“Andolsun ki biz sizi biraz açlıkla, biraz korkuyla, biraz mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele.” (bakara,155)
“İnsanlar iman ettim dedikten sonra imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar?” (ankebut,2)
“Şu dar-ı dünya meydan-ı imtihandır. Lezzet ve ücret ve mükafat yeri değildir. (Bediuzzaman Said nursi)
Kimileri yoklukla, kimileri varlığın yokluğuyla, kimileri varlıkla, kimileri yokluğun varlığıyla imtihan olunurlar. Lakin imtihandan geçmeyen yoktur. İmtihanlar biliyoruz ki imanın derecesine göre artar veya azalır. En ağır imtihanlar peygamberlere sonra onları takip edenlere, sonra onları takip edenlere gelir. Kişi dinine göre imtihana müptela kılınır. Eğer dininde salabetli ise imtihanı da o denli çetin olur.
Öyle bir devirden geçiyoruz ki şair Cahit Zarifoğlu’nun da dediği gibi “ Böyle bir çağın insanı olmak imtihan olarak hepimize yeter.”
Ne zaman ki bunalsam, bir sıkıntım olsa, kendimi çıkmazda hissetsem efendimiz ( a.s.m) ‘ı hatırlayarak, onun gökteki yıldızlara, yemekteki tuza benzettiği ashabına tutunarak ayağa kalkar derin bir besmele ile yeniden doğrulurum düştüğüm yerden ve hatırlatırım kendimi SEN KİMSİN?
Ve ne zaman onları ansam can bulur sözlerim, buğulanır gözlerim, yeşerir filizlerim…
İşte onlardan biri….
İşte önlerden biri…
Said b. Amir…
Ahiret karşılığında dünyayı vermiş, başkaları için nefsini satmış üstün şahsiyet… Hubeyb b. Adiyy’in şehit edilişine şahit olduğu sıralarda henüz islamla müşerref olmamıştı. Müşrikler Hubeyb’e seçenek sundular. “Eğer burada benim yerime Muhammed olsaydı dersen seni idam etmeyiz.” Hubeyb’in cevabı şöyle oldu:
“ Vallahi Muhammed’e bir diken batması karşılığında kurtulmayı ve çoluk çocuğumun arasında rahat olmayı istemem.” Bu sözlerinden sonra şehit edildi. Bu sahne Said b. Amirin zihnine bir daha hiç unutulmamak üzere kaydedildi.
Hilafeti döneminde hz.Ömer’e nasihatte bulunan Said b.Amir şöyle dedi: “Ya Ömer halkın işlerini yaparken Allah’tan korkmanı, Allah’ın emirlerini yerine getirirken insanlardan korkmamanı, sözünün fiiline aykırı olmamasını tavsiye ederim. Sözün en hayırlısı fiilin doğruladığıdır.”
Hz. Ömer Said’e kendisini Humus’a vali olarak tayin etmek istediğini söylediğinde Said: Allah rızası için bunu benim başıma bela etme diyordu ve Hz. Ömer’den şu cevabı alıyordu: “Yazıklar olsun size! Bu işi ( hilafeti) boynuma geçiriyor, sonra da beni yalnız bırakıyorsunuz. Vallahi seni bırakmam.” Netice olarak Humus’a vali olarak tayin edildi. Hiçbir zaman makam ve mevkiden güç alıp değişmedi Said b.Amir. Nefsini hep hor ve hakir görmeye devam etti. Unutmadı şeytani duyguların ilkinin kibir olduğunu, kibrin bele bağlanan bir taş misali olduğunu, onunla ne yüzülebileceğini ne de uçulabileceğini hiç aklından çıkarmadı. Mütevazi hayatına olduğu gibi devam etti.
Şimdi biz Müslümanlar maddiyatla maneviyatı birbirine karıştırdık. Kalbimizi gerçek islama değil, yaşadığımızı sandığımız islama alıştırdık. Bu da yetmezmiş gibi amel-i salihin ne olduğunu unutup, namazımızı, haccımızı, orucumuzu, hıfzımızı birbirimizinkiyle yarıştırdık. Unuttuk bir kez gönül yıkanın kıldığının namaz olmadığını, bir gönüle girmenin belki de bin hacca bedel olduğunu…
“Karıncayı bile incitmem, deme bile’den incinir karınca diyor ya hani Fuzuli kul hakkı nedir, dilimizle bir insanın gönlünde ne büyük yaralar açabiliriz, unuttuk…
Bir sefer sırasında kuracağı çadırın direklerinden biri karınca yuvasına denk gelince dönemin kadısı Ebussuud efendiye şu soruyu sorar Kanuni sultan Süleyman:
-Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca? Aldığı cevap şöyledir:
-Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca…
Allah (c.c) bizleri kul hakkından, yalandan, riyadan , kibirden, suizandan vel hasılı bütün şeytani duygulardan korusun. Fakat çok daha önemlisi var ki o da şu: Allah bizi bizden korusun…