Karikatür Fransızca’dan Türkçe’ye geçmiş bir kelime. Abartılmış çizgilerle gülümseme yaratan desenler anlamına geliyor.
Karikatür daha çok kavgacı bir üslupla, bir isyan kültüyle ele alınıyor. Toplumsal ahlak ve normları moda tabirle söylersek ti’ye alarak yapılan bir sanat.
Özellikle siyasal eleştiri açısından çok çarpıcı ve çok etkileyici örnekleri var. Batıllılar buna political cartoon demekte. Hatta karikatürün daha çok bir siyasal görüşü yansıttığı politik bir tavır olarak ortaya çıktığı da söylenir.
İlk karikatürlere bundan binlerce yıl önce Fransa’da ‘harikalar vadisi’nde, Fizan’da ve İtalya’daki ‘Cammonica Vadi’sinde rastlıyoruz. Mağaralara çizilmiş resimler olarak karşımıza çıkıyor.
Aristo karikatürden söz eden ilk filozof olmuş. Karikatür kelimesini açıkça kullanmamış ama, “insanın kaba bir biçimde temsil edilmesi” demiş. İlk karikatür sanatçısı ise yine bir Yunanlı olan Pauson’dur.
Türk edebiyat ve sanat tarihi açısından ele aldığımızda ise karikatürün ilk nüvelerini hicviye ve taşlamalar da görürüz. Hicviye ve taşlamaların tanımına kısaca göz attığımızda ; “bir kimseyi, bir toplumu, bir düşünceyi, bir nesneyi veya bir göreneği yermek için yazılmış yazı veya söylenmiş sözler” diye tanımlanıyor. Hep muhalifliği, karşı duruşluğu sergileyen, tatlı-sert yazılar ve sözlerdir hicviyeler.
Biz de ilk karikatür ise bundan tam 138 yıl önce 1867’de İstanbul gazetesinde yayınlanır. Burada 20-25 karikatüre yer verilir. Bundan sonra Diyojen adlı bir gazete daha çıkar. Teodor Kasap adlı bir gayri müslim tarafından çıkarılan gazete Fransızca, Rumca ve Türkçe yayınlanır. Gazete özellikle siyasal eleştiri konusunda çok mahirdir. Bu yüzden de hükümeti küçük düşürdüğü için iki defa kapatılır. İkinci kapatılışında Namık Kemal’in yazdığı sanılan bir fıkra sebep olmuştur, fıkra ise şöyledir:
“Dehlizden efendi kölesine seslenir:
-Reyhan, gündüz o mumu neye yaktın?
-Hazineye bakmak için.
-Ne var?
-Ne olacak su çekilmiş, içi fare dolu!”
Diyojen gazetedeki taşlamalarında daha çok nazırların iç ve dış politikadaki başarısızlıklarını ele alan karikatürler çizer. Hatta nazırlar ve yöneticiler ciddi manada Diyojen’den çekinirler. Bu nedenle ömrü uzun olmaz, kısa sürede kapatılır. Hatta gülmece dergileri olarak adlandırılan bu dergilerin ömürleri diğer siyasal polemik dergilerinden çok daha az sürer.
Bizim kuşağın akılda kalan en önemli dergisi ise hiç şüphesiz Gırgır’dır. Her hafta Gırgır’ın çıkmasını heyecanla beklerdik. Avanak Avni, Utanmaz Adam, Muhlis Bey, En Kahraman Rıdvan ve pek çok tipleme bizi o hafta boyunca mest ederdi. Oğuz Aral’ın çıkardığı dergi birçok gençler için adeta okul olmuştu. Onlarca genç bu okuldan mezun olup daha sonra başka başka dergiler çıkardı. Oğuz Aral’ın kardeşi Tekin Aral, Fırt’ı çıkardı. Yine o sıralarda, Çarşaf, Çivi, Çağdaş Mizah, Çuval, Papağan, Karikatür ve Limon çıktı. Ancak hiç biri 300 bin tiraja ulaşan Gırgır seviyesine çıkamadı. Son dönemde ise aynı popülerliği yakalama yolunda Leman dergisini ön plana çıktı, ancak o da hiçbir zaman Gırgır gibi bir popülariteyi yakalayamadı.
2000’li yıllarda Türkiye’de karikatürün seyri ne şekilde olur, Türk karikatürcülüğü nereye gider, bilmiyorum ama, bildiğim bir şey varsa Oğuz Aral ustanın karikatür konusundaki şu tespitlerine kulak vermek gerektiğidir:
“Cemal Nadir sonrası kuşağının Batı’da beğendiği, seçtiği karikatüristleri, yani karikatür ustaları bize karikatürün nasıl yapılacağını gösterdikleri gibi birtakım yanlış düşünceler edinmemize de neden oldular, yanlış birtakım dünya görüşleri getirdiler. Adamların çizgisini aldığımız gibi, bizi hiç ilgilendirmeyen konuları da aldık. Onların dünya görüşünü ve ekonomik görüşlerini de beraber aldık. O adamlar ıssız adada çok mutsuzdu, biz de ıssız adada mutsuz adamlar çizdik. Onların kadın sorunları, seks sorunları vardı, onları aldık. Kendi sorunlarımızı tanımıyorduk.”