Zor elde edilen şeyler kıymetlidir, onların düşmanları çok olur. Yaşadığımız bu toprakları biz kolay elde etmedik. Dün de herkesin gözü bu topraklardaydı bugün de. Dün de bu topraklar üzerinde yaşayanların başı dertteydi bugün de. Ne zaman ki bu topraklar üzerinde yaşayanlar güçlü oldular, işte o zaman izzetli oldular, huzur buldular. Ne zaman ki zayıf düştüler, o zaman da dert ve sıkıntıdan azade olamadılar. Onun için güçlü olmak, uyanık olmak, düşmana karşı hazırlıklı olmak zorundayız. Güçlü olmak için de birlik ve beraberliğimizi korumak ve elimizdeki imkân ve kaynakları iyi değerlendirmek borcundayız.
Bu topraklar, insanlık tarihinin yazıldığı topraklardır. Yeryüzünün en eski yerleşim merkezleri bu topraklardadır. İnsanlığa gönderilen peygamberlerin, nerede hemen hepsi, Müslümanların yaşadığı bu topraklardaki insanlara gönderilmiştir? Bu topraklar insanlık tarihine tanıklık yapan topraklar, tevhid mücadelesine, hak batıl davasına şahitlik yapan ve bu uğurda milyonlarca şehit kazanan topraklardır. Şairler, boşuna dememiştir:
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... / O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar...
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?/ Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Eş hele bir dağları örten karı: / Ot değil onlar, dedenin saçları! / Dinle: Şehid sesleridir rüzgârı!
Bu vatan toprağın kara bağrında, /Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda, /Kendini tarihe verenlerindir.
Gök kubbenin altında yatar al kan içinde / Ey yolcu, şu topraklar için can veren erler.
Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez / Gufrana bürünmüş, yalnız fatiha bekler.
Tarih boyunca bu topraklarda Mevlid geceleri de hüzünsüz ve şehidsiz kalmamıştır. İşte Âkif’in ta 1914’lerde yazdıkları:
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi...
Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu!
Âlem bugün üç yüz elli milyon
Mazlûma yaman bir âlem oldu!
Çiğnendi harîm-i pâki şer'in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minâre ebkem oldu.
Allah için, ey Nebiyy-i mâsûm,
İslâm'ı bırakma böyle bîkes,
İslâm'ı bırakma böyle mazlûm.
İsterseniz onun Şark isimli şiirini de okuyabilirsiniz:
Musallat, hiç göz açtırmaz da Garb'ın kanlı kabusu.
Asırlar var ki, İslam'ın muattal, beyni, bazusu.
Ne gördün, Şark'ı çok gezdin, diyorlar. Gördüğüm:
Yer yer,
Harab iller; serilmiş hanümanlar; başsız ümmetler;
Yıkılmış köprüler; çökmüş kanallar; yolcusuz yollar;
Buruşmuş çehreler; tersiz alınlar; işlemez kollar;
Bükülmüş beller; incelmiş boyunlar; kaynamaz kanlar;
Düşünmez başlar; aldırmaz yürekler; paslı vicdanlar;
Tegallübler, esaretler; tahakkümler, mezelletler;
Riyalar; türlü iğrenç ibtilalar; türlü illetler;
Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar;
Ekinsiz tarlalar; ot basmış evler; küflü harmanlar;
Cema'atsiz imamlar; kirli yüzler; secdesiz başlar;
Gaza namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar;
Ipıssız aşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;
Emek mahrumu günler; fikr-i ferda bilmez akşamlar!
Geçerken, ağladım geçtim; dururken, ağladım durdum;
Duyan yok, ses veren yok, bin perişan yurda başvurdum.
Mezarlar, ahiretler, yükselen karşında duradur;
Ne topraktan güler bir yüz, ne göklerden güler bir nur!
Derinlerden gelir feryadı yüz binlerce alamın;
Ufuklar bir kızıl çember, bükük boynunda İslam'ın!