İman Allah(c.c) tarafından Cebrail(a.s.m) vasıtasıyla Hz.Muhammed (s.a.v) ‘e indirilen hakikatlerin, emir ve yasakların tamamına kalp ile inanmak dil ile tasdik etmektir ve biliyoruz ki kişi ailesinden, eşinden, dostundan, çevresinden gördüğü kadarıyla inanıyor ve bununla yetiniyorsa onun imanı taklidi iman, bununla yetinmeyip imanını araştırmalara, delillere, bilgiye hasıl-ı vel kelam sahih kaynaklara dayandırıyorsa onun imanı tahkiki imandır.
Günümüzde kişilerin taklidi imandan tahkiki iman seviyesine yükselebilmesi için dinine ait bilgileri okuyup araştırabileceği nice nice kaynaklar, sosyal medyada cihad vazifesini ifa eden mücahid ve mücahideler, güvenilir sohbet ortamları, Kur’an Kursları, camiler, kişiyi doğru bilgiye ulaştıracak zaman dilimleri ve mekanlar ziyadesiyle mevcuttur. Buna rağmen kişi zamanını malayağneyh ile geçirme noktasında ısrarcı olur, kendisi için verimli zaman dilimleri ve mekanlar oluşturmazsa, karanlıklar içerisinde bocalamak onun için kaçınılmaz bir son olur. Zira yüce rabbimiz (c.c) İsra suresi 13. Ayette “ Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.” buyurmaktadır.
Bundan on beş asır öncesi ne telefon ne telgraf, ne posta ne sosyal medya, ne uçak ne araba, hiç birinin mevcut olmadığı, cehaletin zirvede olduğu, insanların hakikatlere esadırul evvelin: eskilerin masalları yakıştırmasını yaptığı, peygamber efendimizi (s.a.v) rabbimizin belirttiği üzere kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanımalarına; onun ne kadar dürüst, güvenilir ve adil olduğunu bilmelerine rağmen sırf putlardan elde ettikleri gelir ve ticaretleri sekteye uğramasın diye ona inanmayan, inanmamakla da kalmayıp etrafa onu sihirbaz diye tanıtanların olduğu zifiri karanlık bir dönemde, babasının kendisini bir kız gibi yetiştirip evinden çok nadir çıkabilen bir zatın islam ile müşerref olup ashab-ı kiramın arasına katılma sürecini inceliyor ve tahkiki imanın göz kamaştıran zirvesine şahit oluyoruz.
Bahsettiğimiz o üstün şahsiyet İranlı sahabi Selman-ı Farisi. Hani peygamber efendimizin “O, ehl-i beyttendir.” dediği zat-ı muhterem.
Babası tarafından bir gün köylerinde bulunan çiftlikleriyle ilgilenmesi üzere şehir dışına gönderiliyor. O sırada bir kiliseye rastlayan Selman-ı Farisi Hristiyanların dua ve ibadetlerini işitiyor ve bu dinin kendi dinleri olan mecusilikten (ateşe tapma) daha iyi bir din olduğunu düşünüp araştırmaya başlıyor. Bu dinin en yoğun yaşandığı yerin Suriye olduğu bilgisine ulaşıyor. Suriye’ye gitmekte olan bir kafileye katılıyor. Uzun süre yolculuk yapıyor. Sonunda Suriye’de yaşayan Hristiyan bir din adamının yanına yerleşiyor. Hakikati bulmak adına sıcacık yuvasını, ailesinin şefkat ve merhametli kollarını, huzur dolu günlerini terk edip meşakkatli bir sürece kendi isteği ile dahil oluyor.
Yunus Emre’nin dediği gibi “ Bu yol uzundur, menzili çoktur, geçidi yoktur, derin sular vardır.” Hissiyatında, asıl rahatın Hakk için yorulmakta olduğunun bilincinde, bedenini, zihnini ve kalbini Allah için yıpratmanın ne kadar elzem olduğunu asırlar öncesinden fark etmiş fedakar sahabi…
Yanına yerleştiği papazın ölümü yaklaştığında kime gitmesi gerektiğini soruyor. Papaz ona Musul’da bulunan bir din adamını tarif ediyor. Selman-ı Farisi yollara düşüyor. Musul’a ulaşıp tarif edilen kişinin yanına gelip, ona ve dinine hizmet etmeye başlıyor. Bir süre sonra o papaz da ölüm döşeğine düşüyor. Selman-ı Farisi’ye Ammuriye bölgesindeki bir din adamını tarif ediyor. Selman-ı Farisi’ye yine yol görünüyor. Tarif edilen zat ile yaşamaya ve ona hizmet etmeye başlıyor. Zaman geçip de bu zat da hastalanınca Selman (r.anh) papaza bundan sonra kime gitmesi gerektiğini soruyor. Papaz, artık güvenilir bir din adamının kalmadığını fakat Arabistan’da son peygamberin ve getireceği dinin zuhur etmesinin yakın olduğunu, bu peygamberin sadakaları geri çevirip hediyeyi kabul ettiğini, sırtının ortasında da nübüvvet mührünün bulunduğunu haber veriyor.
Selman-ı Farisi yola revan oluyor. Medine’ye geldiğinde insanlar onu köle olarak satıyorlar. Bir gün efendisinin bahçesinde hurma toplarken, efendisi ile arkadaşları arasında geçen konuşmayı işitiyor. Onlar Evs ve hazrec kabilelerinin Mekke’deki yeni dine girdiklerini konuşuyorlar. Selman’ı adeta bir sıtma tutuyor. Heyecandan tir tir titriyor ve en kısa zamanda bir yolunu bulup Mekke’ye gidiyor. Nice yollar aşıyor, geride nice yıldızlar, aylar bırakıyor ve sonunda kainatın güneşine kavuşuyor. Efendimiz (s.a.v) ‘e bunlar senin için sadakadır diyerek bir miktar hurma veriyor. Efendimiz hurmayı alıp tamamını ashabına dağıtıyor ama kendisi hurmaya elini sürmüyordu. Aradan zaman geçti Selman elinde bir miktar hurma ile efendimizin yanına geldi. Bunlar senin için hediyedir, deyince efendimiz hurmadan hem kendi aldı hem ashabına dağıttı. Belirli bir süre sonra Selman(r.anh) efendimizin sırtını görmeye çalışıyordu, efendimiz (s.a.v) bunu fark edip sırtını açtı. Selman-ı Farisi Müslüman oldu ve başından geçenleri peygamber efendimize anlattı. Efendimiz Selman-ı Farisi’nin bu ilginç kıssasını ashab-ı kiramın da duymasını istedi. Ve Selman bu kıssayı ashab-ı kirama da anlattı.
Selman yolculuğunu tamamlamıştı. Fakat yola çıkarken bunu bilmiyordu. Onu ehl-i beytten yapan yegane özelliği nihayetini bilmediği bir yola çıkışı ve yolda oluşuydu. Rabbim bizlere de her daim yolda olmayı, karşımıza çıkabilecek bütün sıkıntılara rağmen o yoldan ayrılmamayı, meşakkatlere göğüs germeyi, yanlışların karşısında elif gibi dimdik durmayı, eğilip bükülmemeyi, doğruya yönelmeyi, yanlışdan dönmeyi nasip eylesin ve temennimiz odur ki ne taklidi ne tahkiki adını koyamadığımız garip kalmış imanlarımızı en kısa zamanda yenilemeyi, silkinmeyi ve çağımızı saadet asrına taşıyabilecek gençlerin yetişmesi için anne babalar ve öğretmenler olarak elimizden geleni yapmayı yüce rabbim hepimize lutfeylesin.
Allah selman-ı Farisi’den razı olsun. Şefaatlerine bizi mazhar eylesin. amin