Geçtiğimiz pazartesi akşamı Seyit Küçükbezirci, yeni hizmete giren Kılıçaslan Konferans Salonu'nda Son yüzyılın Konya aydınları başlığı altında nefis bir sohbet yaptı. Konya'ya hizmet etmiş insanları anlatırken, Eski Konya'nın sokaklarında gezdirdi. Niyet çeken tavşanları, güvercinleri, Fenni Fırın'ı, helvacıları, buz üstünde gazoz satanları, Sıçanlı'nın Ahmet ağayı, Sabile'yi, kasnak atan kızları ve bu şehre mal olmuş nice eski mekanları ve insanları anlattı. Eski gazetecileri, yazarları, kültür adamlarını anlatırken ne kadar çok bu şehrin kadim değerlerine ait arşive sahip olan kültür adamının olduğunu öğrendik.
Yaşlısı genciyle bütün Konyalıların gelip dinlemelerini isterdim doğrusu. Yine de yeni salonda hatırı sayılır bir kalabalığın olduğunu söyleyebilirim. Tabi o günleri yaşamış ve değerini bilen bir insan olarak dertliydi üstat. Konya'nın rengini ve kokusunu kaybettiğini, kendine özgü kültürel yapısını yitirdiğini söylerken çok üzüntü duyuyordu. Konya'nın eskiden dingin ve huzurlu bir şehir olduğunu söyledi. Konya'ya ilk etliekmekçiliği getiren Halepliyi anarken, ellerinde tepsilerle çarşı böreği yaptırmaya velespitlerle ve yayan koşturan insanları anlatırken, Derviş ağa'nın halkacı dükkanını hatırlatırken, dondurmacı Faik'in seyyar dondurma arabasından söz ederken mütebessimdi. Sokaklarında sular seğirten şehirdi eskiden burası derken, gözlerinde sanki o sokaklarda akışan çayları görebiliyorduk.
Modern hayat meğer ne çok şey çalmış bizden. Şu masum masum duran apartmanlar, ne büyük değerlerimizin üstünde oturuyormuş meğer. Çocukluğumdan benim de hatırladığım o hayatın güzelliklerini içimde hissederken, bugünün çocuklarından, gençlerinden özür dilemek geçti içimden, zira bu değerleri onlara aktaramamak, onları bu gerçeklikle tanıştıramamak büyük bir günah gibi içime oturdu. Bilgisayar oyunlarıyla kandırılan nesil, sokaktaki oyunlardan, arkadaş kıymetinden, muhabbet lezzetinden uzak yaşıyor şimdilerde. Oysa bizim can dostlarımız, kan kardeşlerimiz, öğürlerimiz, abilerimiz vardı. Tekerlemelerimiz, bilmecelerimiz, masallarımız, atasözlerimiz, takvim yaprakları gibi dedelerimiz, bilge yürekli ninelerimiz vardı. Çünkü derin bir kültürden, kadim bir örften ve kaynağı din olan bir ahlaktan beslenirlerdi.
Üstat: "Şehirlerin hafızası, kendine özgü kokusu, rengi olur" diyordu. Oysa şimdi şehirler hep birbirine benzer hale sokulmaya çalışılıyor. Neredeyse bütün şehirlerin merkezlerinde, kenar mahallelerinde ve yerleşim yerlerinde betonlaşma hareketi başlatılmış durumda. Toprakla bağımız koparılarak gözümüzden gökyüzümüzü de alıyorlar. Şairlerimiz göğe bakma duraklarından söz ederken, artık şehrin köhne arka sokaklarını anlatmak zorunda bırakılıyorlar. Yazarlarımız tasvir yapacak tabiat bulamayınca, olay anlatmanın peşine düşürülüyorlar. Artık Konya'yı iğde çiçeği kokusu anlatmaya yetmiyor. Artık her semt beton renginde. Bu betonlar şehre yakın köyleri mahalle yapıp, Meram Bağları'na yürümekteler. Çeşmeler aralarda kalırken, camileri, minareleri görmekte zorlanıyoruz. Halbuki her semt bir mekanla, bir ağaçla, bir çiçekle anılması gerekirken, bütün şehri apartmanlarla ifade ediyoruz.
Çocuklarımız ağaçları, yaprakları tanımıyor, meyveleri marketlerin ürettiğini söylerlerse şaşırmayalım. Sokaklar, parklar, bahçeler süs ağaçlarıyla dolu. Birkaç iğde ağacıyla, birkaç dut var hepsi o kadar. Sincapları göremiyoruz, kuşların çeşidini sayamıyoruz, bitkilerin florasını, hayvanların faunasını bilemiyoruz. Tamam şehir dediğimiz köy değil ama nihayetinde hayatın içinde bir yer, bu kadar soyutlanmasına gerek olmamalı. Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği kerpiç evin avlusunda bir kümes ve bir ahır vardı. Tavuklarımız olurdu, bahar gelirken babam birkaç koyun kuzu alırdı, evin çocukları ben ve kardeşlerim hayvanları tanır, onlarla bağ kurardık. İnsanları tanıdığımız gibi hayvanları da tanır, onları sever, onlara değer verirdik. O avluda annemin ektiği kadife çiçekleri, güller ve tenekelerde yetiştirdiği türlü çeşitli çiçekler hala gözümün önünde...
Evet sevgili Seyit Küçükbezirci'nin anlattıklarından sonra ben de maziye dalıverdim. Konuşmasının bir yerinde Üstat: "Bu anlattıklarımı duyunca, nostalji yapıyor diyecekler, ama nostalji yapmak güzeldir" dedi. Gerçekten de nostalji yapmak güzeldir. Nasıl insan tarihini, kültürünü öğrenmeli, bilmeli ve hatırlamalı ise ömrünün her evresinin de kıymetini bilmeli, zaman zaman hatıralarına dönmeli günahlarıyla sevaplarıyla geçmişinden kopmamalı ve bugününü, yarınını bu tecrübeleriyle daha sağlıklı yaşamalıdır.
Nasıl bir insanın hafızası varsa, şehirlerinde hafızası vardır. Onun için güzel Konya'mızın hafızasına sahip çıkalım. Bu şehre hizmet etmiş insanları hayırla yad edelim. Unutmayalım ki, düne inkarla bakanlar yarınlara kendilerini inandıramazlar.
Sevgiyle kalın