Yüce Allah, insanoğlunu vahiysiz ve rehbersiz bırakmamıştır. Hz. Âdem (a.s)’dan Hz. Muhammed (a.s)’a kadar gelmiş geçmiş tüm insanlığa sayısız peygamberler ve ilahi kitaplar göndermiştir. Bundan sonra kıyamet sabahına kadar muhatap olacağımız tek kitap, Kur’an-ı Kerim ve son peygamber Hz. Muhammed (a.s)’dır. Peygamberler içerisinde hayatı bütün yönleriyle bilinen, bize söz ve davranışlarıyla miras olarak kalan tek şahsiyet, Muhammed Mustafa (a.s)’dır. Biz onun aile hayatını, arkadaşlarıyla olan ilişkilerini, yemesini, içmesini, giyimini, kuşamını, ağlamasını, gülmesini vb. hayatının bütün alanlarını açık-seçik bir şekilde biliyoruz. Yine Kur’an’da onun vazifeleri; tebliğ, tebyin ve temsil bağlamında tüm yönleriyle anlatılmaktadır. O, bizim için her konuda örnekliğe sahiptir. Onun temsil ve model olma boyutu şu âyette çok net bir şekilde anlatılır: “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzap 33/21).
Hz. Peygamber (a.s) hayatında özellikle sahabe arasında ayrıcalıklı bir siyaset (Very Important Person) izlememiştir. Nitekim Mekke’nin ileri gelen seçkinleri bir gün Resûlullah’a gelerek Müslüman olabileceklerini ama Müslüman olduklarında kendilerine ayrıcalıklı muamele yapılmasını istediler: “Biz, kölelikten gelme yoksul Müslümanlarla aynı mekânda onlarla birlikte bulunmak istemiyoruz. Biz gelince onlar çıkıp gitsin” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: “Sabah akşam sırf Rablerinin rızasını kazanmak için O’na dua eden kimseleri sakın yanından kovma” (En’âm 53) âyetini indirerek statü farklılığından dolayı, sınıfsal ayrımcılığa, seçkinci dindarlığa gitmek isteyenlerin ayrımcı isteklerini boşa çıkardı.
Yine Hz. Peygamber (a.s), birgün Mescid-i Nebevî’de sahabeleriyle birlikte sohbet ediyor ve onlara su ikram ediyordu. Peygamber Efendimizi hiç görmemiş yabancı bir elçi, dışarıdan mescide girmiş, Resulullah’la görüşmek için mescitte oturan Müslümanların yanına yaklaşarak ayakta su dağıtan Resulullah’a; “Bu kavmin efendisi kimdir?” diye sormuştu. Allah’ın Resulü de: “Kavmin efendisi onlara hizmet edendir” buyurmuşlardı. (Deylemî, Müsned, II, 324). Bu rivayetten de anlıyoruz ki, Resulullah Efendimiz bir peygamber olmasına rağmen kendisine ayrıcalıklı muamele yapılmasını istememiş, sahabe ile birlikte zaman zaman aynı sofrayı paylaşarak yemek yemişler, birlikte oturup birlikte ağlamış ve birlikte sohbet etmişlerdi. Hatta Mescid-i Nebinin inşaatında bile kendisi bizzat sırtında kerpiç taşımışlardı. Bu konularla ilgili onun hayatından birçok örnek anlatabiliriz.
Bunları neye anlatıyorum? Bugün bakıyorum, topluma İslam’ı anlatma ve yaşama konusunda örnek olması gereken bazı şahsiyetler, din ve diyanet adına kendilerine ayrıcalıklı muamele edilmesini istiyorlar. Bazı toplantılarına ilim adamlarını, şehrin ileri gelenlerini, hatta müftüleri davet ediyor, ama onlarla doğrudan mülaki olmuyorlar. Onlarla her ne kadar aynı çatı altında otursalar da aynı masanın etrafını, ayna sofrayı paylaşmıyorlar. Tabir-i caizse, bir avuç mukarrebûn hariç, diğerlerine vip uyguluyorlar. Aynı mekân içerisinde onların yemek menüsü ayrı, diğerlerinin yemek menüsü ayrı. Keşke bu insanlar, takvadan, zühtten, gerçek İslam’ı kendilerinin temsil ettiğinden bahsetmeseler, bir şey diyeceğimiz yok. Bu tip ayrımcı davranışlar, diğer insanlara acı veriyor, İslam’dan soğumalarına yol açıyor. Ne olur, topluma din adına örnek olan ya da olduğu iddiasını taşıyanlarımız, kendinizi seçkinci ve fazilette üstün bir pozisyonda görme anlayışından vazgeçin. Mütevazı olun. “Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar" (Müslim, Birr, 33) buyuran Muhammed Mustafa (a.s)’ı örnek alın. Ahbablarınızla ve misafirlerinizle birlikte olun, aynı masayı paylaşın. Aynı çorbaya birlikte kaşık sallayın. Onlarla halleşin. Diğerleriyle bir olmamak için; ayrı kapılardan içeri girdiğiniz gibi, yine ayrı kapılardan dışarı çıkıp gitmeyin. Size bir abd-i âciz kardeşiniz olarak tavsiyem, aynı çatı altında olmakla birlikte; ayrı sofralarda, ayrı mekânlarda, ayrı menülere kaşık sallamaktansa, bütün bu ayrımcılıkları ellerinizin tersiyle geri çevirerek Hz. Peygamber (a.s)’ın yaptığı gibi, davet edilen Müslümanların arasına katılarak halleşin. Biliyorum “güvenlik kaygısı” diyeceksiniz, belki de kırk dereden su getireceksiniz. Bunların hiçbiri mazeret olamaz. Çünkü davetlilerin % 99’u sizin ehıbbanız. Eğer böyle yapacaksanız, benim size tavsiyem, kimseyi böyle bir meclise davet etmeyin, gönülleri de incitmeyin. Ya da uygulamalarınızı tekrar gözden geçirin. Vesselam.