/985 Bir problemi uğraşıp uğraşıp canından bezip sonra bilen birisine sorup çözmek gibiydi bu. Yolunu öğrendikten sonra su gibi akardı işlem. Öyle akıyordu işte şimdi. Maksat gemiyi yüzdürmek diyordu şimdi de. Gemiyi yüzdüren suydu. Bizi yüzdüren yada yürüten ya da ulaştıran da sahip olduklarımızdı. Azlığı ya da çokluğu değil. Asl olan gönülde, içerde ne olduğu gönül odasında kiminle buluştuğundu. Adam çoktan sorusunu unutmuştu bile. Mırıldanıyordu . Maksat ulaşmak. Yürümek. Yol kat etmek. Gemiyi yüzdürmek. O yüzden yol. O yüzden yolcusunuz. Yolcuyuz. Dünya bu kez üzerinden geçip gidilecek bir yol, gemiyi taşıyan bir su olmuştu. Geçip gidilecek durulmayacak bağlanılmayacak yerin endişeleri de vehimleri de tasaları da geçerdi. Maksat durmadan yürümek. Geçmek. Yüzmek. Ben sustum, kılavuzum konuşsun.Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığımdandır ki Süleyman ancak yoksul adını takındı. 1/986 Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz, bucaksız su üstünde yüzüp gitti. 1/987 İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur 1/988