Tayyip Erdoğan'ın BM'de elinde harita, "ey İsrail senin sınırların neresi?" cümlesi ne kadar yerinde ise, birisi de çıkıp, "ey İslam dünyası sizin sınırlarınız neresi?" dese, o kadar yerinde bir soru sormuş olur. Dünya üzerinde bulunan 57 İslam ülkesinin neredeyse tamamı, ya fiziki ya da kültürel işgal altında. Çoğu işgalin meşruiyeti de, o coğrafyanın Müslüman halkından menkul. Sömürgeci batıyı bile şaşırtan teklifler, maalesef içimizden çıkıp eyleme dönüşmüştür.
ABD ve batının, bugün canı pahasına sahip çıktıkları siyasi, ekonomik ya da kültürel birlikteliklerinin çok acıtıcı bir tarihi arka planı var. 1. ve 2. Dünya savaşlarında yaşadıkları tarifsiz yok oluşlar, sonraki kuşaklara devretmesin diye olabildiğince kişi ve toplum imtiyazlarını yok eden bir sistemin çabası içinde oldular. En azından bugün için becerebildiklerini söyleyebiliriz.
O günden bugüne kendi aralarında kaos ve çatışma üreten tüm tecrübe birikimlerini ise bizim üzerimize boca ederek, Kissinger,in 2001 yılında M.Ali Birand'a dediği "Kültürler veya dinler arası bir çatışmadan çok, İslam dünyası içinde bir çatışma yaşanıyor. İslam dünyasında radikal İslam taraftarları ile ılımlı İslam taraftarları arasında bir kavga var. Ya radikaller kazanacak, ılımlı Müslümanlar kaybedecek veya tam tersi olacak. Mücadele asıl İslam dünyasında geçiyor" tezinin vücut bulmasını sağladılar. Bu durumun tek taraflı ve sömürgecilerin oluşturduğu baskın bir tutum üzerinden oluştuğunu iddia edip, buna teşne zeminin sahibi olanların ahmaklığını yok saymak, tam da bizim coğrafyamıza özgü bir hastalık.
Birbirine meydan okumaktan, aşağılamaktan bitap düşmüş İslam coğrafyasının bırakın kendisine dönük meydan okumalara cevap vermeyi, elini kaldırıp biz de varız diyecek iktidarı bile kalmamıştır. Ülkesinin başkonsolosluk binasında vahşice katledilen Suudi vatandaşı Kaşıkcı'nın hesabını, zulmün yeryüzündeki en büyük varisi Amerika'nın sorduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyanın Müslüman kitlelere sunabileceği bir hayal ya da bu hayalin gerçekleşme ihtimali olan bir zemin olabilir mi? Kendi cüce dünyasından tüm İslam coğrafyasına fesadı bulaştıracak imkanlara sahip insanların yaşadığı bir zemin ve bu zeminin yeşerebildiği bedenler var.
Endonezya'dan Fas'a, Gabon'dan Kazakistan'a kadar tüm İslam coğrafyası dini gerekçeler üzerinden üretilmiş iç çatışmalarla boğuşmaktadır. Ne İslam beldelerinde selam, ne de mü'min bedenlerde eman hakim olabilmiştir. Maalesef tüm dini birikimlerini diğerini ötekileştirmek, masum ve günahsız insanları ifsat edip çatıştırmak için kullanan müptezel tiplerin egemen olduğu bir kültür zeminine teslim olmuşluk yaşıyoruz. Bu teslimiyet tam da Kissinger'in dediği gibi, dinler arası değil, İslam dünyasının kendi içinde bitmek tükenmek bilmeyen bir kargaşanın yaşanması anlamına geliyor. Kitabı elleriyle tahrif edip sayısız kutsal metin üretenler ittifak halindeyken, kitaplarının korunmuşluğunda şüphe olmayanlar, sahip oldukları tüm enerjiyi birbirlerini tahrif etmek için kullanıyorlar.
Allah ve Resulü tarafından Müslümanların anlayış ve iradesine bırakılan alan, yorum anarşisi yaşayıp, sözde hakikatin savunucusu teröristlerce maalesef itlaf edilmiştir. Ufkumuzu karartan ve dur durak bilmeyen bu ayrışmaların ürettiği çatışmaların nesneleri olan bizler ne kadar suçluysak, hiç şüphesiz bu zeminin bile isteye mimarlığını yapan sanatçı ulema da o kadar hatta daha fazla suçludur.
İslam ümmeti olarak asırlardır aradığımız "peki ne yapmalıyız?" sorusunun zorluğunun farkında olarak hiç değilse, kendi tahkimatımız için iki cihanını perişan ettiğimiz insanların yakasını bırakalım.
Hasılı, açın haritayı bakın ve hangi sınırlardan dışarıya kan sızıntısı varsa, işte bizim coğrafyamız orasıdır.