S. Kutub, Câhiliye ve Hicret

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

 

Seyyid Kutub’un şehadetinin üzerinden 50 yıl geçti. Onun görüşleri hala bütün bir dünyada tartışmalara sebep oluyor. İslam dünyasında ortaya çıkan yeni dini akımların ilham kaynağı olarak Seyyid Kutub gösteriliyor. Bu konuda ona birçok haksızlıklar da yapılıyor.

Ayrı zamanda bir ilim adamı olan Seyyid Kutub’un düşüncelerini tanımak için ayinesine bakmak gerekir. Onun ayinesi, bize miras olarak bırakıp gittiği eserleridir. Bu eserler okunmadan, Seyyid Kutub’un yaşadığı toplum ve dünyanın o günkü ahvali bilinmeden doğru anlaşılması mümkün değildir. Özellikle Batılı oryantalistler İslam dünyasında ortaya çıkan radikal hareketlerin fikir babası olarak onu işaretliyor. Müslümanlar da onların tuzağına düşüyor.

Seyyid Kutub İslami kavramlara ağırlık veren bir mütefekkir. Bu kavramlar arasında  câhiliye ve hicret gelmektedir. Güya Kutub, toplumları toptan Cahiliye vasfıyla nitelendirip, içinde yaşanılan bu  toplumdan gençleri kopararak  dağlara hicreti öneriyormuş, şeklinde görüş yayanlar var. Acaba müellife atfedilen bu yaklaşımlar doğru mudur?

Seyyid Kutub’un düşünce dünyasında “cahiliye ile hicret”, “akîde ile hicret” arasında varoluşsal bir bağlantı kurulur.

 Onun literatüründe hicret, can ve mal güvenliği gibi zorunlu nedenler olmadıkça, asla “coğrafi” anlamda içinde yaşadığı şehirleri terk ederek dağlara ve mağaralara çekilmek şeklinde bir anlam taşımaz, aksine, duygu ve tevhidi bilinç düzeyinde câhiliye toplumundan ayrışma ve yeniden İslam’a dönüş kastedilir.

Bu anlamda hicret, bir Müslüman’ın yaşadığı toplumdan; giyim ve kuşam, akide ve ibadet, ahlak ve davranış tarzında sergilenen Müslümanlık örneğiyle farklılaşmasıdır.

 Bir başka deyimle hicret,  içinde yaşanılan toplumdan kopmak değil, aynı toplum içinde yaşamak suretiyle temsil Müslümanlığını görünür kılmaktır.

Bilindiği gibi hicret, maddi açıdan başkasıyla ilişkiyi kesip onu terk etmek anlamına gelirken, manevi açıdan ise, insanı Allah’a isyana teşvik edecek şehvetlerden, kötü huy ve günahlardan uzaklaşmak, onları terk ve reddetmek manasınadır.

 Bu noktada, Seyyid Kutub’un ‘hicret’ anlayışı, Hz. Peygamberin “gerçek muhacir, Allah’ın yasaklarından kaçınandır” nebevî kavliyle örtüşür.

  Müslüman’ın hayatında hicret, sabrın doruk noktasına ulaştığı bir anda devreye girer. Hz. Peygamberin şahsında bütün bir Müslümanlara bu konuda izlenmesi gereken strateji şu şekilde açıklanır: “Müşriklerin aleyhinde söyledikleri şeylere sabret,(diren, onlarla,  tekrar görüşebilme kapısını açık bırakmak suretiyle)  en güzel bir şekilde hicret et.”(Müzzemmil 10)

Hicret konusunda bu âyetin bize öğrettiği gerçeklik, dava için söylenilenlere sabretmek, muhataplara bütün kapıları kapatmadan, kırıp dökmeden tekrar dönebilmek ümidiyle en güzel bir şekilde onlardan zihinsel bilinç düzeyinde ayrılmaktır.

İşte  Seyyid Kutub’un dile getirdiği hicret de budur.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.