Sabır ve Zafer

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Bu dünya bir imtihan yeridir. Allah hangimizin daha güzel amel yaptığını ortaya çıkarmak için bizi değişik şekillerde imtihan eder. Bazen bu imtihan bolluk ve iyilikler olabildiği gibi bazen darlık ve sıkıntılar yerine göre korku, açlık, mallardan, sevdiğimiz canlardan kaybetme şeklinde meydana gelebilir. İnsan bütün bu felaketler karşısında pes etmemeli ve direnç göstermelidir. Çünkü biz Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz.[1]

İmâm-ı Gazali’nin dediği gibi, İslam inancına göre hayatımızda meydana gelen acı ve ıstıraplar, nihâi iyiliğimiz için tahammül etmemiz gereken tedaviler gibidir. Bu acı ve ıstıraplar insanların daha büyük iyiliklere ulaşmaları açısından gerekli olan kılık değiştirmiş iyilikler gibidir.

Hayır ve lezzetlerin hepsi iyi olmadığı gibi, acı ve ıstırapların hepsi de kötü değildir. Nimetlerin ve felâketlerin tümü, insanları ibret almaya ve tefekküre davet etmesi yönüyle maslahat türündendir. İnsan başına gelen acı ve ıstıraplar karşısında sızlanmamalı ve çaresini araştırmakla birlikte büyük sabır ve direnç göstermelidir. En büyük sıkıntıları peygamberler ve Allah dostları çekmiştir. İlahi eğitimle, belâ ve musibetler arasında çok yakın bir ilişki vardır. İnsan, acılar ve ıstıraplar karşısında eğitilir. Böylece insan, Allah'ın otoritesinin enginliğini kavramakla birlikte, O'nun kulu olduğunu idrak eder; belâ ve musibetler karşısında O'ndan yardım isteyerek O'na sığınır. Çünkü acı ve ıstırapları Allah'tan başka giderecek bir güç yoktur. Musibetler, dinî ve manevî eğitimin önemli bir aracıdırlar. Dolayısıyla iman yönünden insanın olgunlaşmasına, karakter ve ahlakını düzeltmesine vesile olurlar.

Kur’an’a göre, musibetler ve acılar karşısında sabredenler, ahrette büyük mükâfat göreceklerdir.[2] Bu sebeple sabrın en güzel anlamını sûfilerin hayatında bulabiliriz. Mesela, Cüneyd-i Bağdadî’ye “sabır nedir?” diye sorulunca, “yüzü ekşitmeden acıyı yudum yudum içine sindirmendir” demiştir. Süfyân-ı Sevri ise, üç şeyin sabırdan olduğunu söyler. Bunlar; “acını anlatmaman, başına gelen musibeti söylememen ve nefsini temize çıkarmamandır.”

 Görüldüğü gibi sabır, nefsin bir amelidir. Ona bir başkası karışamaz. Zira sabır, in­sanda Allah'a teslimiyet inancını artırır. Bilindiği gibi Allah’ın en güzel isimlerinden birisi de çok sabırlı olan ve ceza vermede acele etmeyen anlamına gelen “es-Sabûr”dur. Yüce Allah, kullarının işledikleri günahları yüzünden hemen ceza vermiyor, belki suçtan tevbe edip pişman olurlar diye erteliyor. İslam ahlâkında bunun karşılığı hilm'dir. Hilm ise, teenî ile hareket ederek nefsi kontrol altına almak, cezalandırmaya güç yetirebildiği halde intikam duygusundan vazgeçmektir. Kur’an’ı Kerim’de: “Sen kafirlere mühlet ver. Onlara zaman tanı”[3] bir başka âyette de: “Eğer Allah insanları zulümleri sebebiyle cezalandırmış olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bırakmazdı. Ancak onları belirli bir zamana kadar geciktirir”[4] buyrulmaktadır. Demek ki Allah mühlet verir ama ihmal etmez.  Biz bu âyetlerden Allah’ın çok sabırlı olduğunu anlıyoruz. 

 es-Sabûr ismiyle bürünmüş olan Allah’ımız, yeryüzünde en acımasız zulüm yapanları bile hemen cezalandırmıyor.

es-Sabûr olan Allah’ımız, kendisini inkar edenlere, hatta günahların en büyüklerini işleyenlere bile ekmek, su, hava ve çoluk-çocuk veriyor. Bu  (haşa) O’nun zulüm ve günahları onayladığı anlamına gelmez. Herkes yaptığının karşılığını mutlaka bulacaktır.

 İşte bize düşen Rabbimizin es-Sabûr isminden hisse alarak bunu söz ve davranışlarımıza yansıtmamızdır. Sabır gerçekten ahlâki anlamda bir güzellik vesilesidir. Her kimde Kur’an ve sünnette anlatılan sabır varsa, o kimsede Allah’ın es-sabûr isminin bir tecelli kokusu var, demektir. Hele bu sabırlı kimseler bir araya gelip bir cemaat olurlarsa her halde Allah'ın yardımına ererler. Allah onların daima dostu ve velisi olur. Dualarına, isteklerine cevap vermek için Allah'ın yardımı daima onların yanlarında dolaşır. Bu beraberliği göstermeyen, gizleyen şey ise o sabırlı kimselerin dağınık bulunmalarıdır. Yoksa “Allah, sabredenlerle beraberdir.”[5] Bu beraberlik, çalışıp elde edilecek şeylerde Allah'ın iradesinin, kulların iradesinin arkasından geldiğini ifade eder.

 

 



[1] Bkz. 2/Bakara, 155.

[2] Bkz. 16/Nahl, 96.

[3] 86/Târık, 17.

[4] 16/Nahl, 61

[5] 2/Bakara, 153.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.