“Selçukya” Bozkırları; Türk Şiirinin Kaynağı

Seyit Küçükbezirci

Bozkırlar, stepler… İnsanın kendisini Allah’a daha yakın hissettiği kurak ve çorak topraklar. Felsefecilerin, tarihçilerin, “zahid”lerin gizemini çözmeye çalıştığı topraklar. “Sır” hâlâ sırlığını korumakta; elle tutulmasa da, gözle görülmese de yaşayan hissetmekte...

            Kapadokya’nın, Klikya’nın, Bitinya’nın, “SELÇUKYA” olmasında “derin söz”ün şiirin payı öylesine büyük ki.

“KONYA” ŞİİRİN YAZIYA DÖKÜLDÜĞÜ YER

Kınık’lar, Kayı’lar, Çiğil’ler, Yazır’lar, Beydili’ler, Avşar’lar olarak kısacası tekmil adımız “Oğuz” olarak akılmış, bu topraklara. “Uzak Asya”dan batıya doğru akan “Türkmen Seli” devletini Konya’da kurar.

            Karamanoğlu Mehmet Bey’in “Türkçe’nin Başkenti” yaptığı Konya; Karamanoğulları’ndan çok önceleri “TÜRK ŞİRİNİN BAŞKENTİ” DE OLMUŞTU.

            Selçukya’da omurga Oğuz’dur; “Müslüman Şark”ın bütün mezhebi, meşrebi, Konya iklimine özgür nefesler alabilmek için akmaktadır.

            Kınık’lar, Kayılar, Çiğil’ler, Yazır’lar, Bayat’lar elbette yanlarında kopuzlarını, ozanlarını da getirdiler. Binbir gizemi taşıyan “Ozan”lar duyguyu, düşünceyi, her olayı “şiir” olarak söylediler.

            13. yüzyıl Konya’sında, artık büyük çapta “yerleşik düzen” başlamıştır. Duygu, düşünce “yazı”ya da dökülmektedir.

TÜRK ŞİİRİNİN ZİRVELERİ KONYA’DAN YÜKSELİR

            “Ahiyan-ı Rum”, “Gaziyan-ı Rum”, “Bacıyan-ı Rum”, “Abdalan-ı Rum” Selçukya’nın başkenti Konya’da sere serpe gelişir. Düşüncesini yaymaya çalışır, “tebliğ”lerini yapar, şiirini söyler ve yazmaya başlar.

            13. yüzyıl Anadolu’sunda, nefesleri 21. yüzyıla kadar gelen beş şair var. Bu beş şairin beşi de “Konya iklimi”nden.             Bilir misiniz, bilmem?

            HOCA AHMET FAKİH Konyalı’dır, Konya’da yaşadı. “Anadolu Türk edebiyatı”nda ‘ilk’ şair kabul edilir. “Sultan Hoca” da denir; “Mevlana Muhammed de denir. “Çarhname”si ile “ilk Türkçeci” kabul edilir.

            ŞEYYAD HAMZA Akşehir’dendir. “Şeyyad”dır yani, sıvacıdır.         YUNUS EMRE Karamanlı’dır. Kendisine, başka illerden kim sahip çıkarsa çıksın; O, bir Konyalı’dır. Yazının sonunda, gördüğünüzü, dinlediğiniz zannetmediğim muhteşem şiirini size “armağan” vereceğim.

            MEVLANA CELALEDDİN Konyalı’dır. İranlılar yırtınsa da, “Farsça söyledi” diye gölgelenmek istense de, O da bir Konyalı’dır. “İlk mektep” çocuğu bile değilken Selçukya’da büyümüş; duyguları, düşünceleri bu “Mukaddes Topraklar”da oluşmuştur.

            SULTAN VELED, “Öz Konyalı”dır. Maddi Sultan Veled de, manevi Sultan Veled de Konya’nın ürünüdür. “Divan tarzı” şiirleri Anadolu’da “ilk” yazan şairdir.

BU TOPRAKLAR ŞİİRİ HİÇ ÖTELEMEDİ

“Divan Şiiri”, “Halk Şiiri”, “Tekke Şiiri”, “Yeni Türk Şiiri” Selçuklular’da, yerine gelen Osmanlılar’da; Osmanlı’nın yerinde doğan Türkiye Cumhuriyeti’nde kucak kucağadır. Birinin anlatamadığını öteki anlatmış; birbirini bir “nehir süreç”te eksiğini tamamlamıştır.

“YAKIN ZAMAN” KONYA’SINDA ŞİİR İKLİMİ

            Çok gerilerden başladık; aşağı yukarı “bin yıl” gerilerden. Safha safha “Cumhuriyet”e gelmemiz gerekirse onlarca sayfada işi ancak özetleyebiliriz. Şimdi yüzyılların üstünden sekelim, 1950’li yılların Konya’sında şiirin kara sularına girelim.

1950’lerde, yani benim kuşağımın şiire gözlerini açtığı zamanlarda Konya’da “tadından yenmez” bir edebiyat, bir şiir iklimi var.” Halkevi Konya Dergisi’nin şairleri birkaç kuşak geride kalmış. Şiirde “yeni nefes”ler gazetelerin “Sanat Sayfaları”nı doldurmakta.

            1950’li yılların gençleri “ekmeksiz olmaz”, ama “şiirsiz de olmaz” demekte.

            Ali Rıdvan Bülbül’ün yönettiği “Öz Demokrat Konya” gazetesi bir “şiir tekkesi” Öz Demokrat’ın her hafta yayınladığı “Sanat Sayfası”nda yer aldınız mı, tamam. Konya ikindilerinde, Alaaddin Caddesi’nde kollarını gere gere “şairim” diye gezebilirdiniz

            O zamanın Konya gazetelerinde, özellikle de Öz Demokrat ve Yeni Konya gazetelerinde, Konya’daki tekmil liselerin “Edebiyat Kolları” sürekli özel sanat sayfaları düzenliyordu. Benim yönettiğim “Ticaret Lisesi”nden Umutlar”; Kâmil Uğurlu ve arkadaşlarının düzenlediği “Demet”; Kız Öğretmen Okulu’nun ve İmam Hatip Lisesi’nin onlarca “sanat sayfası” bir “lisans” konusu olmayı bekler.

            1950’li yılların sonuna doğru “Çağrı” doğar; ünlü “Selçukya Ozanı” Feyzi Halıcı’nın ellerinde. “Çağrı’nın isim babası “Türkçe’nin dev şairi” Fazıl Hüsnü Dağlarca. Anne tarafından Konyalı, Konyalı genler taşır.

            Hele “Sanat Geceleri”, “Şiir Geceleri”, “Şiir Matineleri”… Böyle günlerde Konya’da şiir solunur. O zamanın ünlü şairleri Ankara’dan, İstanbul’dan Konya’ya akar, şiirden bir hoş sada bırakmaya çalışır.

            1960’da Çağrı Dergisi bir şiir yarışması açar. Yarışmaya bine yakın şiir gelir. Elemeyi geçen şiirler 1960’da “Okullar Şiir Antolojisi” olarak şair, edebiyat öğretmeni Kemal Or tarafından yayınlanır.

            Yine Çağrı Dergisi, bütün yurdu kapsayan bir şiir kampanyası açar. Gelen şiirler tam bir at arabasını doldurur. Fuat Önder’le Mehmet Ceylan eler şiirleri. İki yüzden fazla beğenilen şiir “Çağrı”da Yeniler” olarak 1962’de kitaplaşır.

            Biliyor musunuz? Çağrı, Varlık’la beraber yaşayan en uzun ömürlü dergi. Türkiye’de iki büyük sanat külliyatından biri “Konya”dan…

            Çağrı, 50 yılı çoktan geride bıraktı; 600 sayıyı geçti, ama Konya’da izleyiciler artık kalmadı. Bu tavır gerçekten Konya’ya yakışmıyor.

“ŞİİR”E NE OLDU BÖYLE?...

            Konya’da şiirin yeşerdiği ortamlardan birisi elli yaşını geçen Çağrı’ysa birisi de Zeki Oğuz’un “Çalı”sı. Çalı Dergisi’nin maddiyat yüzünden soluğu kesildi. 100. sayısı ile bir “ara” verdi, soluklanmak, yeniden toparlanmak için.

            Akıl almaz küçük imkanlarla Konya sanat tarihinde ikinci uzun ömürlü dergi olma sıfatını kazanan Çalı’yı Zeki Oğuz, yeniden gün ışığına çıkarma hazırlıkları yapıyor. Sanat dergileri olmayan bir Konya düşünmek, gerçekten, hem akla hem gönle ziyan.

            Peki, şiire ne oldu böyle? Şiir öldü mü?

            “Sevda” ölürse eğer, “aşk ölürse eğer. Şiir de ölür.

            Bazen, zaman zaman şiirin ayıpsandığı, küçümsendiği dönemler olur. Şiirsiz de yaşanacağı “vehmedilir”. Her şey “ilahiler”den ibaretmiş gibi bir baskın hava estirilir. Oysa “ilahiler” şiirin sadece bir kolu.

            Şiir, “arsız tüketim” yollarının çıkmaz sokak olduğu anlaşılınca yeniden dönecektir.

            Maddi manevi güzellikler ancak şiirle paylaşılabilir. Aradıklarımızı “arsız tüketim”de bulamadığımız zaman şiire sarılacağız…

            Az kalsın unutuyordum. Size Yunus’un çok bilinen, yüzyılların derinliklerinde kalan muhteşem bir şiirini “ermağan” edeceğimi söylemiştim.

            Buyurun öyleyse…

            “Divaneler” Divaneler

            Durun, durun; aşka sala

            Aşk esiri mestaneler

            Varın, varın; aşka sala

            Akil ne bilir aşkı

            Mağrur olmuştur aklına

            Aşkı bugün Yunus’a

            Sorun, sorun; aşka sala

            Rah-ı muhabbete girip

            Davayı aşk eden kişi

            Tan’eylemez aşıklara

            Girin, girin, aşka sala”

 

 

SİZDEN BANA KALAN

Ufka kafa tutmak gibi

Garip bir yolculuktur; sizden bana kalan

Kanatsız uçmak cesaret ister

17 yaşında 71. Yaşını gözetlemek

Aynada gördüğüm genç gözlerin, yaşlanışını izlemek

Düşen her yağmur tanesini hissetmek

Cesaret ister

İstemek, istemek his ister de

Gönül yâr ister

 

BİR AKŞAMÜSTÜ DAHA

Bir akşamüstü kesilir sesim soluğum

Yabancılaşır dünya gözlerime

Sözlerin bitip sukuta erdiği vakittir akşamüstü

En sessiz kabalalık kalır yalnızlığa

Ve bir akşamüstü daha

 

ZAMAN

İbretten ibaret geriye kalan

Haykırışlar, inanışlar…

Yalana kök salmış aşklar

Geçen tek şey zaman değil

                                        Sinem Gül 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.