Zamanın doyasıya yaşanmasında ve anlamlı olarak kullanılmasında yaşadığımız şehir çok önemlidir.
Sakin, dingin ve çevresine huzur pompalayan şehirlerde zaman daha güzel yaşanır. Fakat giderek kalabalıklaşan ve betonlaşan şehirler yavaş yavaş anın tadını çıkarmayı insanoğluna unutturuyor.
Kaybolan komşuluklar, estetikliğini ve inceliğini kaybetmiş mimari yapılar, unutulan gelenek ve görenekler her geçen gün artarak bizi zamandan, zamanı bizden uzaklaştırıyor.
Zaman kısalıyor, küçülüyor ve yapmamız gereken hiçbir işi vaktinde bitiremiyoruz.
Şehirlerin yeni yüzleri bizleri tarihin derinliklerine yolculuk etmekten alıkoyuyor.
Caddelerde ya da sokak aralarında karşılaştığımız çeşme, türbe, cami, kilise ve benzeri tarihi yapılar bizi bulunduğumuz andan koparır, gerilere alır götürür.
Sanki zaman donmuştur ve hiç hareket etmez.
O eserleri ortaya koyan insanları, toplumları düşünür ve insanlığın şu an geldiği noktaya bakarız.
Kendimizi nefsimizle hesaplaşmanın, muhasebenin ortasında buluveririz.
Konya’daki Mevlana Türbesi, yüzyıllar öncesinde sergilenen hoşgörü ve sevgi ortamının bugünün üzerinde olduğu izlenimini verir.
Şanlıurfa’daki Balıklı göl, azgınlığın, ihtirasın, gözü dönmüşlüğün karşısında cesaretle, onurla, inançla karşı koyuşun izlerini gösterir.
Bursa Ulu Cami’nin kapısından içeri girdiğiniz anda hangi çağda olduğunuzu şaşırırsınız.
Çağlar öncesinden çınlayan müezzin kıraatleri bugüne ulaşır, su sesleri ile birleşerek yarınlara taşınır.
Aksaray’da bir mezar taşının üzerinde okuduğum ve okuduğum günden beri zihnimde sürekli yankılanan o yazının gerçek olduğu kanısına varırım.
Unutamadığım o söz şöyle; “Ne bir renk kaldı nede bir iz, meğer gelip geçen zaman değil de bizmişiz.” Bu sözün anlatmaya çalıştığı gibi; belki de zaman dediğimiz şey hiç ilerlemiyor. İlerleyen ve bir noktada son bulan insan ömründen başka bir şey değil.
Biz doğuyor, büyüyor ve ölüyoruz. Yerimize yeni birileri geliyor. Zaman hep yaşamaya devam ediyor.
Zaman öylesine değerli bir hazinedir ki; güzel ve yerinde kullandıkça hayata değer katar. Türlü türlü imkânlar sunar ve verimliliği artırır.
Onu iyi kullandığımızda karşımıza iyiliklerle dolu bir dünya çıkar. Fakat aksini yapmaya görelim.
Bu sefer zaman bizden öç almaya başlar.
Dostluğun yerini düşmanlık alır ve hiçbir şeyi anında yapamama zafiyetine düşeriz. Shakespeare zamanın iyi değerlendirilememesi konusunda “Zamanımı kullanmasını bilemedim, şimdi o beni kullanıyor” demiştir.
Evet, zamanı iyi kullanıp izler bırakmalıyız. Yoksa o bizi kullanıp paçavra gibi toprağın altına atacaktır.