İlk öğretmenlik heyecanı ile okula gelen Şakir Öğretmen gelmeden önce, İvriz Öğretmen Lisesi mezunu, emekliliği çoktan dolmuş Süleyman Öğretmen vardı. Süleyman Öğretmen öğrencileri birer asker gibi gören, sevgi hoşgörü melekeleri zamanla yok olmuş, tek düze cümleler kuran, kalın sesli biriydi. Okula gelirken dizlerine kadar uzanan paltosu ve görünce yıllarca kullanıldığı belli olan deri çantası vardı. Biz öğrenciler o çantanın içini hep merak ederdik. Merak ettiğimiz çantanın içinde aslında bir sopa olduğunu bilsek, bırakın merak etmeyi, deri çanta düşmanı olurdu insan. Şimdiye kadar kaç öğrencinin canını yakan o çantadaki kısa sopa insanı okuldan, okumadan nefret ettirecek kadar sevimsizdi. Sabah okula gelirken hep aynı yolu tercih ederdi biz de onunla karşılaşmamak için onun gittiği yoldan gitmezdik. Ne kadar da bizim dersimize girmese beşinci sınıflara dersine girse de yine de okulun öğretmeni olduğu için tüm örgencileri tek tek tanırdı. Teneffüslerde koridorlarda dolaşır, “Öğrenciler yaramazlık yapıyor mu? Ne yapıyor?” Araştırır, yaramazlık yaptıysan vay haline. Onu gören öğrenciler girecek delik ararlardı. Süleyman Öğretmen’den dayak yemek kötüydü ,ama ondan daha kötüsü yüzündeki o sert ifadeli bakışlardı. İnsana dayak yemekten daha çok acı veriyordu. Onun dayağı yüzünden okuldan kaçan büyük sınıfların öğrenci velileri, çocuklarını okula kendileri getirirlerdi. Onların öğretmen odasının önünde dil döktüklerini görürdük. İyi ki bizim derse girmiyor der, kendi kendimize sevinirdik. Derken tabiî ki yeni gelen Şakir Öğretmen; genç, sevecen, heyecanlı, öğrencilere sevgiyle yaklaşan bir tipti. İlk geldiğinde hiç unutmam, tahtaya el yazısı ile ismini yazmıştı. Şakir Hocaoğlu. Biz babası da öğretmen herhalde dedik. Yeni öğretmen gelmiş, ne kadar çok seviniyoruz . Tabiî ki yeni öğretmenin gözüne girmek için bir takım güzel şeyler yapmak gerekirdi. Şakir öğretmenimiz teneffüslerde okulun bahçesinde futbolu, öğrencileri seyreder, ders beden olduğu zaman da beraber top oynardık. Bizden fazla koşar, hiç yorulmazdı. Sınıfta dersleri iyice anlatır, çocuklara sevgiyle yaklaşır, tatlı ve sert olmaya çalışırdı. Dövmez, ceza verir, tüm öğrencilere arkadaş gibi davranır, öğrenciler onunla rahatlıkla konuşabilirdi. Hiçbir öğrenciyi diğerinden ayırt etmez, her öğrenciye hoşgörüyle seslenir, çağırırken her öğrencinin ismini söylemesi çok hoşumuza giderdi. Fakir öğrencilere hep yardımcı olur, eksikleri varsa kendi imkânları ile karşılamaya çalışır, çantasında taşıdığı kitaplardan sırayla öğrencilere verip okutur ve o kitaptan sorular sorardı. Ömer Seyfettin’in Yalnız Efesi’ni bana o vermişti. Hemen okuyup geri vermiştim. Çok okuyun çocuklar derdi. Biz de hocanın gözüne girmek için, ondan kitap almak için yarış ederdik. Okuyun çocuklar, okuyun, bu millet ne çektiyse cehaletten çekti dediği hala kulaklarımda. Siz okuyup büyük adam olun ki biz mutlu olalım. Öğretmenin en büyük mutluluğu, öğrencisinin yarın karşısına büyük adam olarak çıkması derdi. Bu laflar bizim çok hoşumuza giderdi, bir kat daha çalışma azmimiz artardı. Mahallede insanların üzüntüsünü ve kederini hep paylaşırdı. Ondan önceki Süleyman Öğretmen kendi dünyasında bir adam olduğu için toplum içine hiç çıkmazdı. Değil bayramlarda, hiç bir zaman insan içine karışmayan, toplumun kültürüne yabancı bir öğretmendi. Şakir öğretmenin yaşam şeklinin mahallede her insan tarafından beğeniyle kabul edilmesinden rahatsız olan Süleyman öğretmen bu durumdan rahatsız olup emekli oldu gitti. Toplumun değerlerini önemseyen o toplumun bir ferdi olan Şakir öğretmeni mahalleli çok sevmişti, öğrenciler çok sevmişti. Çünkü benim gibiydi, bizim gibiydi, bunun için çok kısa zamanda iletişim kurduk. Ben onu çok seviyordum. Canım öğretmenim, seni çok özledim.
Şakir öğretmen, seni çok özledim
Şakir öğretmen yeni tayin olarak okulumuza gelmişti.