Taraf gazetesinin 12 Haziran Cuma günü yayınladığı belge ya da kağıt parçası etrafında büyük bir tartışma yaşanıyor ama Türkiye’de hep olageldiği gibi bu tartışma da kanımca üzerinde esas durulması gereken noktaları es geçiyor.
Bu es geçme, suskunluk durumu hem AK Parti hem de TSK için geçerli.
Daha önce de yazmış idim, bu krizi daha demokratik, daha hukuk devleti bir cumhuriyet için fırsata çevirmeliyiz.
Ama bu krizi fırsata çevirmek için yapılması gereken, polisiye tartışmalar üzerinden daha yapısal, anayasal meselelere gidebilmek.
Belge ya da kağıt parçası tartışması, kim haklı çıkarsa çıksın, özünde bir devlet skandalıdır.
Bu belge ya da kağıt parçası ya Genelkurmay’da emir-komuta zinciri içinde hazırlandı, ya bir cunta hazırladı, ya polis askere tuzak kurdu vs; tüm bu ihtimaller birer devlet skandalıdırlar.
Ve bu durumlarda Cumhurbaşkanı’na bağlı Devlet Denetleme Kurulu (DDK, Anayasa madde 108) devreye girip gerekli inceleme, araştırma ve denetlemeyi yapmalıdır.
Ancak, anılan maddenin ikinci paragrafı TSK’nın DDK tarafından denetlenemeyeceğini hükme bağlıyor.
Yargı dışında DDK tüm kamu kurum ve kuruluşlarını denetleme yetkisine sahip ama sıra TSK’ya gelince anlamını, hukuka dayalı mantığını kestirmenin olanaksız olduğu bir istisna devreye giriyor.
Yukarıda belirttiğim gibi belge ya da kağıt parçası krizi mutlaka bir devlet skandalıdır ama Anayasa’nın 108. maddesinin ikinci paragrafında ifadesini bulan TSK istisnası çok daha büyük bir devlet ve hukuk skandalıdır.
Bürokrasinin, bağımsız yargı dışında bir bölümünün (TSK) DDK görev kapsamı dışına alınmış olması bir siyasal, hukuki kepazeliktir.
Çok net ifade ediyorum, bir bürokratik birim, TSK, kendini devletin en önemli denetim kurumunun kapsamı dışına almış ise (12 Eylül Anayasası) bu kurumun, bu birimin her türlü haklı ya da haksız eleştiri, dedikodu ve yıpratma-yıpranma sürecinin göbeğinde olmasına şaşmamak lazımdır.
Kimse alınmasın, yine çok açık yazıyorum, bir kurum kendini devletin olağan yargı ve denetleme süreçlerinin dışına çıkarırsa bu kurumda çürüme kaçınılmazdır.
Silahlı kuvvetler çok hayati bir kamu hizmeti üretmektedir ve bu hizmetin çürümesi Türkiye için bir felakettir.
Kendimi dışarıya, sivile denetletmem, kendi yargımı kendim kurarım, terfi-atama kararlarımı yargı denetimi dışında tutarım (Anayasa madde 125), mal varlığımı Sayıştay denetleyemez diyen her kurum er ya da geç çürür, bunun iyi bilinmesi lazım.
Çağdaş, demokratik hukuk devletlerinde Milli Savunma Bakanı’na bağlı olması gereken Genelkurmay’ın bizde kime bağlı olduğu bile belirsizdir, daha doğrusu kimseye bağlı değildir, sadece Anayasa’nın 117. maddesi Genelkurmay Başkanı’nın Başbakan’a karşı sorumlu olduğunu yazar.
Sayın Başbuğ’un geçtiğimiz Cuma günü yaptığı basın toplantısı ve hemen arkasından yaşanan tartışmalar, atışmalar aklı başında ve sorumlu herkese TSK’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasının öncelikle asker için çok hayırlı olacağını bir kez daha göstermiştir; Sayın Başbuğ konuşmasında somut kişileri hedef almış, askeri yargı örneğinde olduğu gibi fahiş hatalar yapmış ve böylece kaçınılmaz olarak üniformanın siyasal tartışma zeminine çekilmesine neden olmuştur.
Oysa, yine aklı başında her yurttaş bu tartışmalarda taraf olarak üniformalı kişileri değil, hükümet üyesi ve askeriyenin kendisine bağlı olduğu bir sivili görmek, onunla tartışmak istemektedir.
Asker bu durumun en çok kendisine zarar verdiğini er ya da geç görecektir ama benim korkum o tarihte TSK’nın itibarının geriye dönüşsüz bir noktaya çekilmiş olacağıdır.
Bütün bunlar anayasa ve yasa değişiklikleri gerektirmektedir ve bu alanda da tüm sorumluluk 22 Temmuz’da yaklaşık her iki yurttaştan birinin oyunu almış siyasal partinindir.
Eser KARAKAŞ - STAR