ŞEHR-İ SİVAS’I ANLAYARAK OKUYUP YORUMLAYA BİLMEK
Bizim dinimiz şehirli dinidir. Yani bir araya gelmiş, cemaat olmuş insanlarla yaşanan sosyal bir dindir. İnsanlığa rehberlik eden Peygamberler, şehirlilerden seçilmiş ve şehirlere peygamber olarak görevlendirilmişlerdir. Çünkü medeniyeti kurmak, yaşama ve yaşatmak şehirle mümkündür. Bu gerçek, köyde yaşamayı yok saymaz ve köylüleri tahkir etmez. Zira şehirde köylü gibi yaşamak da söz konusudur, köyde şehirli gibi yaşam da. Önemli olan medenî olmak, medeniyeti yaşamaktır.
İslam şehirleri, mabed merkezli olarak kurulmuştur. Merkezde en kadîm yapı mabeddir. Sonra mabedin etrafında hamamlar, medreseler, bedestenler ve evler kümelenir. İslam şehirlerinde bütün yollar mabede çıkar ve mabedle irtibatlıdır.
Tarihî şehirler, ansiklopedi gibidirler. Her seviye ve farklı eğilimlerdeki insanlara çok çeşitli ve farklı kültürler sunan eserlerdir. Her insan, aradığı her şeyi onlarda bulabilirler. Bu yüzden kadîm şehirler, hem eskidirler, hem de eskimeyen ansiklopedi gibidirler. Her zaman, her konuda, herkese bilgi sunmaya devam ederler. Önemli olan onları okumasını bilmektir. Çoğu zaman insanın ömrü, bir ansiklopediyi baştan sona okumaya yetmez. Bu yüzden seçici davranmalı, en önemliden başlamalıdır. Kadîm şehirler de böyledirler. Okuyucu, şehri nereden okuyacağına önce karar vermelidir. Kendi ilgi alanına göre bir liste yapmalı ve sonra okumaya başlamalıdır.
Şehri okumak, onu tanımak, onu sindirmek, onu yaşamak ve onu yaşatmaktır. Onu önce anlayarak okumalıyız. Onun köklerine inerek tanımalıyız. Ondan elde ettiğimiz bilgileri özümsemeliyiz, o bilgilerden çıkaracağımız derslerden ibret almalıyız.
Özümseyerek şehri okumalı ve yaşmalıyız. Zira insana kimlik kazandıran şehirdir, şehre kimlik kazandıran da insandır. Bu yüzden yaşadığımız şehirden bir şeyler hatta çok şeyler kazanmalı ve şehrimize bir şeyler kazandırmalıyız.
Söz buraya gelmişken, bir kadirşinaslık olmak üzere, on üç yıl kadar içerisinde yaşadığım Şehr-i Sivas hakkındaki tespitlerimi kısaca sizlere aktarmak istiyorum:
Sivas, kadîm bir kültür ve tarih şehridir. Ansiklopedik bir şehirdir. Dolayısıyla onu özetlemek mümkün değildir. Ama ben sorunuz üzerine bir iki şey söyleyebilirim. Nitekim ben Sivas’a yeni gelen misafirlerime Sivas’tan bahsederken de benzer şeyler söylüyorum. Şöyle diyorum:
Sivas’ın üç ana yolu vardır. Kayseri yolu, Ankara yolu ve Erzincan yolu. Üç ana yolu üzerinde üç çermiği vardır. Kayseri yolu istikametinde Balıklı Çermik ki bir dünya harikası, Yüce Yaratıcının erişilmez kudretinin bir göstergesidir. Mutlaka gidilip görülmeli, gidilemiyorsa hakkında bilgi sahibi olunmalıdır. Ankara yolu üzerinde sıcak çermik ve Erzincan yolu istikametinde bulunan soğuk çermik. Her üçü de ayrı özellik ve güzellikte. Sanki Sivas’a gerenleri arındırmak için üç önemli noktaya konulmuş üç güzel su.
Ben Sivas’a gelen misafirlerime Sivas’ı şöyle özetliyorum. Üniversite kampusunu gezdirip burası Üniversite kampuslarının en güzellerinden biri yeni kampus. Daha sonra şehir merkezine iniyoruz ve Şifâiyye, Burûciyye, Çifte Minare ve Gök Medrese’lerin bulunduğu bölgeyi, işte burası da Sivas’ın kadîm yerleşkesi. Sekiz asırdan beri Sivas’ı ve çevresini, farklı alanlarda çok yönlü olarak irşad eden üniversitelerimiz. İşte burası Kale Camii, şu köşedeki taş Sadaka Taşı, şu öteki Yitik/Buluntu Taşı. Şu minare Ulu Camiin minaresi, yanındaki cami ise, Selçuklulardan beri ibadet edilen ve şehir insanının manevi şarj kaynağı olan Ulu Camii.
İç Kaleden bu dünyanın içerisinden bakarcasına ve Abdülvahab Gazi Türbesinin bulunduğu Tekke’den ise, öteki âlemden bakarcasına Sivas’ı izletiyorum. Susamışlar Konağı yahut Abdi Ağa Konağı yahut da Osman Ağa Konağını gezerken, yenilerin para kazanma adına ev yaptırmalarına karşın; eskilerin huzurla oturma adına ev yaptıklarını ve kültürümüzde zorunlu olmadıkça ev satmanın şık karşılanmadığını, ocağı tüttürmenin bir evlatlık borcu olduğunun hatırlatıyorum.
Sivas’a gelip sabah namazından sonra işkembe çorbasını içmeden, kellesini yemeden, köftesini tatmadan, katmer ve çöreğini yemeden, üzerine Çerkez’in kahvesini içmeden gidilirse gezinin ve şehri okumanın eksik kalacağını söylüyorum.
Konyamız ile Sivas arasında bir mukayese yapacak olursak iki şehir arasında ortak pek çok nokta var. Şöyle ki, iki şehir de Selçuklu şehri olup bir tarih ve kültür şehri olarak Selçuklu’nun izlerini taşımaktadır. Bu izlere, hem tarihî eserlerde, hem de kültürel alanlarda rastlamak mümkündür. Her iki şehrin de kendine özgü tabii güzellikleri vardır. Kültür dünyamızda meşhur üç Şems/güneş den ikisi bu iki şehirde medfundur. Şems-i Tebrîzî Konya’da, Şems-i Sivâsî Sivas’da. Konya Tanpınar’ın Beş Şehir’inden biridir; Sivas, Alkan’ın Altıncı Şehri’dir. Konya Mevlânâ şehridir, Hz. Mevlânâ, Konya’ya giderken Sivas’a da uğramıştır. Sivas’da da Mevleviliğin izleri vardır.
Her iki şehir de yüz ölçümü itibarı ile Türkiye’mizin iki büyük şehridir. Konya, sürekli göç alan bir şehirdir, Sivas ise göç veren bir şehir. Bunda şu tespitin haklılık payı ortaya çıkmaktadır: Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren devlet desteği alan şehirler, bugün geri kalmış durumdadır. Bu şehirlerdeki her şeyi devletten bekleme ataletine karşın; öteki şehirlerde yaşayan insanlar, kendi ayakları üstünde durmayı becerdiklerinden ileriye dönük ataklar yapabilmişlerdir. Bir de şunu söylemem lazım, her şeyin paraya tahvil edildiği büyük şehirlere rağmen, taşradaki şehirlerde (yazarlık, program, özel dersler vb) çoğu şey, meccanen, insanlık adına ve Allah rızasını kazanmak için yapılıyor. Bu da ayrı bir güzelliktir.
Prof. Dr. Ali AKPINAR