19-21 Mayıs 2016 tarihlerinde Aliya’nın memleketi Saraybosna’da Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Saraybosna Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi ve Türkiye İmam-Hatipliler Vakfı ile birlikte “II. Uluslararası Dini Araştırmalar ve Küresel Barış sempozyumu”nu gerçekleştirdik.
Sempozyumun açılış programı Saraybosna Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi yeni ve eski dekanlarının da katılımlarıyla birlikte Gazi Hüsrev Bey kütüphanesinde yapıldı. Bir de açılış paneli yapıldı. 20-21 Mayıs 2016 tarihlerinde ise, sempozyum oturumları Holywood Otel’de icra edildi. Bu sempozyumda yaklaşık 20 oturumda 100’e yakın bilim adamı bildirilerini sundular. Sempozyumun kültürel boyutları da ihmal edilmedi. Saraybosna, Umut(Savaş Tüneli), Vrelo Bosna, Başçarşı, Konjic, Poçitelj, Blagaj, Mostar, Tirip vb. gibi tarihi şehir, mekân ve yerler gezildi. Osmanlı eserlerinin varlığı duygusal anlar yaşanmasına sebep oldu. Bu sempozyumun ana teması barıştı. Mekan olarak Saraybosna’nın seçilmesi çok anlamlıydı. Bu sempozyumun açılışında yaptığım konuşmadan bir kısmını aktarmak istiyorum:
İlâhî dinlerin temel amacı, insana mutluluk sunmaktır. Hz. Âdem’den son Peygamber Hz. Muhammed (a.s)’a kadar gönderilen ilâhi dinlerin ortak adı: “İslâm”dır. İslam kelimesinin anlamlarından biri de ‘barış’tır. Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan ve barış anlamına gelen es-Selâm ismi de bu anlamı pekiştirir.
Yüce Allah’ın barış olduğunu ve barışa özlemimizin Allah’a özlemden başka bir şey olmadığını bilen bir kimse, barış ve kardeşliğin yegâne temsilciliğini yapar. Dolayısıyla, ilahi dinlerin özünde çatışma değil, barış vardır. Hiçbir din, otantik açıdan, özünde, çatışmayı barındırmaz.
Tarihte ve günümüzde değişik din mensupları arasında görülen savaşlar, inançlardaki farklılıklardan dolayı değil, daha çok; askerî, siyasî ve iktisadî çıkarlar uğruna gösterilen çabalardan kaynaklanmıştır. Hâlbuki insanlığın mutluluğunu ve barışı amaçlayan ilâhi dinler, bu tür çatışmaların sebebi olmamalıdır. Aksine farklı din mensuplarının çok kültürlülük adına bir arada barış içinde yaşama imkânları her zaman vardır. Bu konuda İslam tarihi iyi bir laboratuvardır.
Tarihte Müslümanlar hiçbir zaman, hiçbir kimseyi ve hiçbiri milleti, dolaylı veya doğrudan Müslüman olmaya zorlamamışlardır. İslamiyet’i anlatmışlar, kendileri de İslamiyet’i yaşayarak örnek olmuşlar ve insanları inançlarında serbest bırakmışlardır. Çünkü dinimizde zorlama yoktur.
İyi niyete, iradenin tercihine dayanmayan ve gönülden benimsenmemiş bir dindarlık, din açısından inkârla eşit tutulan nifak anlamına gelir ve fertte kişilik parçalanmasına yol açar. Kur’an’da geçen bir âyette; “Allah dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır” (Hac 78). buyrulur. Dolayısıyla, kişiler, hakikatin bilgisine muhatap kılındıktan sonra iradelerine baskı yapılarak zorlanamazlar.
Yaşadığımız yüzyılda küreselleşmenin hızlandırıcısı durumunda olan iletişim devrimi, dünyayı ‘küçük bir köy’ haline getirmekle kalmadı, adeta ulusların ‘mahremiyet’ alanlarını deşifre etti. Bu sebeple, küreselleşmenin, yereli yutucu ve tek tipleştirici işlevi karşısında, farklı kültür dokuları ve inanç toplulukları arasında bir arada yaşamanın ortak formülü etrafında zihnî çabaların yoğunlaştırılması bir zorunluluk haline gelmiştir. Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Saraybosna Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi ve Türkiye İmam Hatipliler Vakfı (TİMAV) ile birlikte gerçekleştirdiğimiz II. Uluslararası Dini Araştırmalar ve Küresel Barış Sempozyumu’nun amacı da budur. Umarım, bu amacı gerçekleştirmeye hizmet etmişizdir.