Sâmirî kıssasına dair önceki iki yazımızda Allah’ın, İsrailoğullarının saptığını Hz. Musa’ya bildirmesi, Hz. Musa’nın öfkeli ve üzgün bir şekilde kavmine dönmesi, İsrailoğullarının putperestliğe yönelmesi ile onların sapıtmalarında Sâmirî ve destekçilerinin rolüne değinmiştik. Bu yazımızda Tâhâ suresi 89-91. ayetler bağlamında putperestliğin tutarsızlığına nasıl dikkat çekildiğini, Hz. Harun’un toplumsal ıslah çabalarını ve İsrailoğullarının ona yanıtını ortaya koyacağız. Konu ele alınırken “Kur’an’ın Kur’anla tefsiri” yöntemiyle kıssanın daha iyi anlaşılmasına katkı sunduğu düşünülen başka ayetlere de yer verilecektir.
Hiçbir şey, Allah’ın fayda veya zarar vermeyi dilemesine karşı durmaya güç yetiremez. Demek ki tapılmayı hak eden tek varlık O’dur: “Onlar görmüyorlar mıydı ki o buzağı, kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara ne bir zarar ne de bir yarar vermeye gücü var.” (Tâhâ 20/89). Ayetteki soru, şirke yönelen İsrailoğullarını azarlayarak düşünmeye sevk eden bir sorudur. Madem buzağının böğürmesi rüzgârın etkisiyle oluyor yani konuşması bile mümkün değil, böylesine aciz bir varlık nasıl tapılmayı hak eder? Bu ifadede tanrı edinilen buzağının acizliğine dair söylenenlerin gerçekleşmesi durumunda onun ilah olabileceği kastedilmemiştir. Onun için imkânsız olan bu eksiklerini giderebilseydi bile yine nihai anlamda Allah’ın izin verdiği ölçüde o yetilerini kullanabilirdi ve ilah olması yine söz konusu olmazdı. Onlar, cansız buzağıya tapmakla hayvanlara tapan müşriklerden daha da alçalmış oluyorlardı. Ayette eleştiri hem tapılana hem tapana yöneltilmiştir. Diyelim ki o buzağıya tapmayı terk ettiler, başlarına o buzağının getirebileceği bir bela var mı? Şöyle de sorulabilir: Buzağı, bırakın kendisine tapanlara yağmur indirmeyi, nimet vermeyi vs. bunları yapmaya niyet bile edebilir mi? Bu soruların cevabı çok açık bir “Hayır!”dır. Hâlbuki Hz. Musa’nın tapmaya davet ettiği Allah, kullarına zarar veya fayda vermek istediğinde O’na engel olabilecek bir varlık yoktur; çünkü her şeyi o yaratmıştır. O’na karşı çıkabilenler bile O’nun izin verdiği ölçüde muhalefet edebilmektedir.
Yukarıdaki ayette şirkin tutarsızlığına dikkat çektikten sonra Kötülükten vazgeçirmeyi terk etmenin ne kadar kötü bir şey olduğunu (el-Mâide 5/79) bilen Hz. Harun’un, rabbi ile görüşmek üzere Tûr’a gitmiş olan Hz. Musa dönmeden önce İsrailoğullarına nasıl öğüt verdiğine Kur’an şöyle dikkat çekmektedir: “Ant olsun ki Harun daha önce onlara, ‘Ey kavmim! Siz bununla (buzağı ile) imtihana çekildiniz. Sizin gerçek rabbiniz Rahman'dır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin.’ demişti.” (Tâhâ 20/90). Harun, Allah’a şirk koşulmasını engelleyemediyse de hayatın gerçekleri üzerine kafa yormuş ve bilgi sahibi biri olarak üzerine düşeni yapmıştı. İsrailoğullarını Allah’a ve elçisine (yani kendisine) itaate çağırmıştı. Sâmirî’nin yaptığının bir şer olduğunu, bu şerle sınavdan geçirildikleri gerçeğini onlara hatırlatmıştı. Onlara öğüt vererek yanlışlarını gösterirken “buzağıyla” yerine “bununla” sınava tabi tutulduklarını söylemesi, putun değersizliğine dikkat çekmek içindir. O, İsrailoğullarını önce kötülükten (şirk) uzaklaştırmaya ardından da hakikate (gerçek rabbin Allah olduğu) yönlendirmeye çalışmıştır. Yani yoldaki çalı, çırpıyı ve taşları kaldırmaya çalışmış; yolda dosdoğru ilerlemelerini sağlamaya çalışmış; onları, kendisine itaate ve emrine uymaya davet etmiştir. Hz. Harun’un İsrailoğullarının şirke yönelmekten uzaklaştırmak isterken Allah’ın “Rahman (merhametli) oluşuna” dikkat çekmesi, şirke yönelen babasını doğru yola çağıran Hz. İbrahim’in üslubuna benzemektedir: “Ey babacığım! Doğrusu ben, Rahman'dan sana bir azabın dokunmasından ve böylece şeytana dost olacağından korkuyorum.” (Meryem 19/45). Hz. Harun, kavmini şirkten alıkoymak için elinden geleni yapmış olmasına rağmen, tahrif edilmiş Tevrat’a göre o, Sâmirî’nin yaptığı çirkin işin gerçek failidir.[1] Allah’ın peygamberi böyle bir iftiradan uzaktır.
Hz. Musa’nın, “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma!” (el-Â`raf 7/142) öğüdüne uygun olarak üstüne düşen görevi yerine getiren Hz. Harun’a, İsrailoğullarının tepkisini Kur’an şöyle dile getirmektedir: “Dediler ki: Musa bize dönünceye kadar ona tapınmaktan geri durmayacağız.” (Tâhâ 20/91). Belli ki Hz. Musa’nın İsrailoğulları üzerindeki otoritesi, vekili Hz. Harun’inkinden daha fazladır. Her iki peygamber tevhide davet etse de İsrailoğulları nispeten daha sert mizaçlı Hz. Musa’dan çekinmektedir. Onları doğru yola getiren şey merhametten ziyade korkudur. Dolayısıyla toplumların bir kısmı bireyler gibi bazen sevgiyle değil, korkuyla kötülükten uzaklaşmaktadır. Ayrıca Hz. Musa ile Hz. Harun’un mesajı aynı olmasına rağmen, onlar meseleyi kişi merkezli olarak görmekte ve delile, hak çağrıya değil, Hz. Musa’nın tavrına göre hareket edeceklerini söylemektedirler. Bu da onların “taklitçi” olduğunu gösterir.
Görüldüğü gibi Sâmirî kıssasına dair bu yazıda ele aldığımız üç ayette (Tâhâ 20/89-91) putperestliğin yanlışlığına ek olarak Hz. Harun’un İsrailoğullarını kötülükten alıkoymaya, onları rab olarak Allah’ı tanımaya ve peygamber olarak kendisine itaate çağırdığına ancak taklitçi kavminin onun Hz. Musa’nınkinden farksız mesajını dinlemediğine dikkat çekilmektedir.
[1] Kitâb-ı Mukaddes, 30 Nisan 2020, Mısırdan Çıkış, 32/1-5.