İlahi takdir insanın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ehl-i sünnet âlimlerine göre kader, kader-i muallak ve kader-i mübrem diye ikiye ayrılır. Kader-i muallak, insanın ihtiyar ve iradesine göre gerçekleşen olaylardır. Bu alanda insan akıl ve hür irade yetisine sahip bir varlık olduğu için kendisine sorumluluk yüklenmiştir. İnanç seçimi, ibadetleri yapıp yapmama gibi hususlar bu kapsam içerisinde değerlendirilir. Kader-i muallaka örnek olarak şu ayet verilir: “Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.” (17/İsra 15).
Bir de insanın irade ve ihtiyarının dışında kalan hâdiselerle ilgili kader vardır ki, buna da kader-i mübrem denilir. Tabiat olayları (fırtına, sel, deprem, gibi âfetler), hayat ve ölüm/ecel gerçeği, güneş ve ay tutulmaları, kıyametin kopması, bir insanın anne ve babasını, dilini ve ırkını, cinsiyet ve akrabasını, coğrafya ve ecelini akıl ve fiziki yapısını seçememesi gibi durumlar kader-i mübrem, yani ızdırari irade kapsamı alanına girer. Bütün bunlar külli irade alanında cereyan eder. İnsan bu alanlarda sadece tedbir alır, mutlak takdir yetkisi Allah’a aittir. Şu âyet-i kerime bu kadere delildir: “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. (57/Harir 22). Bu âyetteki Kitap, “yasalar ve kurallar” anlamına gelir.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ecel, ölüm gerçeği de kader-i mübrem kapsamındadır. Dünyaya gelmeye biz karar vermediğimiz gibi, ayrılmaya da kendimiz karar vermeyeceğiz. Kader-i mübrem alanında bize düşen tedbir almaktır, takdir yetkisi O’na aittir. Geçenlerde Dünya Sağlık Örgütü, dünyada kansere yakalanma oranlarını kamuoyuyla paylaştı. Buna göre Türkiye 185 ülkenin yer aldığı listede 53'üncü sırada yer alıyor. Bu rakam, Türkiye'de kanser oranın 10 binde 23 olduğunu gösteriyor. Ben inanıyorum ki Sağlık Bakanlığımız bu konuda elinden gelen tedbirleri almaktadır ve alacaktır da. Sağlık konusunda tedbirli olmak Nebevi sünnete uygun bir davranıştır. Bir rivayette Hz. Peygamber (a.s): “Allah'ın verdiği her derdin ve hastalığın devası, çaresi vardır, tedavi olunuz” buyurmuşlardır.
Dinimizde tedbir almadan kuru bir tevekkülün bir anlamı yoktur. Sonuna kadar hastalıklar karşısında tedbir alınmalı ve tedavi yolları aranmalıdır. Sonra da Yüce Allah’a dayanıp güvenilmelidir. Yani, esbaba tevessül şarttır. Sahabenin hayatından bu konuyla ilgili sayısız örnekler vardır. Bir gün Hz. Ömer (r.a) arkadaşlarıyla birlikte Şam’a gitmek üzere yola çıkar. Câbiye denilen yere geldiklerinde Şam’da vebâ ve tâun hastalığının ölüm saçtığı haberini alırlar. Arkadaşlarından bir gurup “Allah'a tevekkül ederek girelim, Allah bizi bu bulaşıcı hastalıktan korur. Sonra Allah'ın kaderinden kaçamayız” deyince Hz. Ömer, şiddetle tepki gösterir. “Vebâ salgınının bulunduğu Şam’a girmeden geri döneriz” deyince, “Allah'ın kaderinden mi kaçıyoruz ya Ömer?” şeklinde tepki alır. Bunun üzerine Hz. Ömer, “evet, Allah'ın kaderinden kaçıp, yine Allah'ın bir başka kaderine sığınıyoruz” diye karşılık verir.
Sonuç, ölüm, ecel gibi olayların kader-i mübremle ilişkisi vardır. Bu bağlamdaki kaderi salt yazgıcılık anlamında değerlendirmemek gerekir. Hayatta en ölümcül hastalıklar bile olsa, “çıkmayan candan umut kesilmez” kavlince tedaviye devam edilmelidir. İnsan nasıl ölürse ölsün eceliyle ölür. İtikadımızda ecel bir olup Yüce Allah’ın yaratmasıyladır. Sağlıklı, yaşam kalitesini artırmada insanın payı vardır. Ölümü ve hayatı yaratan Yüce Allah’tır. Takdir O’ndan, tedbirse kuldandır.