"Düpedüz bir yol, koskoca ovanın karnını yarıp Anadolu'nun içlerine doğru ilerliyor. Yola çıkanların kat etmek zorunda olduğu bir mesafe, ödemek zorunda olduğu bir bedel var. Konya'yı terk etmek kolay değil!”
Bugün doğduğu yeri, memleketini, sevdiklerini sebepleri ayrı ayrı da olsa bırakıp farklı şehirlerde yaşamak zorunda kalan milyonlarca insanımız var. Kimileri üniversite okumak, kimileri evlilik, kimileri iş, kimileri de yeni bir yaşama kucak açmak için şehir değiştirir.
Adı şehir değiştirme olsa da, değişen sadece şehir değildir. Evi, arkadaşları, mahallesi, komşusu, bakkalı, manavı, işi, okulu vs. pek çok şeyi de değişmiş olur insanın. Görünen buzdağının altında kalan ve görünmeyen kısmı daha da önemlidir aslında. Bir şehrin insanı nasıl etkilediğini, şekillendirdiğini ve nasıl hissettirdiğini ancak uzaklaşınca anlar insan…
Duygular, hevesler, planlar, üzüntüler, heyecanlar da bırakılıp gidilir ve belki de yenileriyle karşılaşılır. Yıllarını bırakıp gitmek, belki de benliğinin bir kısmını harcamaktır bu gidiş. Doğduğun, büyüyüp, kültürünü özümsediğin ortamından kopup başka bir kültüre, yaşam tarzına yelken açmaktır bu gidiş…
Ve önce özlem gelir, geride bırakılacak olan şehri anımsatan ne varsa kaydedilmiş olsa da zihne, sonrasında bir unutuş takip eder bunu… Bir taraftan yeni düzenini kurarken öte taraftan hâlihazırda devam eden mevcut düzene de ayak uydurma çabasıdır, devamı...
“Hafize Yenge’nin bu hali ninemi hatırlattı. Daha doğrusu babama kızgın olduğu zamanlarda, annemi sakinleştirmek için söylediği bir sözü. Erin göktür gelinim, yerle bir olmayı öğrenecek sensin”…
Bir şehre ait iken bu aidiyetten vazgeçip yeni bir aidiyete tutunmaktır. Kendi ait olduğu kültürden diğer kültüre uyum sağlama işi zordur. Baştan yeni bir yükü yüklenmektir belki de…
“Çoğu gurbetten geldiği için kızın kastettiği şeyi anlamaları beklenmezdi. Bu yüzden birisi sözün manasını diğerlerine açıklamalıydı.”
Her insanın hayatı özeldir ve çok çeşitli incelikler barındırır içerisinde. Her bir düşüncesi, sevinci, acısı, hüznü ya da mutluluğu kayda değerdir. Pek çok olay yaşar insan hayatında. Ama kimi bunun bilincinde, kimisi içinse oldubitti kıvamında yaşanır, geçer ve biter. Bu anların ve anıların kayıt altına alınması; farkındalıkla yaşayan insanların, farkında olmadan yaşayan insanlara tüm bunları gösterebilmesi, dillendirilmemiş şeylerin açığa çıkması önemlidir.
“Hüsniye Hanım gündüzden hazırlamıştı arabaşı hamuruyla çorbasını. Önce una su katarak pişirdiği cıvık bulamacı, serçe parmağı kalınlığında sıcak sıcak sinilere dökmüş, sonra da dışarının ayazında kulak memesi kıvamında titrek bir hale gelene kadar soğumuştu.”
Gündelik hayatımızda çoğu zaman sözlerin ya da hareketlerin etkisinin farkına varamayız. Koşuşturmaca esnasında hem içinde bulunulan anı, hem de anlar bütünü olan hayatı ıskalayıp geçiveririz.
Bir kalem, bir kitap belki de bize kendi yaşam odalarımızı tek tek açar, kuytuda kalan köşeleri aydınlatabilir. Görmeyen gözlerle gezindiğimiz odalarımızın inceliklerini gösterebilir.
İşte bu noktada da bir şehrin kimliğinin, insanların düşüncelerini, duygularını ve ilişkilerini nasıl etkilediğini daha doğrusu o kişinin kimliğini nasıl etkilediğini, şekillendirdiğini gösteren eserlerden söz edilebilir. Bir tarafta akmakta olan bir yaşam, diğer tarafta kare kare çekilmiş fotoğraflar misali bu yaşamdan oluşan kesitlerin sergilenmesi…
Yazar Hatice Tekin “ Şehirler Arası “ adlı kitabında tam da bu konulara değinmiş. “Şehirler Arası” adı konulurken Konya-İstanbul arası kastedilmiş aslında.
Kitap, Konya ve İstanbul şeklinde iki bölüme ayrılmış toplam on yedi öyküden oluşuyor. Yazarın Konya'dan başlayan seyahati İstanbul'da son bulmuş. Giderken mola vermeyi de unutmamış...
Her bir öykünün başlığı da oldukça enteresan seçilmiş. “Şivlilik”, “Kem Gözler”, “Rapor Peşinde”, “Suçluluk”, “Hikaye Ziyareti”, “Keyf Ehli”, “Hatır İçin Kanser”, “Palto” ,”Fincan” ve diğer öyküler.
İlk “Düğüm” hikâyesi ile başlıyor kitap. Şadiye ile Rıfkı’nın hikâyesi - ama ne yazık ki olayın başkahramanları olması gereken çift ne yazık ki birileri yüzünden trajikomik bir şekilde ikinci planda kalıyorlar- kendi şahsiyetleri, düşünceleri olmayan sistemin bir parçası olmuş durumdaki insanların öyküsü bu… Körü körüne örf ve adetlerine bağlı yaşayan robotlaşmış insanların mekanik ve yapmacık hareketleri anlatılıyor. Kurulmuş bir sistemin düzenine teslim olmuş, ellerindeki şeyleri korumak için tekrarlardan ibaret olan basit şeylerin arkasına düşen insanların kendi ruhlarından ziyade toplumun gözüyle, olayları cahilce değerlendirmeleri ve davranışları anlatılıyor. Kimsenin genç çiftin duygularıyla ilgilenmemesi de cabası…
Tespih ise, Simgesel küçük bir malzemenin bazı kültürden gelen insanlarda ne kadar büyük misyonlar üstlendiğinin hikâyesi. Bir tespih büyüme ve erkek olmanın göstergesi oluveriyor böyle kültürlerde.
Şivlilik, Konya’da üç ayların gelişini kutlama şenliklerinin en meşhuru. Yazar hem bu öyküde hem de diğerlerinde Konya kültürüne özgü birçok örf ve geleneğe yer vermiş.
Köpük hikayesi ile, pekmez yapılırkenki çocukların heyecanına, tekerlemelerine, mis gibi taze pekmez kokusuna, şahit oluyorsunuz… İçiniz bayılırsa köze yatırılan patlıcan, biber, soğanla içinizi yatıştırabiliyorsunuz.
Keyf Ehli, Arabaşı hamuru, çorbası, kış gecelerinin nasıl geçirildiği, eş dost muhabbetlerini…
Yüzerlik Kokusu, yine Konya adetlerinden kundak dürüsü, dürü yemeği, loğusa şerbeti, kırkın lohusayı basması denilen olayı öğreniyorsunuz.
Konya-İstanbul arası hikâyelerinde dinlenebileceğiniz bir mola yerinde duruyor yazar.
“…Uzayıp giden yolun sonu görünür birden. Burası bir makas! Yol ayrımı. Sağ tarafta Anadolu'nun doğusu ve güneyi, sol tarafta batısı ve kuzeyi var. Yavaşlamak ve hızlıca karar vermek gerekir. " diye de ekliyor.
Kem Gözler’de, ani gelecek olan bir misafir haberi ile nasıl paniklendiğini , o paniği sizin bile hissetmenizi sağlayabilecek bir anlatımla dile getirmiş yazar.
Suçluluk, tam bir sürprizdi. Hikaye kahramanını çok farklı biri gibi algılamanızı sağlayan yazar hikayenin sonunda sizi şaşırtmayı başarıp, Aaaaa! Dedirtebiliyor.
Tüm bu öykülerinde karakterleri ve mekanları ustaca tarif ediyor ve zihninizde gereken yerlere oturtuveriyor yazar. Karakterler en doğal, oldukları halleriyle sunuluyor. Kimi öyküsünde ise tam bitti derken sizi bir sürprizin beklediğini fark ediyorsunuz.
Yazarın İfadelerinin gücünü hissedebileceğiniz bazı cümleler;
“Çevresindeki insanlara orada yoklarmış veya varlıkları gereksizmiş gibi davranırdı.”
“Yarattığı hiçlik duygusu…”
“Yönetmen onun meziyetlerini göz ardı edip yanlış sahnede rol vermişti” diye anlatıyor yaşananları
“Bildiğim tüm tanımlamaların dışına taşan, bambaşka bir şeydi…”
“Çevremdeki insanlardan bir şey beklememeyi öğrendim…”
“Ağzımızdan çıkanı hafife alma yanılgısı işte…”
“Herkes için güçlü olmaya çalışmaktan yorgunum…”
“Zihninde mayaladığı ekşi ekşi sözler kabarıp taşıyordu.”
“Sarf ettiği kelimelerin ilgisizlik duvarına çarpıp birer birer yere düştüğünün farkındaydı.”
“İfadesiz bir yüzü var.”
En çok etkilendiğim hikâyeler, Palto, Karar ve Hikâye Ziyafeti…
Hatice Tekin ile yeni bir öykü kitabında buluşabilmek ümidi ile…
Selametle, ihsanla kalınız.
Kitap ve Yazar Hakkında Bilgiler
Yayın Tarihi: 2015
Yayınevi: Şule Yayınları
Baskı Sayısı: 1.Baskı
Sayfa Sayısı: 133
Temin Adresi: Şule Yayın Dağıtım Ltd. Şti.
Yazar Hakkında:
1966 Konya doğumlu. Öyküleri Kitap-lık, Heceöykü ve Karabatak dergilerinde yayınlandı. !)(5’ten beri İstanbul’da yaşıyor.