Hiç kimse arsız bir davranış üzerinden o davranışı yapanı mensup saydığı dev bir kitleyi karalayamaz. Son dönemde adından sıkça bahsedilen ve küçük yaşta bir kıza taciz yaptığı iddiası ile tutuklanan sözde şeyhten bahsediyor, onun üzerinden dindar insanlara taş atanlara sesleniyorum. Hele ki, "tüm tarikatlar kapatılsın" gibi saçma sapan ve İmam Hatip Lisesi mezunlarını kastederek "buradan çıkanlar karşımıza, sahtekar ve cinsi sapık olarak çıkıyor" gibi aşağılık tespit yapanları görünce, ne kadar "kabuk" aydınlarımız olduğuna bir kez daha acı bir şekilde şahit oluyoruz.
Bu kafanın estirdiği rüzgara kapılırsak, öğrencisini taciz eden bir öğretmen üzerinden tüm okulların ya da tacizci bir akademisyen üzerinden tüm üniversitelerin kapatılmasını talep etmek, makul bir şey haline geliyor. Suçun ve cezanın şahsiliği ilkesine inanmak, işte tam da böyle faşist ruhlu insanların önüne geçmek içindir. Yeryüzünde peygamberler hariç suç işleme yeteneği yok edilmiş hiç kimse yoktur. Hangi meslek grubu olduğundan bağımsız, herkes suç işleyebilir ve o suç, işleyenle birlikte "şahsilik ilkesi" gereği ancak ve ancak işleyenin cezalandırılmasını gerekli kılar. Şahsen, tarikatlar ve İmam Hatipliler aleyhine konuşanların bu gerçekleri bilmediğine de inanmıyorum. Ama her nasılsa bir türlü bitmeyen bir din düşmanlığı üzerinden her bir vesileyi saldırı sebebi sayan bu kafalar, yonca gibi suyu ve uygun vasatı buldu mu üçer dörder çıkıyorlar.
Peki bu kafalara mütemadiyen bu pozisyonu veren bizde hiç mi suç yok? O kadar suç var ki, dağlara yüklesen dağ çatlar. Maalesef bu ülke Ali Kalkancı denen ve besmele çekmekten bile aciz bir sahtekarın kirli çorabını çantasında taşıyarak dindarlık çizgisini yaşadığı toplumun ötesine taşıdığına inanan okumuşlar gördü. O kadar okumuşlar ki, okumaları bu topluma örnek olarak gösterilen ailenin çocuklarıydı. Görmekle kalmadı, bu tezgah üzerinden binlerce yiğit kız ve erkeğin mağduriyetine sebep olacak bir 28 Şubat süreci yaşadı. Buna rağmen akıllandık mı? Kocaman bir hayır! Bu gidişle akıllanır mıyız? Yine kocaman bir hayır!
Toplumun dini anlamasıyla kendini mükellef sayan koca koca hocalar, TV kanalları ve sosyal medya atışmaları ile birbirini yerken, aradan bu kabil adamların sıyrılıp çıkmasına şaşırmamak lazım. Çünkü bu toplum, dini anlatıldığı için değil, tartışıldığı için duyuyor. Herkes din konusunda birbirini "acaba söylediklerinin neresi yanlış, neresinden yakalayıp, orasından indirebilirim" arayışıyla dinliyor ve din, hakkında herkesin hem de oldukça hoyrat konuştuğu bir alan haline geliyor.
Tüm bunları "İslam'da ruhbanlık yoktur" herkes özgür bir birey olarak dilediğini söyleyebilir, istediğine inanabilir diyerek geçiştiremeyiz. Ruhbanlığın olmaması her önüne gelenin Ruhban gibi ahkam kesmesini gerekli kılmaz. Burada nasıllığı tartışılması gereken bir disiplinin şart olduğuna inanıyorum. Belki Hz. Ömer dönemi bu cepheden daha derinlemesine incelenebilir ve bireylerin din adına söz ve davranışlarının faturasının, halk sormuyorsa devlet tarafından nasıl sorulduğunun yöntemi öğrenilebilir.
Son olarak anladığım şu ki; Öncelikle biz adam gibi adam olmalıyız. Kime ve neye inandığımızı, kimden öğreneceğimizi çok iyi bellemeliyiz. Var olduğu şüphesiz Allah ve Risaleti ile şereflendirdiği Muhammed (as) dururken, saçma sapan ilişkiler içine girerek inancımızın kirletilmesine müsaade etmemeliyiz. Kitabı Kerim ve Peygamber (as)'ın sözleri üzerinden din anlatan kimi akademisyen, çok değerli ilim adamların video izlenme sayıları, yüklenmesi üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen henüz üç haneli rakamlarda iken, kısa mesafede büyük peynir teklifiyle, zihinlerimizi iğfal eden sözde hoca soytarıların izlenme sayıları on milyonları buluyor.
Evet. Kemalist kafalı ve fakat din düşmanı kimi kesimlerin oyuncağı olmak istemiyorsak önce adam olmalıyız. Adam olmalıyız ki, pislik bizim içimize sinemesin ve girerse de o, pisliğiyle sırıtacak kadar duruşumuz berrak olsun. Hiç değilse aranızda dolaşmasına değil, adımıza konuşmasına mani olmalıyız.
İslam Peygamberi; "Kimin ameli kendisini geri bırakırsa, nesebi, soyu onu ileri götüremez" derken, bırakın nesebi, soyu, biz üstündeki sarık ve cübbesinin ihtişamına kalbimizi ve zihnimizi teslim ediyoruz.
Yazık. Çok yazık...