Can Dündar/ Milliyet
Selamet... Fazilet... Saadet... Cennet?
Gazeteciliğim onunla geçti. Ama birebir konuşma imkânını ancak 2,5 ay önce bulabildim.
Babam ölmüştü.
Telefonda, “Başınız sağolsun muhterem kardeşim” diye lafa girdi.
Zihnimde, 30 yıllık bir ince sesti.
İlk ve son konuşmamız o oldu.
* * *
70’lerin sonlarında mizah yüklü basın toplantılarını ve neşeli bütçe konuşmalarını izlemeye giderdim.
Sonra onu 12 Eylül’de Mamak’ta izledim.
Meclis’teki kadayıflı keyfinden eser kalmamıştı.
Duruşma salonuna siyah bond çantasıyla gelmişti.
Yan yana sıralandılar:
Recai Kutan, Şevket Kazan, Oğuzhan Asiltürk... vd.
Salon doluydu. Dışarıdan, talim yapan askerlerin sesi geliyordu. Hepimiz Hoca ne diyecek diye bekliyorduk.
Mikrofona geldiğinde, herkese olduğu kadar saygılıydı mahkeme heyetine de... Vaaz verir gibi uzun cümlelerle savunmuştu kendini...
* * *
Her muhtırada ya sürüldü ya hapsedildi ya yargılandı Erbakan...
Hep şeriatçılıkla, cihatla suçlandı; hep reddetti.
Cemal Süreya onun bu temkinliliğini “Kaleci Cihat’ı bile görmezlikten gelir” diye özetlemiştir.
Her darbede alttan aldı; her darbe sonunda üste çıktı.
Türk demokrasisi, sistemin onu içine çekmekle, dışına itmek arasındaki gidip gelmelerinden ibarettir dense yeridir.
Bir MSP’linin tabiriyle; “lastik gibiydi Hoca”; her darbede ezildi sanılıyor, bırakıldığında eski haline gelip yeniden büyümeye başlıyordu.
28 Şubat’ta Anıtkabir’deki defteri imzalarken döktüğü terler, bana 12 Eylül duruşmalarındaki hallerini hatırlatmıştı.
Zaten bende, hayatı boyunca sevmediği kıyafetler içinde, inanmadığı metinleri imzalamış, lafını seçmeden konuşabileceği günler için bunlara katlanmış bir lider izlenimi bırakırdı.
* * *
Siyasal kilitlenmelerin anahtarını belinde taşımaktan hem nemalandı, hem de bu, ona pahalıya patladı.
Yıllarca dışlanmış mütedeyyin orta sınıfın dini hissiyatı ile milli hassasiyetini iktidara taşıdı.
Bundan dolayı kimi ona şükran, kimi öfke duyuyor:
Siyasal İslam’ı legalize etti diye müteşekkir olan da var; “Cumhuriyet’in altını oydu” diye kızan da...
Kimin haklı olduğuna tarih karar verecek.
Ben, şimdilik beni etkileyen özelliklerini yazayım:
41’inde evlendi; 42’sinde baba oldu, 70’inde Başbakan koltuğuna oturdu. Hep geç kaldığı ve dışlandığı halde, her devrilişinde inatla yerden kalkıp en baştan başlamayı bildi.
Sapması olmayan, kesintili bir yol çizgisi gibiydi hayatı:
Selamet... Fazilet... Saadet... Cennet?
Sollayanlar önüne geçip iktidar oldular; istifini bozmadı.
Hastanedeki son görüntüsü, siyasetin siyasetçiyi hayata bağlayan bir yaşam ünitesi olduğunu kanıtlıyordu sanki... Konuşmaya mecali yoktu, ama iktidara yürüdüklerini söylüyordu. Siyaset, evvela hayal etmek ve hayaline bizzat iman etmekti.
Asıl etkilendiğim, öldüğünde başucunda olan kadroydu. Yan yana sıralanmışlardı:
“Recai Kutan, Şevket Kazan, Oğuzhan Asiltürk... vd.”
Bir mücadeleyi 50 sene aynı kadroyla omuz omuza sürdürebilmek, pek az lidere kısmet oldu.
Hele “Bizden kopan iktidar oluyor” görüntüsünün olduğu yerde...
Hoca’yı bu özellikleriyle ve galiba en çok da nüktedanlığı ve mizaha tahammülüyle özleyeceğiz.
Allah rahmet eylesin!