'Seçimden sonra medyada tasfiye olacak'

Basının önemli isimlerinden Fehmi Koru'yla Samast'ın mektubunu, seçimden sonra medyada tasfiye olup olmayacağını, yandaşlığın ondaki karşılığını ve cemaat paranoyasını konuştuk

Ogün Samast’ın ‘Beni bu cinayete gazeteler sevk etti’ diye özetlenebilecek mektubunu okudunuz mu? Hrant’ın medyadaki arkadaşları o dönemle ilgili kötü hatıraları bu konu ne zaman açılsa dile getirmek durumunda kalıyorlar. Dink’in belli tipteki insanların gözünde nasıl hedef haline geldiğini, belli gazetelerin manşetlerinin, yöneticilerinin, köşe yazarlarının bundaki payını anlatıyorlar. Sürekli yazıldı çizildi bunlar. Zannediyorum Samast’ın avukatları savunma stratejileri tükendiğinden bir de bunu denemek istediler. Ben bu savunmanın önemli olduğunu düşünmüyorum ama ona temel teşkil eden argümanların da hepsi geçerli. Çünkü Hrant Dink’in küçük bir cemaat gazetesinde yazdığı yazılar içinden bazı cümleler cımbızla çekilerek Türkiye gündemine taşındı. Adım adım bu akıbete sürüklenmesinde elbette medyanın da payı var. 



Manşetler cinayet işletir mi?
Manşetler insanların itibarlarını yok etmek için de, birilerini tahrip etmek için de etkilidir. TV ekranları da öyle. Manşetler birebir adam öldürtür denemez belki ama aynı hedefe doğru yapılan atışlar birikim halinde insanları tahrik eder. Normalde yapmayacakları işleri yapmaya sevk edebilir. Örneğin bir televizyon programında çok saygın bir hocaefendinin adım adım bir kadınla yakınlaşmaya doğru itildiğini, bunun kameralarla tespit edilip yayımlandığını hatırlıyorum. O yaşlı başlı, pek çok genç hafızın yetişmesinde payı olan hoca, bu olayın ardından intihar etti. Kameralar onu buna itmiştir. 

Siz intihar örneği verince, Ergenekon-Balyoz sürecinde suçlu oldukları kesinleşmeyen birçok kişinin itibarsızlaştırıldığını, 6-7 subayın intihar ettiğini hatırladım… Bu dönemdeki yayınları sonra nasıl anımsayacağız?
Onların manşetlerden ya da TV’den afişe edildikleri için değil, eğer intiharlarında böyle bir sürecin katkısı varsa, olayın içerisinde isimleri geçti diye hayatlarına son vermiş olabileceklerini düşünüyorum. Yoksa kimse manşetlerden mahkûm edilmedi bu süreç içerisinde. ‘İşte budur’ denildiği için ertesi gün intihar eden birini hatırlamıyorum. Tabii askerler açısından cezaevine düşmek büyük bir sıkıntı. Bir de haksız yere düşmüşlerse yüreklerine kabul ettirememiş olabilirler. Ama falanca gazete şu manşeti attı, ertesi gün bu oldu denemez. 

Öyleyse Ergenekon sürecinde gazeteler kimsenin itibarına zarar getirmemeye ihtimam gösterdi.
Bu süreçte bu anlamda büyük bir hata görmüyorum. Süren davanın haberlerinin yapılmaması gerekiyordu kanunen. Ama o yasanın yanlış olduğunu düşünüyorum. İnsanların mahremini ortaya sermemek kaydıyla bu davaların haberi yapılır. 

‘Aydın Bey iyi, çevresi kötü’ sözü

12 Haziran seçimlerinden sonra medyada tasfiye olacak mı sizce?
Tek tek kişilerin değil ama bir zihniyetin tasfiyesinden söz etmek gerek. Bugünkü medya düzeni 27 Mayıs ihtilali sonrası olmuştur. Askerler o dönemde Babıâli’den geçeceğini söylemişti. Geçtikleri ve bir medya düzeni kurdukları kanaatindeyim. O dönemde örtülü ödenekten ayrılan parayla kurulan Öncü gazetesinde çalışanlar ve onların el verdiği insanlar şu anda bir yerlerde yönetici ve köşe yazarıdırlar. Oktay Ekşi’den başlayan geniş bir yelpaze. 

Tasfiye olacak dediğiniz zihniyetin tam tarifi nedir?
Darbeleri normal karşılayan, toplumdaki farklılıkları kendisine tehdit olarak görenlerin zihniyeti. Mesela anayasada özgürlüklerin genişletilmesi için değişiklikler yapılsın denildiğinde tüyleri diken diken olan ve bunu engellemek için kampanyalar düzenleyen düşünce yapısı. İhtilallerle beslenen bu medya düzeninin bir gün tasfiye olacağı beklentisi içindeydim ama bir türlü gerçekleşmiyor. 2002’den bu yana gerçekleşmiş olduğunu şimdi öğrendiğimiz darbe girişimlerinin öncesi ve sonrasında yapılan haberlere bakarsanız görürsünüz. Tak diye oturuyor o şablona. İşte bu zihniyet tasfiye olmalı. 

Bu AKP’nin yarattığı iklim sayesinde mi olacak?
AKP’nin yarattığı atmosferin ne ilgisi var? 8 yıldır iktidardalar, bu anlamda bir şey olduğu yok, o zihniyet aynen devam ediyor. 

İleri demokrasi ikliminden medya payına düşeni almıyor mu?
AK Parti’nin yarattığı dalgalanma siyasette ve ekonomide değişiklikler yaptı ama medyada hayır. Medyada böylesine büyük bir zihniyet değişimi, evrensel ölçülere uyan gazetecilik anlayışı gelmiş değil. Seçimin de bunu değiştireceğine dair bir emare de görüyor değilim. 

Ama bazı gazeteler el değiştirdi, sırada başkalarının olduğu da söyleniyor. Aydın Doğan’a kesilen yüklü vergi cezaları… Bunlar değişiklik emareleri değil mi?
Bir patronun vergi cezalarıyla yola getirilmesi gibi bir yöntem varsa bunu asla tasvip etmem. Zaten bu cezalar yargıdan döndü ve Aydın Bey’in elinden çıkmış bir gazete de yok. Şunu da söyleyeyim; Aydın Bey gazetelerini satarsa yabancıların alacağı söyleniyor. Ben yabancıların eline düşmesindense Aydın Bey’in o gazetelerin sahibi olmasını tercih ederim. 

Niye?
Çünkü medyanın, fonksiyonunu ancak yerli düşünceye sahip insanların elindeyken yerine getirebileceğini düşünüyorum. Biz niye patronlar yanlış yapıyor diyoruz? Kendimize benzettiğimiz için. Ben Aydın Bey’i kendimden farklı görmüyorum. Onun gibi bir insan nasıl böyle yapabilir diyorum. 

Neyi nasıl yapabilir?
Hürriyet’in, Milliyet’in, yani Aydın Bey gibi bir patronu olan gazetelerin böyle yapmaması gerekirdi diye düşünerek o eleştirileri yapıyorum ben. 

‘Aydın Bey iyi, çevresi kötü’ eleştirisi mi bu?
Bu söz ne ağzımdan ne de kalemimden çıktı. Ertuğrul Özkök’ün bana yakıştırdığı bir sözdür. Hiçbir zaman ‘Onları at, beni al’ da dememişimdir. Bunu akla düşürecek tek bir cümlem yoktur. Ayrıca Aydın Bey’in çevresinde çok sevdiğim kişiler de var. Ama yayın yönetmenleri ve köşe verdiği insanlar arasında tasvip etmediklerim de bulunuyor. Öte yandan hiç kimse için bütünüyle kötü diyecek biri de değilim. Böyle şeylere inanmam. En kötü bildiğimiz kişilerin bile iyi bir yönünü bulabilirim. 

AKP’ye yakınım, yandaş değilim
Şu anda medya kaça bölünmüş durumda?
Genel hatlarıyla ikiye. Ama yandaş denilen medya da tek bir bütün olarak değerlendirilmemeli. Ben Yeni Şafak’tayken hatırlıyorum, farklı manşetler atıldığı olmuştu. Zaman’a yeni geldiğim için bilemiyorum. Bu ikiye bölünmüşlük Türkiye’nin şu andaki ruh halinin de bir göstergesi. Ayrıca gazetecilik, her gün desteklediğim partiye nasıl culus dağıtırım diye düşünmek değildir. O parti, ister iktidarda ister muhalefette olsun. Evet gazetecinin siyasi görüşleri olur, ama mesleğini acaba bugün kime çamur atsam mantığının üstüne inşa etmez. Benim medyayla ilgili tasnifim; gazetecilik yapanlar ve yapmayanlar şeklinde. Eğer meslek ilkesine uyuyorsa yandaş olmuş olmamış mühim değildir. Bu pencereden baktığımda mesleğin itibarının eksildiğini görüyorum. 

Size yandaş gazeteci denmesi rahatsız eder mi?
Valla ben neredeyim bilmiyorum. Eğer iktidarın temsil ettiği siyasi çizgiyle örtüşüp örtüşmediğimi soruyorsanız, o çizgiye yakınım. Ama her yaptığını doğrulayan, hatalarını bile öven bir çizgide miyim… Hayır. Ben bir siyasi partiden çok onun temsil ettiği kesimle ilgiliyim. Onlarla ortak değerleri paylaşıyorum. 

Cemaat paranoyası var mı şu anda Türkiye’de?
Karşılıklı paranoyalar var. Bir cemaat paranoyası var, bir de bu paranoyayı yaşayanların dışındakilerin yaşadığı paranoyalar var. 

Nasıl?
Endişeli modernlerden endişe duyanların paranoyası: Onlar bizi ne yapacak, bizi nasıl kabul edecek yahut siyasette altüst olma yaşanırsa başka bir rövanş dönemi mi başlar? Kafasında bu sorular olan, modern olmayan endişelilerimiz de var. 

Paranoyalar çarpışıyor yani…
Empati gibi anlaşılmasın ama ‘Bugünkü rahatlığımızı bile bulamayacağımız günler gelir mi’ diye tedirgin olanlar var. Bugünkü iktidarla benzeşmeyen yeni bir siyasi ortam oluşursa, sivil veya gayri sivil, bize ne olur diyorlar. Bu endişe sadece benim yakın durduğum çevrede değil, WikiLeaks belgelerinden anladığımız kadarıyla 2010’da ABD’de de varmış. Washington’a çekilen telgrafta ‘ordunun her an darbe yapabileceği’ söyleniyor. 

Jeffrey’nin 2010’da çektiği Balyoz’la ilgili telgraftan söz ediyorsanız, şöyle deniliyor: Bu tutuklamalara ordunun nasıl bir tepki vereceği belli olmaz. 
Bu ne demek? Ordunun nasıl tepki vereceğinin belli olmadığı bir ortam hâlâ 2010’da mevcut. Dolayısıyla gayri sivil iktidardan endişe eden insanları anlamak lazım. 

Cemaat paranoyasını da aynı şekilde anlamak mümkün mü?
Biz Türkiye’de öcüler yaratmaya bayılırız. Geçmişte komünizm vardı. Sonra irtica vehmi üretildi. Şimdi de bu var. Her taşın altında cemaati aramak doğru değil. Evet, böyle güçlü ve her yerde varlığını belli eden bir cemaat var ama siyasi hayatta yoklar. Onu dolaylı etkiliyorlar. 

Ne demek o?
Bir sivil toplum örgütü ne kadar siyasete etki ederse o kadar. Bu cemaati hiyerarşik, talimatla hareket eden insanlardan müteşekkil bir yapı olarak görmemek lazım. Örneğin cemaate mensup bir müsteşarsa bakanından önce cemaatteki üstünden talimat alıyor gibi şeyler yok. Gönül bağı işi bu. Cemaate sempatiyle bakan, yaptıkları işi takdir eden çok kişi var ama bu demek değil ki onlar bir merkeze bağlı. Yani bu cemaate bağlı polisler, onların etkilediği savcılar, savcıların etkilediği hâkimler olduğu düşüncesine asla katılmıyorum. Polis kendi içindeki meseleler nedeniyle bazı olaylarla özellikle ilgileniyor ayrı, cemaat yaptırıyor ayrı bir şey. 

Cemaat ve AKP arasında güç savaşı var mı?
Bugün yok. Yollar bazen kesişir, bazen ayrılır. Ama güç savaşı olması için çıkarların çatışması ve aynı zeminde faaliyet göstermek gerekiyor. İkisinin zeminleri farklı. Biri siyasette çalışıyor, diğeri toplumda. Ayrıca cemaatin siyasette ağırlık teşkil edecek şekilde davranması öncelikle geleneğine aykırı. O gelenek onların birebir siyasetle ilgilenmemesini gerektirir. Referandumu da toplumun faydasına gördüğü için hükümetin yanında yer aldı. O anayasa değişikliğini CHP ya da MHP getirseydi de ağırlığını evet tarafına koyardı. 

WikiLeaks belgelerinde ABD, cemaatin Cumhurbaşkanı’nı Gülenci, Başbakan’ı ‘yük’ (liability) olarak gördüğünü yazmıştı. İkisi arasında böyle bir fark var mı?
Cemaatle irtibat açısından, biri daha yakın-diğeri daha uzak gibi bir ayrım yapmak doğru olmaz. Tam tersine, ikisi de olmaları gerektiği kadar yakın, olmamaları gerektiği noktada da uzak. Mesela her ikisi de gittikleri ülkelerde Gülen okullarını ziyaret ederler, çünkü o hizmetlerin önemini biliyorlar. 

Vekil eşleri baskı yapmalıydı

Muhafazakâr erkekler başörtüsü sorununun çözülmesini gerçekten istiyor mu?
28 Şubat süreci, Merve Kavakçı olayı… Bu hatıralar bazı kişileri ‘Aman yine benzer bir gerginlik çıkmasın’ düşüncesine ittiği için temkinli yaklaşanlar olabilir. Ben farklı bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum, o nedenle başörtülü milletvekili talep eden kadınlara karşı muhafazakâr kesimde takınılan bazı tavırları hiç doğru bulmuyorum. Her ne kadar başörtüsü dinle ilgili olsa da bugün geldiğimiz noktada tamamen demokrasiyle ilintili bir mefhumdur. Bugün cinsel kimliği farklı insanlar, Romanlar, azınlık mensupları Meclis’te temsil edilmek istiyor. Bu onların en doğal hakkı. Başörtülülerin de hakkı aynı zamanda. Herkesin bir araya gelip bu oyunun bozulmasını sağlaması gerekir. 

Bunun için uğraşan kadın örgütlerinin son birkaç gündür işitmediği laf kalmadı ama...
Bütün suç da erkeklerin değil. Yalnız televizyonlara çıkmakla, basın toplantısı düzenlemekle olmaz bu işler. Mesela şu anda milletvekili olanların başörtülü eşleri de sesini çıkarmadı. Halbuki baskı yapmalıydılar. Ben kadın örgütlerinin ve öne çıkan başörtülü kadınların her yerde, her fırsatta bu taleplerini yenilemeleri gerektiğini düşünüyorum.

RADİKAL 

Medya Haberleri

Yapay zeka ile Müslüm Gürses albümü
Hataylı Minik Yetenek Ahmet Kazar, Haluk Levent ile Aynı Sahneyi Paylaşmak İstiyor
Okan Yalabık’ın Gençlik Hali Görenleri Şaşırttı!
Ankaralı Turgut’tan kötü haber geldi
Akasya Durağı’nın Dilek'i yıllar sonra ortaya çıktı