Sabah yazarı Burhanettin Duran yazısında dikkat çekici tespitler yaptı. İşte Duran'ın yazısı:
Ortadoğu'daki kutuplaşma fırtınası durulacağa benzemiyor. Aktörlerin zihinlerindeki, özel sohbetlerindeki gerçek niyetleri artık saklanamıyor. Suudi Arabistan ve BAE'nin Türk dizilerini yayından kaldırmasının konuşulduğu günlerde Suud Veliahtı Muhammed bin Selman'ın Mısır ziyaretinde gazetecilerle konuşmasındaki Türkiye karşıtı açıklamalar basına yansıdı.
Selman, Türkiye ve İran ile Katar'ı ülkesinin düşmanı "şer üçgeni" olarak nitelemiş. Arapların karşısındaki tehditler olarak İran'ın "devrim ihracının" ve "terör örgütlerinin" yanına "Erdoğan'ın Osmanlı hilafetini geri getirmehedefini" de koymuş. Söz konusu ifadeler Türk-Suud ilişkilerinde açık gerilim yaratacak mahiyette. Bu nedenle S. Arabistan'ın Ankara büyükelçiliğinden yalanlama gecikmedi.
"Şer güçleri" kelimesiyle Türkiye değil, "Müslüman Kardeşler ve radikalörgütler" kastedilmiş.
Anlaşılan Veliaht Selman, Kahire'deki ağır Türkiye karşıtı ortamda sohbetin ucunu fazla kaçırmış. İşin diplomatik yanı bir kenara, Körfez'in iki hırslı veliahdının (Selman ve Bin Zayed) Türkiye'nin izlediği politikalardan rahatsız oldukları malumumuz.
Selman, bu rahatsızlığın Arap diplomasi dünyasında nasıl bir ideolojik dille anlatıldığını bize gösterdi.
Ortadoğu'da yeni bir bölgesel dizayn projesinin peşindeki aktör olarak Selman, bir seri hamle yapıyor. Temel hedefi İran'a karşı bir blok oluşturabilmek. Trump yönetiminin desteğini alan ve Suud prenslerini yola getiren Selman, Körfez ülkelerini Suud- BAE- İsrail- Mısır hattının etrafında toplamaya çalışıyor. Katar'ın ablukaya alınması da bu projeye ters düşmesiyle ilgiliydi.
İki hırslı veliahdın çabaları İsrail ve ABD'deki Yahudi lobilerinden destek görüyor.
Nitekim ABD'nin en büyük Yahudi lobi örgütü AIPAC'ın 4 Mart'taki yıllık konferansında Suud ve BEA veliahtlarına açık destek verildi. Veliahtlar, Türkiye'yi bu projenin hayata geçmesinin önündeki kritik bölgesel güç olarak konumlandırıyorlar. Bir süre Türkiye'nin İran karşıtı bloğa katılmasını ümit ettiler. Ancak Türkiye'nin bu tür bir kutuplaşmaya ve Katar gibi Körfez ülkelerinin tedip edilmesine karşı tavır alması söz konusu projeyi baltalıyor.
Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma hamlesini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eleştirmesi, İİT ve BM'den kararlar çıkartması İsrail'le yakınlaşan S.
Arabistan, BAE ve Mısır'ı Arap halkları nezdinde zor durumda bıraktı. Dahası, Ankara bölgede sadece Erdoğan'ın etkin liderlik profili ve diziler gibi yumuşak gücü ile bulunmuyor.
Aynı zamanda Suriye'de yürüttüğü operasyonlar, Katar'daki askeri üssü ve Sudan'da Sevakin adasındaki yatırım kararı gibi sert güç unsurlarıyla da sahada.
Türkiye'nin bu etkili hamleleri, bloklaşmaya yanaşmaması ve gerektiğinde İran'la işbirliği yapması (Astana süreci gibi) Körfez'in veliahtlarını çileden çıkarıyor.
Ankara, bölgesel dizayn çabasının önünde "muhkem bir dalgakıran" gibi duruyor.
İran-Körfez kutuplaşmasının sertleşmesini önlemesi yetmezmiş gibi Körfez'in iç bloklaşmasını da zayıflatıyor. Üstüne bir de İsrail ile yakınlaşmanın meşruiyetini erozyona uğratıyor. Türkiye'nin etkisini kırmak için Körfez'in dizayncılarının FETÖ ve PYD'ye gizli yardım yaptıkları biliniyor. Erdoğan liderliğindeki Türkiye'yi "Osmanlı hilafetini getirmek istemekle" suçlamak bir izolasyon çabası.
Selman'ın seri hamleleri istediği sonucu alamaz. Trump yönetiminin bu dağınık haliyle İran'ı sınırlandırmada etkin bir blok oluşturamaz. Körfez'de bunu yapabilecek ne ideolojik ne de askeri sermaye bulunuyor.
İsrail'le yakınlaşma da Tel Aviv'in Filistin, Lübnan ve Suriye'deki çıkarlarına katkı yapmaktan öteye gidemez. Kapalı kapılar ardında Ankara'yı "ötekileştirmek" ise Ortadoğu'nun realitesini ıskalamak demek.
Bölgede sadece Körfez-İsrail'le İran arasındaki kutuplaşma yok. Türkiye'nin temsil ettiği üçüncü bir barış, işbirliği temelli aktörlerin blok kapasitesi var. Bu realiteyi tanımamak İran'ı güçlendirmekle kalmaz, Körfez'i parçalanmaya götürür.