Son devir Konyalı Allah dostlarından Hacıveyiszade camiye giderken pazar yerinden geçer. Ağzına kadar dolu pekmez küpünün başında duran küçücük hüzünlü bir sima dikkatini çeker. Bu yakın köylerden birinden kendi ürünlerini satmaya gelen öksüz bir çocuktur. Sabah birlikte geldiği köylüler tüm çömlekleri bitirdiği halde çocukcağız bir tas pekmez bile satamamış, annesine istediklerini alamadan döneceği için üzgündür. Neden kimsenin kendisi ile alışveriş yapmadığını anlayamadığından düşünceli gözlerle etrafa bakıyor.
Oysa ne emeklerle toplanan üzümlerden annesinin kaynatıp özenle hazırladığı pekmezi uzun bir yoldan sonra Konya merkezindeki pazara getirmeyi başarmıştır. Şehir girişinde yol arkadaşları evden yarıya kadar pekmez doldurdukları küpleri çeşmelerden su doldurarak tamamlamış. Bineklerin üzerindeki heybeye geri yerleştirilen kaplar çalkalandıkça su anlaşılmayacak şekilde pekmeze karışmıştır.
Annesinin öğüdünü tutup bu yola hiç başvurmayan yavrucak şimdi bir su katılmış malzemenin nasıl hızla alıcı bulduğuna hayret etmekte diğer yandan kendi malının kusurunu anlamaya çalışmaktadır. Vakit öğleyi geçmiş ve köylüler gitmek için hazırlanmaya başlamış. Çocuk onlarla eve dönmek zorunda olduğu için telaşta…
Bunu fark eden Veyiszade yaklaşıp başını okşar ve “Evladım bana bir bardak su verir misin?” der. Çocuk koşup bir bardak su getirir. Ama yaşlı adam sandığı gibi suyu içmez küpe döküp karıştırır. Küçük satıcı telaşla “Amca ne yaptınız?” diye sorar. Cevap manidardır “Korkma evladım, başka çare yoktu. Çünkü senin pekmezin katkısız ve bu pazarda senin pekmezini alacak kadar katkısız ve temiz para yok!”
Hikâyeyi duyanlar önce mutlaka ceplerindeki paraya bir de bu nazarla bakmayı denemişlerdir. Gerçekten de özellikle günümüzde “azgın tüketim” koşullarının hâkim olduğu devasa dünya pazarında hangimiz kazancının olumsuz hiçbir şeye bulaşmadığını söyleyebilir? Peki ya gönlümüz? Cüzdandan daha önemli olan vicdanımız?
“Gönüller ancak gönül vererek alınır” düsturu gereğince dönüp bir de “sinelerde saklı olana” bakmamız gerekmiyor mu? Helal kazanç ve temiz gönül… Birbirinden ayrı değerlendirilebilir mi? “Helal lokma yemeyen aşkın kokusunu duyamaz!” diyen Mevlâna’ya ve aşka bir de bu gözle bakmanın zamanı gelmedi mi? Müstesna Ramazan gecelerinde Mevlâna meydanını namaz kılmak için dolduran müminler ne güzel… Ama onun “A, canım sen altın madenisin ama yere düşmüş (bu dünyaya gelmiş) ve ister istemez toza toprağa bulanmışsın,” uyarısı ile kendimizi tartmamız gerekmez mi? Oğlu Sultan Veled’in “Biz imana, aşk diyoruz,” tanımından yola çıkarak haram lokma ve sahih iman ilişkisini özgürce tartışmanın tam vakti değil mi?
Mevlana der ki: Şehirlerin de bir ruhu vardır, anlayabilene… Bu şehrin ruhu da Ramazan’da daha ziyade ortaya çıkıyor. Mevlana Türbesinden Aziziye Camiine doğru yürürken pekmez satan çocuğu ve Hacıveyiszade hazretlerinin sözlerini tekrar hatırladım. Ve bu şehre kandil olup ışıtan bir hale gibi hala yolumuzu aydınlatmaya devam eden güçlü ruhları… Bu şehrin ruhunu oluşturan kardeşlik yardımlaşma ve huzurun kokusu ramazan akşamlarında çok daha yoğun kaplıyor iklimi… Düşünce kapıları açıyor içimizin girift dehlizlerinde…
Hani, Şems-i Tebrizi’nin insanı sarsan silkeleyen etkisini Mevlana’ya sorduklarında gelen cevap vardır ya ne kadar ilginç: Şems’ten önce açlık nedir bilmezdim ama Şems’ten sonra tüm insanlar doyuncaya kadar aç olacağımı anladım. Ve ondan önce yoksunluk nedir hiç bilmezdim oysa ondan sonra tüm insanların hatta mahlûkatın her türlü ihtiyacı giderilmeden yoksunluk çekeceğimi mutlu olamayacağımı hissettim…
Belki de tüm insanlığın temel mutsuzluk nedeni ve bu duyguyu oruçlu iken çok daha fazla hissedebiliyoruz. Evet, bir insan için bu hedefi yakalamak imkânsız ama bu yolda çaba değil midir en kutsal olan… Yoksa insan tek başına dünyayı yese de mutlu olamıyor dünyaya sahip olsa da…
Yaş günümün yaklaştığı şu günlerde her zamandan daha ziyade düşünüyorum. Dünyaya niye geldim, neler yaptım, neler yapamadım, neyi değiştirdim ve nasıl gideceğim? Ve fark ettim ki:
Dünyadaki hiçbir şeyi değiştiremeyebilirim. Hiçbir yanlışı düzeltemeye bilirim. Ama onlara karşı kendi duruşumu değiştirir, kendi tavrımı düzeltebilirim… Böyle yaparsam geldiğim gibi gitmemiş olurum.
Güzel bir ramazan akşamında bana bu doğuşu hediye eden Konya’nın Ruhuna ve onu aydınlatan kandillere selam olsun…
Hayırlı Ramazanlar Diliyorum.