Geçtiğimiz hafta önceki yıllarda yazdığımızı söylediğimiz ve onun devamı niteliğinde bir değerlendirme yazısı yazacağımızı beyan etmiştik. “Saadet Ne Zaman?” başlıklı yazıyı merak eden ve ulaşamayan okurlarımız bu yazıyı nereden bulabileceklerine yönelik epostalar göndermiş. Bundan dolayı önce kısa bir hatırlatma babında 2006 yılında yazılmış olan yazıdan bazı pasajlar alıntılayacağım. Sonrasında yerimiz yetmeyeceği için ikinci yazıyı ertelemek zorunda kalacağım.
“Üzülmemek elde değil. Ülkenin asıl ve asli bir damarı üzerinden siyaset yapmaya çalışan bir hareketin üzerinde, başından bugüne sırıtan bir emanetçilik olgusu kendisine değilse de üzerinde siyaset yaptığı zemine ve duyarlılığa zarar verir hali çoktan aşmıştır. Bu hareketin yüzleri, refleksleri ve siyasal kodları, şifreleri çözülmüştür. Hangi durumda hangi tepkiyi hangi sözler ve kavramlarla, hatta hangi kişinin ağzından vereceği biliniyor maalesef. Ve bu öğrenilmiş tepki dozu hitap edilen kitlede bir etkileşim ve öfke, muhalefet duygusu oluşturmuyor. Belki bir mırıltı gibi algılanıyor. O yüzden üzerine yaslandığı, dayandığı muhalefet damarını çapsızlaştırıp, etkisizleştiriyor. Tınısı, şiddeti zayıf bir ses oluyor.
Yukarıda saydığımız değişen onca şeyin arasında belki yirmi beş, otuz, kırk yıldır bu siyasi hareketin tepesinde değişmeyen, kendisini de değiştirip yenilemeden duran, kodlanmış ve tapulanmış bir eski zaman fısıltısı gibi konuşan, bağıran, siyaset yapmaya çalışan adamlar var. Peki bu, değişen toplumun yeni ihtiyaçlarını dillendirmekte, toplumsal muhalefetin ve isteğin dili olmakta ne kadar etkili oluyor? Bu sorunun cevabını ben görüyorum. Gördüğüm, hissettiğim ve üzüldüğüm bu cevap yazdırıyor bana bu yazıyı.
Üzerinde oturduğu duyarlılık alanına ihanet etmeden kendini, söylemini, yüzünü değiştirmeyen, genç kadrolarla yenile[ye]meyen, emanetçiliği üzerinden atıp daha bağımsız hareket edebileceğinin rüşdünü ispat edemeyenler [bu ihanet etmek değil], adına siyaset yaptıkları duyarlılıklara en çok zarar verenlerdir. Duyarlılık tapuları el değiştirmeli, yenilenmeli mutlaka. Bir siyasi hareket, kendisini ortaya çıkaran, oluşturan, emek veren, çalışanları, tepe noktayı tutanları gerekirse liderleri bile toplumun ihtiyacını, adına siyaset yaptıkları ilkeleri ve duyarlılıkları göz önüne alarak vefa duygusunu incitmeden, ölümden önce emekli etmeyi bilmelidir. Aksi takdirde toplum, değişim, zaman onu kendi kendine hükümsüzleştirir. Hayattan düşer. Etkisizleşir.
Ülkemizin değişim adına gelen yozlaşmanın, uluslar arası sermayeye yönelik yasal ve toplumsal, ekonomik düzenlemelere bodoslama daldığı bir zamanda güçlü söylemleri, duruşu ve muhalif dili ile diğer siyasi hareketleri dengeleyecek bir partiye ihtiyacı var. Bu parti velev ki hiç iktidar olamasın. Oluşturduğu sinerji ve güçlü duruşu, tavrı ile muhalefetinden çekinilmesini sağlayarak dahi bir iktidar gücü oluşturulabilir. Etkinliğini artırabilir.
Yüzümüzü, sözümüzü yenilemeden olmaz. Televizyonunuzun, gazetenizin dilini yenilemeden olmaz. Merak, ilgi, cazibe ortaya çıkmaz. Bunların yapıldığına yönelik bir kıvılcım çıktığı zaman yukarıda sorduğumuz “Saadet Ne zaman …..?” sorusunun cevabını bulabiliriz. Değil mi ki iktidar partisini bunlar yapılamadığı için bu hareketin içinden doğurulmuştur. Canlılığı sağlamak için damarları açmak lazım yoksa ya kriz ve ölüm ya da zoraki by-pas gerekiyor. Bir hareket daha ne kadar zorlanmalı ki bunun için?”
Evet, yazının buraya kadar olan kısmı 2006 yılına ait düşünce ve değerlendirmelerden oluşuyor. Numan Kurtulmuş ile birlikte gelen değişimin ne olacağını, bir umut odağı olup olamayacağını önümüzdeki günler gösterecek. Önceki dönemlerde hiç umut yok iken Kurtulmuş değişikliği ile parti ilgi odağı olmayı bir nebze başarmış ve zihinlere bir acaba duygusunu yerleştirmiştir? Acabanın cevabını verecek olan zaman ve Kurtulmuş’un icraat ve söylemleri olacak. Gönlüm umutlu olmaktan yana ama aklım acaba sorusunun peşinde.
BÜYÜKŞEHİRE İLK ADAY
Yerel seçimler yaklaşırken herkesin gözü başkanlık seçimlerine odaklanmış durumda. Mevcut başkanlar yerini koruyacak mı yoksa yeni adaylar mı gösterilecek sorusunun cevabı şu an muamma. Ortada gözle görünür bir aday adayı da yok. En azından dışarıdan öyle görünüyor. Bütün bu aday adayı kıtlığı arasından güçlü bir ses ben adayım diyerek ortaya çıktı. Bunu belki de Konya basınında ilk kez ben açıklıyor olacağım. Peki bu aday kim? Daha önce şehir üzerine yazılarıyla tanıdığımız Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Oktay Sarı Büyükşehir Belediye başkanlığı için aday olduğunu açıkladı. Yazarak düzeltemediği yanlışlıkları, hataları, (bakmış olmuyor) icraatın başı olarak düzeltmeye karar vermiş. Genç, dinamik, şehir üzerine kaygıları olan bir aday. Başarılar diliyorum. Doktor olmasından yola çıkarak ben onun için bir seçim sloganı bile ürettim. “Herkes bana hasta!” Bakalım şehrin hastalığına deva olacak mı Oktay Sarı. Hangi partiden olacağını sır gibi saklıyor. Önümüzdeki günlerde o da açıklığa kavuşur sanırım.